Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Antalya’da gerçekleştirilecek G 20 zirvesi için hazırlıklar tamamlandı hatta şu anda (Cumartesi Günü) görüşmeler başlamıştır bile. Büyük olasılıkla bu görüşmelerden yine bildik şeyler çıkacak. Ya da kapalı kapılar ardında bilinmedik anlaşmalar imzalanacak. Valla bendenizi çokta ilgilendirmiyor. Çünkü çoktan beri dünya ve özelikle Ortadoğu enkaz halinde, sanki büyük bir deprem yaşadık ve biz bu depremin kalıntıları arasında sürekli yeni depremlerle yaşıyoruz!! Kişisel depremlerin dışında…
Daha dün Lübnan kana bulandı, Fransa kana bulandı bizde gün geçmiyor şehit haberleri gelmesin. Yuvalar yıkılmasın. Yer gök inlemesin. Bu şekilde yaşarken G 20 zirvesi çokta dert değil doğrusu bize. Çünkü bu gidişi değiştirebileceğini umut edemiyorum. Bu yüzden bu zirve bendenize güç ve zenginlik göstergesi gibi geliyor. Yani özellikle Suudi Arabistan Kralı’nın zenginlik ve ihtişamını göze soka, soka yüzlerce bavul, yüzlerce araçla gelmesi valla anlayışımı hoş görümü ve inancımı zorluyor.
Ve onun ikamet ettiği otelin ve G 20 Zirvesinin yapılacağı alan için 90 günde yapılan iki köprü ve kilometrelerce uzayan asfalt yapımı? Keşke her zaman G 20 zirvesi olsa ve bu kadar kısa zamanda köprüler yapılsın diyesim geliyor ancak ağaç kesimi olmadan.
& & & & &
CHP ve MHP
Ve CHP’de sular durulmuyor. MHP’de de köklü değişiklik ve yenilenme şart. CHP kesinlikle Atatürk’ün Kemalist devrim yolunu seçip yoluna bu doğrultuda devam etmeli. Çünkü son yıllarda bu çizgiden büyük oranda saptığının ayrımındayız. Ve oylarımızı verirken bu yüzden vicdanen çokta rahat değildik. Yani bendeniz böyle algılıyordum. Kişisel görüşüm bu. Çokta önemli ise? Ancak önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum, bütün görüş bildirenlerin dikkate alınması ve bu doğrultuda sonuca varma bakımından. ancak CHP bunu yapmadı, sokağı ve Atatürk ilke ve devrimlerini unuttu demeyeceğim ama yeterince onlara sahip çıkamadı. Kendi doğrultusunda yoluna devam etti. Sonuç ortada. Kimse kimseyi suçlamasın.
MHP’de kendi çizgisinde zikzaklar çiziyor. İkinci büyük parti olması gereken köklü sağ parti bugün hak ettiği yerde değil kesinlikle. Bu yüzden onlarda kendilerine “neden?” diye sormak zorundalar diye düşünüyorum. AKP’ye gelince… Başarı başarıdır kardeşim yolunu beğenirsin beğenmesin, kabul görmüşse kutlanır. O kadar.
& & & & &
Zenginlik…
Ve zenginliği, lüksü göze sokarak yaşayanlar! Nasıl yaşıyorlar merak ediyorum. Öyle masallardaki ya da romanlardaki gibi yer değiştirsek. Onları anlayabilir miyiz? Acaba onlar açlığın ne olduğunu bilirler mi? Azıcık empati yapabilirler mi? Sokak çocuklarının ve mülteci olmanın nasıl bir şey olduğunu? Belki bilirler? Bendeniz hiç yoksul olmadım. Hiç ekmeğe muhtaç olmadım mültecide olmadım. Ama onları anlarım açlığın ne yaman bir şey olduğunu bilirim. Mülteciliğin de. Sokak çocuğu olup yatacak yeri olmamanın ne olduğunu da. Çünkü aralarında yaşarım çok zaman. Bu yüzden yapabileceğim her şeyin ancak asgarisini yapmaya çalışırım başım hep yerde olur. Elimdekini kesinlikle paylaşırım. Kitabımı, yemeğimi, düşüncemi, evimi, sanatımı… Bu yüzden bendeniz kendimi çok zengin hissediyorum ve her zaman böyle hissetim…
& & & & &
Yaşıyla Büyümek
Ve duymuşsunuzdur “yaşı ile büyüsün” diye bir söz vardır halk arasında yeni doğan çocuklara ve doğum günlerinde söylenir. Bu sözün öylesine bir dilek olduğunu sanırız. Oysa yaşı ile büyümek çok önemli bir şeydir. Düşünelim ki. On yaşında bir çocuk beş yaşındaki bir çocuk gibi yaşıyor hiçbir fiziksel sorunu olmaksızın. Ya da on yaşındaki bir çocuk otuz yaşındaymış gibi? Bir yaşındayken bir yaşında, on yaşındayken on yaşında, yetmiş yaşındayken yetmiş yaşında yaşamak ideal olandır kuşkusuz ve bu yüzden dilenir? Demek insan yaşının gerektiği gibi olamıyormuş çoğu zaman. Ya fiziksel gelişimi ya da duygusal ya da zeka gelişimi bazen yaşıyla paralel gidemiyor olabiliyor.
