Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu sabah yine şiir var dağarcığımda zorunlu olarak… Çünkü bazı insanların dayatmalarından bıkmış vaziyetteyim. Ve şiire sığındım. Bu insanlar canları istediğinde istediklerini yapmakta özgürdür kendilerince, sanki dünyada yalnızca kendileri varmış gibi yaşarlar. Bu insanların bazısı evlerde sürdürürler saltanatlarını. Ev sakinlerini görmezden gelirler. Sanki orada tek başlarına yaşıyormuş gibi davranırlar. Ortak yaşam mekanları da kendi tekellerinde sanırlar. Ki sürekli sormadan, izin almadan türlü değişiklikler yaparlar. Kafalarına göre. Mobilyaların yeri sürekli değişir örneğin. Hiç sormadan yenileri eklenir, bu ekleme yapılırken odanıza bile tecavüz edilir. Kendi odanızda bile her zaman oturduğunuz koltuğun yeri her an değişebilir dolabınızın yeri de. Eve her girdiğinizde sanki yabancı bir eve girmiş gibi olursunuz. Kimse sormaz değişiklik yaparken, aklına eser “ben yaptım” oldu der. Siz görmezden geldikçe o da kendi bildiğini yapmaya devam eder. Nasıl bir şeydir bu anlamaya çalışırsınız. Bir sürü neden bulursunuz, huzursuzluk çıkmasın diye evde. Tam da tamam buna da alışırım dersiniz, yine bir gelirsiniz eve, yine değişmiş her taraf. Lahavle çekersiniz. Yine konuşmak istemezsiniz. Ve sonunda yeter be. Bende varım diye diklenirsiniz.
Ve inanın ki öyle bir tepkiyle karşılaşırsınız ki en az onun kadar güçlü değilseniz zaten ağzınızı açmayın bile. Yani bu insanlar ne olur kendi egolarını kendi üzerinde gerçekleştirseler? Örneğin kuaföre gitseler normal insanlar gibi, canları sıkılınca. Değişim akıllarına gelince. Saçlarını değiştirsinler, giysilerini, yeni ayakkabılar alsınlar canım. Yani değişikliği kendi üstlerinde, başlarında yapsınlar, öyle ev gibi ortak alanlarda değil. Bizim evimiz hep böyledir. Bazen günde beş kez eşyalar yer değiştirir. Gürültü olmasa esrarengiz bir şekilde değişiyorlar diyeceğim. İnler cinler değiştiriyor türünden. Ama bir gürültü çıkıyor ki o garip mobilyalardan inim, inim inliyorlar yerleri değişirken gariplerimin hele, hele babadan kalma koltuğum ve hemen yanındaki çiçeğin yeri değişmiyor mu, cinnet geçiresim geliyor. Zavallı çiçek ağaç olmak üzereyken sürekli yer değiştirdiğinden bücür bir şeycik kaldı. Çok sinirlendiğimde bu çiçekte senden hesap soracak diyorum içimden. Ve ben deniz bunca değişim yaşanırken evde yalnızca kendi kendimi yemekle yetiniyorum çünkü ne bedenen güçlüyüm o mobilyaları çekip çevirecek ne de bana yardım edecek birisi var bu işi yapabilmem için. Kavga edecek yapıda da değilim. Susmak en büyük silahım ama namlusu hep bana dönük oluyor kardeşim.
Ve neredeyse bir haftadır ev sürekli değişiyor. Arkadaşlarım bile yetişemiyor değişikliğe. Ve bu sabah dünden kalmayım. Dün yeni bir eşya alındı eve yine sormadan renk ve ahenk gözetmeden. Sinirlerim tavan yapmadı yalnızca derin bir acı sardı içimi, bedenimi. Demek bu kadar yokmuşum aslında. Ve bu durumda bencilliğin en alası duruyordu karşımda. Her şeye eyvallah diyorsunuz yine de huzursuzluk çıkmasın diye ama kardeşim birde nankörlükle suçlanmıyor musunuz? Sanki siz istemişsiniz de onlar büyük fedakârlıklarla bunu yapmışlar gibi.
