Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu sabah uyandığımda gevezeliği yazacağımı bilmiyordum. Ama dün gevezelik yüzünden, kurabiyeleri kıvamında pişiremedim, duşumu alamadım, kahvaltımı yapamadım, arkadaşımı ağırlayamadım… Tabi bütün bunları yapmadığım içinde kendimi çok kötü algıladım ve bütün gün bu kötü durumda dolaştım durdum. Sevdiklerimi kırdım, abuk sabuk konuşup. -Bu ne diyor ya- dedirttim kendime.
Aslında çok kötü bir şey bu… Bütün günümü öldürdü demesem de çok etkiledi. Neden kimse kendinin ayrımında değil? Neden karşıdakinin canının sıkıldığını bir türlü anlamayız? Acaba bunun nedeni duyarsızlık mı? Psikolojik bir bozukluk mu? Yoksa genlerinde gevezelik oranı çok mu yüksek? Çok ciddi olarak bunu düşünüyorum. Günümü rezil eden kişiyi yargılayıp -of yeter kes– demeden önce neden bu kadar konuştuğunu bilmek istiyorum. Belki oda kendinin farkında değildir! Çünkü aslında çok sevilen, yardımsever, kendinden vermeği bilen, sevgi dolu arkadaşımız o ama neden bazen bu kadar boğucu olabiliyor?
“HİÇBİR KANUN GEVEZE BİR KADINI KONUŞMAKTAN ALIKOYAMAZ” demiş bir zamanlar Remy de Gormond. Demek ki o da, geveze birinden muzdaripmiş ki bu sözü söyleme gereği duymuş. Ona canı yürekten hak veriyorum. Çünkü bende bu değişik işkence yönteminden kurtulmak için her yolu denediğim halde, sonunda “Tanrım lütfen canımı al, kurtulayım bu işkenceden” dediğim anlar olmuştur… Ancak son günlerde erkeklerin de ne az hatta daha çok konuşkan olduklarını gördüm, çocuklarında, yani aslında Remy de Gormond’un “Hiçbir kanun geveze bir kadını konuşmaktan alıkoyamaz” sözünü “hiçbir kanun geveze bir insanı konuşmaktan alıkoyamaz” diye değiştirmek istiyorum…
Belki abarttığımı düşüneceksiniz. Kesinlikle abartmıyorum ama belki yalnızca katlanma katsayımın düşük olduğu zamanlarda gevezeliği ölümü isteyecek kadar kötü algılıyor olabilirim ama abartmıyorum. Bunu, bazen ben denize yani, şahsıma yapılmış bir haksızlık olarak algılıyorum ve isyan ediyorum. “Kimsenin kimseye böyle bir şey yapmağa hakkı yok” diye düşünüyorum.
Peki ama bu geveze diye nitelendirdiğimiz insanların gevezeliklerinde bizimde bir katkımız yok mu? Bilmiyorum! Gerçekten bilmiyorum. Kendi hesabıma konuşan bir insanı dinlemek konusunda kendimi özverili algılıyorum. Karşımdakini kırmak ve istemeden de olsa sıkıldığımı anlamasını istemem çünkü. Tabi bu insanların sıkıldığınızı anlama gibi bir lükslerinin olduğunu sanmıyorum, bu yüzden çabam çoğu kez boşa çıkar. Surat asıp otursam bile, ayrımına varmazlar. Varsalar da kendilerinin neden olduğunu düşünemezler. Uzun gözlemlerden sonra sonuca vardığım birçok davranış biçimlerinden yalnızca biri bu, ayrımında olmayacaklarını bildiğim halde yinede surat asmamaya, sıkıldığımı belli etmemeye çalışırım.
Teke tek konuşma şansım olmadığından, kendimi korumaya alırım. Ve korunmanın tek yolu yorum yapmamak, soru sormamak. Ve yapabileceğiniz en uyduruk kıytırık işleri bulup onlarla oyalanıyor ve dinliyor gibi yapmak… Sakın ola yemek yapmağa, fırını kullanmağa ya da telefona yanıt vermeğe kalmayınız o konuşurken mutfakta yanı başınızda. Çünkü sonuçları çok üzücü olabilir. Örneğin telefonla konuşursanız hıncınızı karşıdakinden alabilirsiniz. Yemeği tuza boğar, kurabiyeleri yakabilirsiniz. Bu çok önemli bir uyarı unutmayalım. Ve bu sevgili geveze ancak geveze olduğunu bilmeyen arkadaşlarımız, gözümüzün içine, içine bakarak konuşarak el kol hareketi yaparlar çünkü böyle yapınca dinlendiklerini sanırlar. Ve ister istemez böylece ne yaparsak yapalım esirleri oluveririz artık…
Ben deniz dün hepsini unuttum… Kurabiyeleri yaktım, telefondakini kırdım. Günümü öldürdüm kısaca. Demek ki sıkıntıya katlanma katsayım düşükmüş . Ve önerilerimin gözlemlerimin uçsuz bucaksız sabrımın tükendiği bir zamanda imişim!!
Her şeye rağmen ben bu gevezeyi seviyorum. Ve başka bir neden bulamadığım için gevezeliğini genlerine bağlıyorum. Bundan da o sorumlu tutulamaz ama değil mi? Hem de sabrımı onda deniyorum. Yani bir hayat tarzı ve felsefe geliştiriyorum.