Güneş altında zevkle salınan dalların da onlarca yavru limon taşıyan ağalarım, nar ve saksılardaki biberler, naneler ve çiçekler arasında oturmuş yazımı yazarken terasta annem geliyor aklıma. Çocukken büyük bir bahçemiz vardı. O bahçede, ağaç, çiçek, böcek, hayvan sevgisi ile güle eğlene bütün mahalle çocukları ile büyüdük. Artık bunu herkes biliyor.
Çocukçaydı her şey yaşımıza başımıza uygundu. Biraz büyüdük, erginleştik ve zevklerimiz, uğraşlarımız değişti. Çocukken çok sevdiğim bahçe sulamayı ilkokuldan sonraki yıllarda hiç yapmaz oldum, çünkü zamanım yoktu. Ve ondan önemliydi uğraşlarım. Rahmetli annem kızardı bazen. Daha sonraki yıllarda her şey değişince ev bark bahçe falan boyut atlayınca ve değişik uğraşlar girince hayata her şey değişti tümden, öyle bir zaman geldi, kedileri bile yeni görmüş gibi sevinir oldum. Bunca zaman neredeydiniz diye sorarak, oysa onlar hep vardı ancak gören yoktu?!
Şimdi bahçemde ağaçlarımın arasında oturur iken terasta annemi düşünüyorum. “Annecim senin yaşındayım şimdi ve senin evin gibi bahçeli değil şimdiki evim ancak kendime bir bahçe yaptım. Ağaçlarım, çiçeklerim, sebzelerim var. Onlara bakıyorum, suluyorum, ilaçlıyorum. Ve çok seviyorum diyorum. Çocuklar da çok seviyor ama daha büyükler kaçıyor. Aynen benim kaçtığım gibi. Onlara kızmıyorum iş vermiyorum. Empati yapıyorum. Ve onlarında zamanı gelecek biliyorum çünkü bu zehir onlarında kanında dolaşıyor. Ve şimdi kendimi yaşımla büyümüş algılıyorum. Ve bu yaşımı çok seviyorum. Seni sevdiğim ve özlediğim gibi. Kim bilir sende anneni özlüyordun o zaman?
Ve sevgili okuyucularım sağlıkla, sevgiyle, birlik ve beraberlikle kalalım her türlü ayrıma gayrıma inat. Yaşımız başımızla orantılı. Yase
Günün Şiiri
Yalnız Değiliz
Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.
Şafakları ben balığa çıkarım
Akan akmayan sularda
Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden
Bir bahar akşamı dünyada.
Ben dört duvar arasında değilim
Pirinçte, pamukta ve tütündeyim,
Karacadağ, Çukurova ve Cibalide.
Zehirli kör yılanları
Ve sıtmasıyla
Gün yirmi dört saat insan avında
Karacadağ’da çeltikler.
Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi
– Ayak bileklerinde bir dizi boncuk,
Sol omzunda nazarlık,
Dağ başında unutulmuş üşümüş,
Minicik bir aşiret kızının –
Damla-damla, berrak olur pirinci.
Kamyonlarla, katır kervanlarıyla
Beyler sofrasına gider…
Çukurovam,
Kundağımız, kefen bezimiz
Kanı esmer, yüzü ak.
Sıcağında sabır taşları çatlar,
Çatlamaz ırgadın yüreği.
Dilerse buluttan ak,
Köpükten yumuşak verir pamuğu.
Külhan, kavgacıdır delikanlısı,
Ünlü mahpushanelerinde Anadolu’mun
En çok Çukurovalılar mahpustur,
Dostuna yarasını gösterir gibi,
Bir salkım söğüde su verir gibi,
Öyle içten
Öyle derin,
Türkü söylemek, küfretmek,
Çukurova yiğidine mahsustur…
Tütünü bilir misin?
“Kız saçı” demiş zeybekler,
Su içmez her damardan,
Yerini kolay beğenmez,
Üşür
Naz eder,
Darılır
İki parmak arasında kıyılmış,
Bir parçası var kalbimin
İncecik, ak kağıtlara sarılır,
Dar vakit yanar da verir kendini.
Dostun susan dudağına…
Sokaklardan,
Kıyılardan,
Gök mavisinden,
Ekmeğinden,
Canevinden ayrı düşmeye
Yani bütün hasretlerin kahrına
Ve zehrine çaresiz kalmaların,
İlk nefesi Hızır gibi yetişir
Cibalide sarılan cıgaranın…
Tütün isçileri yoksul,
Tütün işçileri yorgun,
Ama yiğit
Pırıl-pırıl namuslu.
Namı gitmiş deryaların ardına
Vatanımın bir umudu…
Ahmed ARİF