Muhteşem Görüntünü, Amanos Dağlarından ve Yarıkkaya’dan Seyrettim; Ey Aziz İskenderun
Değerli Okurlarım, yarım asırdan beri İskenderun’u tanırım ve bilirim. Şu anda da İskenderun Nüfusuna kayıtlıyım. Bir şeyi yürekten istemek lazımmış ki en küçük oğlum İskenderun doğumlu, babam şuralı buralı demeden “İskenderunluyum” diyebilme yürekliliğini gösteren bir mühendistir oğlum! Kaderde buralı olmak varmış ne mutlu…
Kader var mıdır? Var oluşumuzun tek çabası önceden tasarlanan bir senaryodaki rolümüzü oynamak mı ya da kaderimizi değiştirebilir miyiz? Özgür irademizle, “Kader”i istediğimiz biçimde kurguladığımız “Yazgı”ya, istediğimiz biçime dönüştürebilir miyiz?
Yazgı-Değişken kader, kaderden yazgıya giden yaşam yolculuğunun, düşündürücü ve analitik bir yorumunu sunmaya çalışıyorum. Kadere inanıp kaderci olmamayı ve değişken kaderin yani yazgının lideri olmayı, inanç olgusuyla çatışmayan, hatta onunla bütünleşen bir yaklaşımla anlatmaya çalışıyorum İskenderunlu olmanın asaletini.
Dualarda enerji parçacıklarıdır ve içinde bulunduğumuz yaşlı evrenin her şey birbirini etkiler. Sonuç olarak, kader bizim için önceden tasarlanmış ve ağlarını örmüş olsa bile, yine de yazgının kumaşını kendimiz dokuruz. Tıpkı Mevlana’nın dizelerinde olduğu gibi:“Eğer sana bir diken batmışsa, / Bil ki onu ellerinle dikmişsindir! / Şayet, yumuşak ve kadife-kadife kumaşlar içindeysen, / O kumaşı da sen dokumuşsundur…”
Kaderi değiştirmenin az da olsa kişinin kendi elinde olduğunu söylemeye çalıştım. Benim ve Oğlumun sonradan İskenderunlu olması gibi… İskenderun’la dolu-dolu dopdoluyum. Neresinden başlayacağıma karar veremiyorum. O zaman Aziz İskenderun hakkında şunları söyleyerek yolumuza devam edelim…
İskenderunlu olmak, doğum ya da ikamet etme üzerinden tanımlanamaz. Sevimsiz sürprizlere uyum üzerinden, her şeye rağmen kentte kalma kararlığı üzerinden tanımlanabilir. Yıllar önce kurulan bir fabrika, Sevgili İskenderun’un kültürünü öylesine etkiledi ki, toprağa gark olan o kültürden zırnık bile kalmadı. Bu konuyu da Gönül Köşemde ayrıntılı biçimde sizlere sunacağım.
Başını Amanos Dağlarsına dayamış ve ayaklarını da Akdeniz’in serin sularına uzatmış, ülkemin en modern ve güzel ilçesi, Aziz İskenderun… İskenderun kendi kültürünü yaşarken, her şey değişkendi ve vakitte günü gününe uymazdı. Geceler uzar, gün sarkar, hiç ummadığınız bir anda her şey bir anda durabilirdi.
İskenderun’da vaktin şiiri hiç yazılmadı. Çok araştırdım, bulamadım. Bu şiiri çok şükür ben yazdım ve onu da sizlere sunacağım. Bizim de pişen çorbada tuzumuz bulunsun.
Bir zamanlar İskenderun, Akdenizliydi. Şimdi o fabrikanın çalışanları sayesinde Ortadoğulu olmak üzere. Dinsel nedenlerle bu hep böyle oldu. Son referandumda ve genel seçimlerde olduğu gibi.
Aziz İskenderun; yıllar önce toprağa verdiğim bir muhteremi sana benzettim, sadece O’nu sana benzettim. Benim için ne denli değerli olduğunu anla. Vergi rekortmenleri, plaketli zenginlerimiz seni üzseler bile, aldırma. Herkes yaptığıyla utansın. Bizler senin daima yanında olacağız… Aziz İskenderun!
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
Bir Kültür Tarih Oldu
Değerli Okurlarım, İskenderun’u, liseye başladığımda tanımıştım. Öylesine medeni ve de sosyal bir ilçe görmemiştim. Yarınlardan endişesi olmayan bir Fransız kentiydi adeta. Her köşede Fransız usulü kaldırım kahveleri vardı. Sahil ise, modern bir Avrupa şehriydi ve buram-buram sosyalizm kokuyordu.
İskenderun’a sık-sık gelmeye başladım ve her gelişimde liseye uğrar arkadaşlarıma, sınıflarına konuk olurdum. Liseliydim ama buradaki lise değişik bir liseydi. En önemli ders, resim, müzik ve spordu… Van Gogh’u bilmeyen ya da Gauguin’i anlamayan, Monet’i sevmeyen sınıfta kalıyordu bu lisede. Resimden tam puan alanlar sanki Louvre seçilmiş gibi büyük onur duyuyordu bu lisenin öğrencileri.