Dilerim sizler mecbur kalmayın böyle bir öğretiye. Çok ta gerekli olduğunu düşünmüyorum zaten. Ve tatlı sohbetlerin, sevgi dolu gülüşlerin yaşamımızın her anında olması dileği ile sevgili okuyucularım. Hep birlikte sağlık ve sevgiyle kalalım. Ve seversek ancak katlanırız. Bazen “TANRIM LÜTFEN CANIMI AL KURTULAYIM” çaresizliğinden… Yase
Not: 2006 Haziran yazısı…
Günün Şiiri
Çağımızın Şairlerine
Öyle kolay sanma sen bu işi, kardeşim,
Hemen kalkışma tellerden şarkılar döktürmeye!
Sazı bir kere eline almaya göresin,
Bir görev yüklendin demektir, bilesin,
Çok ağır bir görev, ve belâlı.
Geldinse anlatmaya yalnız kendi derdini, kardeşim,
Yalnız kendi zevkini anlatmaya geldinse,
Bırak elinden o kutsal sazı,
Sana burada hiç kimse kulak asmaz.
Biz yaşamadayız bugün bir çölde, kardeşim,
Çok eskilerde bir Musa vardı hani,
İşte biz o Musa gibi yaşamadayız bugün;
Tanrı tekparça ateşten bir kılavuz vermişti ona,
O da ateşten kılavuzun peşinden gitmişti.
Bugün tanrı tekparça ateşten şaire ne der bak:
Sizsiniz halkı mutluluğa götüren yolu aydınlatacak.
Ey şairler, gireceksiniz halkla kol kola,
Alevlerin, fırtınaların içinden geçeceksiniz,
Hiç durmadan yürüyeceksiniz, ama hiç durmadan;
Alçaktır halkın bayrağını elinden düşüren de,
Şurada, geride, bir kenarda gizli-gizli,
Bir parça dinleneyim, diyen de alçak.
Halk bakacak, görecek, anlayacak,
Acı çeken kim, başkaldıran kim, dövüşen kim,
Kim işi oluruna bırakmış,
Kim günü gün eden, kim şarlatan,
Kim korkak!
Peygamberler çıkacak, yalancı ve kurnaz,
Durun, diyecekler size, durun, ey insanlar,
İşte burası, diyecekler, sizi yaşatacak yer, işte burası bolluk ülkesi, mutlu toprak.
Bu korkunç yalanlara kanmayacak ama hiç kimse,
Ne açlık kanacak, ne susuzluk kanacak, ne de umutsuz yaşamak,
Haykıracak güneşte kavrulan milyonlarca insan,
Hepsi yalan, diyecekler, hepsi yalan, hepsi yalan.
Ne zaman eşit pay alırsak bolluk sepetinden,
Ne zaman hepimiz sırayla oturursak halk sofrasına,
Ne zaman her eve girerse bereketli aydınlığı bilimin,
Ne zaman pırıl-pırıl yanarsa tekmil evler aydınlıklar içinde,
İşte o zaman deriz, burada duralım, tamam,
İşte burası bolluk ülkesi, mutlu toprak…
Biz o güne kadar, dur durak bilmeden
Sürdüreceğiz amansız savaşımızı,
Dağ taş demeden yürüyeceğiz,
Gözler çakmak-çakmak, yumruklar sımsıkı.
Sonunda, bütün bu çabalara karşılık
Hiçbir şey geçmeyebilir de elimize,
Yola çıkarken zaten biz bunu göze almıştık.
Ölüm kondurup alnımıza yumuşak bir öpücük,
Kaparsa usulcana göz kapaklarımızı,
Ve ipekten kefenler ve çiçekler içinde
Alıp korsa bizi kara toprağa,
Bu bile yeter de artar bize.
Sándor PETOFİ
Çeviri: A. KADİR – Şerif HULÛSİ
ERİMEK
Erimek belirsizce her şey de
Karışmak sulara yıldızlara
Sinmek kokusuna mor menevşenin
Yanmak damar, damar nefes, nefes
Yaşamak tükene, tükene.
B. R. EYÜPOĞLU
Karanlıkta Kalmış Yansımalarımız
Salt sevgi yetmiyordu.
Biz de saklandık dünyadan.
Karanlıkta kalmış yansımalarımız…
İş yoktu,
ekmek yoktu.
Bir nefes tütün iş görüyordu.
Gündüz yaşananlar sıkıcı.
Gece daha berraktı her şey.
Ve dudaklarında başlardı gerçek hayat…
Faruk Sahyunlu
(twitter.com/FarukSahyunlu)
Günün Sözü
Hiçbir Kanun Geveze Bir Kadını Konuşmaktan Alıkoyamaz.
Remy De GOURMOND
Merhaba birşey soracağım babam kalp ameliyatından sonra söylemesi bir tuhaf oluyor ama çok geveze oldu yani çok konuşuyor.Bu çok konuşmanın bir çözümü yok mudur? Lütfen bana yardım ayrıca sorumun cevabını mail adresime de gönderin.Mail adresim:mustafaozcan_11@hotmail.com