Değerli Okurlarım, evvelsi günlerin futbolunu ve taraftarlarını anlatmak için yola çıkmıştık ve ilk durağımız Gaziantep olmuştu. Bu şehrin insanları hem çalışkan ve hem de sporla, özellikle futbolla iç içe. Dünkü sayımızda anlattıklarıma gelince; inanın eksiği var, fazlası yok. O kara çarşaflı analarımız, bacılarımız zamanın en keskin taraftarları, alabildiğine tezahürat yapıyorlar. Leçeklerinin iki ucunu dişleri arasına alarak semtlerinin takımlarını destekliyorlar. Şimdi ki kara çarşaflılar neler yapıyor bilemiyorum.
Bir de, Şehreküstü sözcüğü var. İlginç bir isim ve merak edilmiştir diye küçük bir paragrafla anlatmaya çalışacağım. Efendim, Gaziantep (eski ismi Ayıntap) telaffuz edilerek Antep olmuş, “Gazi” unvanını alınca da “Gaziantep” olmuş. İsmin evveliyatı bu! Kurtuluş Savaşında ülkesi için çalışan can verenlerin isimleri semtlere, mahallelere verilmiş de, Şehreküstü’nün gerçeği nedir?
Anlatmaya çalıştığım dönemde belediye otobüsleri de vardı. Hareket alanları sınırlıydı. Bizim okuduğum Gaziantep Lisesi ile Şehreküstü arasında hizmet verirlerdi. Aklımdayken söylemek istiyorum. Yerli halk Şehreküstü’ye, (Şaraküstü) derlerdi. Mahalle isimlerinin olmadığı yıllarda, İstiklal Savaşı kahramanlarından birinin ismini bölgelerine verilsin istemişler. Nedenini bilmiyorum ama kabul edilmemiş. Bunu gurur meselesi yapan o insanlar topyekûn şehrin en uzak yerine gelip orada ikamet etmeye başlamışlar. Bütün haneler gecekondu. Şehir merkezine hiç uğramamışlar, hastalarını bile ölme pahasına merkezdeki hastanelere götürmemişler. Mahallelere isim verilirken ısrarla Şehreküstü isminde karar kılmışlar.
Demek ki, kara çarşaflı, gözleri çakmak-çakmak olan o analarımız, bacılarımızın içinde dayanılmaz bir öfke, kin varmış ki, öylesine fanatik olmuşlar, şimdi onları daha iyi anlıyorum. Şehreküstü Futbol Takımı da, her sezon şampiyon olurdu. Dile kolay. Üç çocuğu yanında, birine de göğsünden süt veriyor, kocası yanında ama ona da etmediğini bırakmıyor. Böyle taraftar olamaz diye düşünüyorum…
“Ambel beter çemkiriyng, ganıg içige aho…” aynen böyle söylüyordu. O dönemin futbolcuları ve taraftarları hakkında değişik şeyler söyleyebilmek mümkün değil. İstisnaların dışında hep aynı ama yine de ayrıntıya gireceğim. Büyük şehirlerde futbol oynayan şöhretli futbolcuların, bu spora ve rakiplerine yaklaşımları daha ılımlı ve daha da centilmenceydi. Onlar da biliyorlardı ki; şöhret olmak kolay değil. Bilerek yaptıkları yanlışların onlara, kendilerine pahalıya mal olacağını biliyorlardı.
Doğu’da ve Güneydoğu’da yaşadığım illerde, fizik gücü hep ön plandaydı. O çamur sahada meşin yuvarlağı havaya diken iyi futbolcuydu. Anadolu futbolundan söz ediyorum. Rakibini bilerek sakatlayıp prim yapanlarda az değildi. Tribünsüz futbol sahalarında da bulundum ve hatta oynadım da. Toprak zeminin etrafı insanlarla doluydu. Beyaz çizgilerin, yan hakemlerin olmadığı bu dönemde sadece futbol vardı o kadar. Bizim futbolla tanıştığımız yıllar, saha durumu aynen böyleydi. İki polis görev yapardı 90 dakika. Bir kaos ortamı oluştuğunda, kimin can güvenliği olabilirdi ki? Siz söyleyin. Öylesine en olumsuz şartlarda bile, kumaşı düzgün, top ayağına yakışan sporcular vardı. Haklarını yemeyelim!
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA