Ondan uzakta geçirdiğimiz günlerin veya bir günün yahut bir kaç saatin sonunda, daha kapıyı açar açmaz kucaklar sımsıcak havasıyla bizi.. Kucaklarız biz de sevgilisine kavuşan bir aşık gibi evimizi.. Bize hayat veren boşluğundan nefeslediğimiz anda dökülür dudaklarımızdan o şiirsel cümle: “Evim evim güzel evim..”
Bu cümle, ayrılık boyunca oluşan ve büyüyen özlemimizin ifadesi.. Aynı anda “taşra zamanlar” yorgunluğumuzu karşılayan, “içre mekanlar” ferahlığı.. Fakat asıl, özgürlüğümüzün dışa vurumu.. Evim evim güzel evim dizesinin içerdiği özlem ve özgürlük nefesini, evimizin reyhan kokulu balkonundan içimize çekerek oturduk yirmi yıla yakın kiralık evimizde.. Oturduğumuz apartmanda kimi ev sahipleri nazarında geçiciydik zaten kiracı olmamız nedeniyle.. İyi de kim kalıcıydı ki herkes kiracıydı bu anlamda fani dünyada.. Kiracıydı hatta her insan, miladi geçmişle, hicri gelecek arasında geçici oturduğu kendi beden konağında da.. Okuduğu kitapları ve taşıdığı kitaplığıyla elbette..
“Uydu” eksenli maddi manevi kültürel yozluğun giderek çöle çevirdiği metal yorgunu hayatımızın güzlü iklimlerinde, vaha sevincidir evlerimizdeki kitaplıklar.. Çakılmış iki raf üstü de olsa, ahşaplarında gizli baharlarına düşer cemreler, filizlenir kitap yaprakları..
Düşen cemreleri görebiliriz belki, ünlü yazarların birer kütüphane benzeri kitaplıkları önünde çektirdikleri fotoğraflarında.. Kim istemez cemre bakışlı bu tür bir fotoğrafı.. Ve fakat benim, öyle ahım şahım bir kitaplığım yoktu! Ünlü de değildim zaten.. Çoğu sahaf menşeli az sayıdaki kitabım da; teşhir veya saklama amacı gütmeden bardak, süs vb eşyaları koruma işlevini çoktan yitirmiş ve zorunlu olarak kitaplığa dönüşmüş vitrinde üst üste yığılıydı..
Her ne kadar sonradan çakılmış raflar nedeniyle, “çakma kitaplık” olarak görülse de vitrin, benim nazarımda kitaplıktı ve bu hüküm çeyrek asırdır değişmeden devam ediyordu.. Ta ki sol bacak femur patolojik kırık nedeniyle (on altı ayı aşkın pankreas kaynaklı kemiklere metastaz yapmış kanser tedavisi alıyorum) dördüncü katta olan evimizi, geçen hafta zorunlu birinci kata değiştirme durumuna kadar..
Zamanın değişmesiyle ahkamın da değişmesi eşyanın tabiatından geliyordu.. Kaldı ki, “diyalektiğin” anayasası, “Her şey değişir!” ilkesiyle başlıyor, “Değişmeyen tek şey değişme yasasıdır!” diye devam ediyordu.. Ve fakat değişime karşı direnmek, kolayca kabullenmemek de galiba insanın fıtratından geliyordu..
Vitrini (çakma da olsa) kitaplık olarak yeni eve de taşımak veya yeni eve yeni kitaplık alarak vitrini kitaplıktan çıkarmak! Yeni kitaplığın salon estetiğine katkı yapacağı mutlaktı.. Bununla birlikte vitrinin kitaplıktan çıkartılması bir vefasızlık dolayısıyla etik olmayacağı da bir gerçekti.. Vitrinde yığılı olan kimi kitapların yapraklarını sararmış gördüm birden.. Eskimiş olmaktan, dolayısıyla atılmaktan mı korkmuşlardı, bilmem! Kimileri için, kitaplığında artık ekşimiş olan yazarların içerik anlamında eskimiş kitaplarından kurtulmanın belki bir zamanı vardı.. Düşüncelerine katılmasam da ben, o tür bir zamanı bekleyenlerden değildim.. Çünkü, ben; “sekter” tavırlı, zamana “matuf” kimileri gibi kitaplığındaki bazı kitapları gözden düşürenlerden veya kimi yazarları gözden çıkaranlardan değildim..
Kaldı ki, kimi zaman bir misafir; “ne işi var şu kitabın bu kitaplıkta, bende olsa atarım,” bir başkası; “ben rafa dahi koymaz yakarım” dese de; duyumsarım yapraklarında bir ağacın nefes alışını, kıyamam.. Vitrin raflarında yer bulma mücadelesi içinde de olsa yaşatarak çoğaltmak isterim kitap ormanımı.. Bununla birlikte, atmadan, yakmadan varlığına zorla da olsa tahammül ettiğim kimi kitap ve dergileri, yer darlığı nedenli estetik kaygıma etik çıkış yolu anlamıyla başka kitaplıklara yolculadığım da olmuştur.. Çünkü ben, kitap toplayan, yığınsal kitap sayısıyla, kitaplığıyla övünenler sınıfından değildim..
Kitabı yaşamlaştıran, yaşamı kitaplaştıran kitap ehliyle birlikte “kitapsız bir hayat düşünemediğimi” halimin ilmi anlamında söyleyebilirim.. Ve fakat bunu “yalnız kal (söz) değil, aynı anda hal ehli olarak” bizatihi yaşayarak bir ilmihal anlamında söylemek gerektiğini de söylemeliyim.. Bu bağlamda iki dizede özetliyor halimizin ilmini Fazıl şairimiz; “Yandı kitap dağlarım ne garip bir hal oldu, / Sonunda bana kalan yalnız ilmihal oldu!”
Son tahlilde, yeni eve yeni kitaplıkla birlikte eski evden henüz taşınmış, yığınsallıktan yoğunsallığa geçişin tecrübe sahibi bağlamında, taşıdığımız kitapların ilmihal sadeliğinde olması, kitaplığımızı sadeleştirebilmenin de en uygun yolu olduğunu ev ya da kitaplık taşıyacak veya değiştireceklere gönül rahatlığıyla önerebilirim..
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com
Çok güzel çok hoş. Gerçek hayat işlevi