Oysa kendi bencilliklerinin ve “sen ne bilirsin ben yaptım olur, sende kimsin?” demenin yorgunluğu bu… Anlamıyorlar. Katılımcı olsalar, ortak kararlar alsalar o zaman herkes ortak yapardı işleri, kimsenin canı yanmazdı. Kardeşimle böyle yapardık sürekli o bana sorardı ben ona sorarım bir şey alınacak ya da verilecekse ortak karalarla. Ama burada bu mekanda böyle şeyler sökmez. Burada yalnız ben varım sen istersen takla at seni görmem imkan yok diyorlar. Karar verdim içimdeki beni ortaya çıkardım. Böylece mantıksızlığa karşı duracağım ya da çekip gideceğim çünkü artık eskisi gibi yaşamaya devam edemeyeceğimi biliyorum…
Ve sevgili okuyucularım sağlık ve sevgi ile her zaman hep beraber kalalım diyorum. Okuyucularım arasında bu yazıdaki yapıyorsa ev sakinlerinden biri, lütfen bilsin ki çok huzursuz oluyor diğer sakinleri. Yase
& & & & &
Fincan Takımı
Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldılar: “Eski gazeteniz var mı bayan?” Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski sandaletler vardı ve ayakları su içindeydi. “İçeri girin de, size kakao yapayım” dedim. Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı.
Kakaonun yanında reçel, ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri. Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım işlerimi yapmaya koyuldum. fakat oturma odasındaki sessizlik dikkatimi çekti bir an ve başımı uzattım içeriye. Küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu…
Erkek çocuğu bana döndü “Bayan, siz zengin misiniz?” diye sordu. Zengin mi? “Yo hayır!” diye yanıtlarken çocuğu, gözlerim bir an ayağımdaki eski terliklere kaydı. Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve “Sizin fincanlarınız, fincan tabaklarınız takım” dedi. Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu.
Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı. Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı. Pişirdiğim patateslerin tadına baktım. Sıcacıktı patatesler, başımızı sokacak bir evimiz vardı, bir eşim vardı ve eşimin de bir işi… Bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur izleri, halının üzerindeydi halâ. Silmedim ayak izlerini.
Silmeyeceğim de. Olur, unutuveririm ne denli zengin olduğumu…
Günün Şiiri
Acıların Rengi
ey acılara tat veren güzellik
Yüreğimize hoş geldin
Geldin de
Çiçekli dallara döndürdün öfkemizi
Artık ister dolu yağsın ömrümüze
İsterse kar
Biz ki bildikten sonra sevmeyi
Bütün sabahlar
Acı renginde olsa ne çıkar.
Adnan YÜCEL
Erimek
Erimek belirsizce her şeyde
Karışmak sulara yıldızlara
Sinmek kokusuna mor menevşenin
Yanmak damar, damar nefes, nefes
Yaşamak tükene, tükene.
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Müjde
Portakal kabuğundan
Kavun diliminden
Havalandı nakışlar
Avşar kiliminden.
Çılgın topukları üstünde
Sebepsiz sevincin
Adamın canı dostlara
Güzel haberler götürmek ister
Aksi gibi ne dost var meydanda
Ne de güzel haber
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Çürümek
Her şey çürüyor canım kardeşim bu dünyada
Hatıralar bile
O hatıralar ki kafatasından muhkem bir yerde saklıdırlar
O hatıralar ki tüyden hafif
Gök mavisinden duru
Etten kemikten uzaktırlar
O hatıralar ki
Bambaşka bir zaman içre yaşar dururlar
Gel demeden gelir
Git demeden giderler
Nur topu gibi açıldıkları olur bazan
Sonra sızım sızım sızlarlar
Her şey çözülüp gidiyor bu dünyada
Bir biri içinde
Bir biri peşi sıra
Bir tad dudakta
Bir ses kulakta
Sen toprakta çürürsün canım kardeşim
Ben ayakta
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Taze Taze
Dondurma kutusu üstünde
Üç kırmızı çiçek
Canımın içi kadar sıcak
Dilediğim kadar kırmızı
Özlediğim kadar gerçek.
Dondurma kutusu üstünde yaz gelmiş meğer
Neler getirdi kim bilir neler
Neler götürecek.
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Günün Fıkrası
Deniz aşırı bir ülkede askerliğini yapmakta olan John bir gün sevgilisinden bir mektup alır. Sevgilisi artık ondan ayrılmak istediğini bildirmekte ve fotoğrafını geri göndermesini istemektedir. John çok kızar. Arkadaşlarından eski kız arkadaşlarının fotoğraflarını toplar hepsini bir araya koyup paket yapar ve sevgilisine gönderir. Pakete bir de not iliştirir; ‘kusura bakma, hangisi olduğunu çıkaramadım lütfen kendi fotoğrafını al ve diğerlerini geri gönder!!!
Günün Sözü
Şanssızlığa katlanabiliriz, çünkü dışarıdan gelir ve tümüyle rastlantısaldır. Oysa yaşamda bizi asıl yaralayan, yaptığımız hatalara hayıflanmaktır.
Oscar Wilde