Müzik de, sanki seçmeli dersti İskenderun Lisesi’nde. Mozart bir numaralı dersti ve Bethoven’i dinlemeyen sınıfın yüzünü bile göremezdi. Bunları bizzat yaşadığım için yazıyorum. Bu kültür kenti İskenderun bir değişimle yok oldu. Fazla değil, birkaç ay içinde o güzelim kültür yok oldu.
İskenderun Demir Çelik Fabrikası kurulunca doğudan otuz bin işçi aileleri ile geldi. Bu yeni bir kültür demekti. Doğunun bu yaşam biçimi eski kültürün önüne geçti. Hiç kimse bu değişimin önünde duramadı. Bir anda gece kondular oluştu ve varoş yaşamı kent yaşamının güzelliğini yer ile yeksan etti.
Balık lokantalarının yanına kebapçı dükkânları açıldı, sofralardan mis gibi kokan şaraplar atıldı ve anason kokan rakılar servise kondu. Elvis Presley, Engelbert, Humberding, hatta Jimy Hendrix susturuldu ve onların yerine sadece Orhan Gencebay’ın “Batsın Bu Dünya’sı bangır-bangır bağırmaya başladı.
Doğu kültürü İskenderun’un üzerine bir kâbus gibi çökmüştü. Sahilde neşeyle yürüyen genç kızlar, bisikletle dolaşan bayanlar, gençler yok olmuştu. Onların yaşam dolu sevinç çığlıklarının yerine, sadece çekirdek yiyen, tükürerek çevreyi kirleten gruplar almıştı. Elbette bu da onların yaşam biçimiydi. Doğruyu söylemem gerekirse; bir fabrika işçiler topluluğu çağdaş bir kentin yaşam biçimini kültürünü yok etmişti.
Merak edenler için söylüyorum. O kent, o kültür geri geldi mi? O modern yaşam, o yeni misafirlerle yeniden hayat buldu mu? Kesinlikle hayır!
Milletimiz dinsel nedenlerle Ortadoğulu olmayı tercih etmiştir. Saygılı olmalıyız. Fakat halkın bir kısmının Akdenizli gibi yaşamasına saygılı olmak da o kesimin görevidir diye düşünmekteyim.
Kadınlığını doya-doya, kimseye hesap vermeden yaşamaya meraklıdır Akdeniz kadını. Onu bize güzel gösteren budur zaten. Orada kimse birbirini töre için öldürmez, diri-diri toprağa gömmez, giyim kuşam için azarlanmaz. Akdeniz bu nedenle kadın erkek ilişkilerinin en normal seyrettiği yerdir. Buraların erkeği de mutludur. Kim kadın-erkek ilişkilerinin normal seyrettiği yerde yaşamaktan mutlu olmaz ki?
Güzel havaların, ufkumuzu genişleten denizin ve bereketli toprakların dünyasında tembelliği seven, hem kavgacı, hem aceleci, aşkın ve sevginin ateşlisini yaşayan, bir şişe boğma ya da uzo ile keyfini yerine getirmesini bilen insanların harman olduğu yerdir Büyük İskender’in kamp yaptığı bu iskele…
Genellikle mülayim insanlardır ama hayat tarzlarının tehdit altında olduğunu hissettiklerinde şahin dönüşebilirler. Onları dostça ikna etmeniz gerekir. Akdeniz’in güzellikleri tarihte defalarca tehdit edilmiş, savaşlara neden olmuştur çünkü. Tepkili olmak onların kanında vardır. Milletçe Ortadoğulu olmayı seçelim, tamam ama Akdenizli olmayı seçenlerin gönlünü kazanmadığımız sürece, değişimlerin kalıcı olmadığını da bilelim. Bir kültürün birkaç ay içinde yok olduğuna tanık olanlardanım. Öyle bir medeniyet tekrar canlanır mı diye düşünüyorum da, sadece düşüncede kalıyor. Ancak, doğulu köyüne gider de, Akdenizli yerinde kalır. Bu da bir gerçek… Koşullar n’olursa olsun, o sosyal yaşam bir daha gelmez…
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Şiiri
Sen İskenderun Olsaydın
Sen İskenderun olsaydın, yani burada,
Bir Martı gibi konardım dallarına
Sonra bırakırdım kendimi,
Akdeniz’in mavi sularına,
Ben İskenderun’da olsaydım…
Sarı saçların daha bir sarı,
Renkli gözlerin daha alımlı,
Bakışların daha canlı, hürriyetin en kralı,
Kıskandırırdın Martıları,
Avanos’un mis kokuları,
Yarıkkaya’nın rüzgarı,
Çok severdin onları,
Sen İskenderun’da olsaydın…
Sen İskenderun’da olsaydın, yani burada,
Belki de vermezdim toprağa,
İnanırım böyle yazgılara,
Artık yeşillikler solmada,
Güllerden kan damlamada,
Gönüldeki volkan coşmada,
Bunların tümüne razıydım,
Sen İskenderun’da olsaydın, yani burada…
Günün Sözü
İskenderun Akdenizliydi, Şimdi Ortadoğulu Olmak Üzere
Öcal’dan İnciler
Tepkili Olmak Akdenizlilerin Kanında Vardır