Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Kaç zamandır belgelerimde dolaşıyorum 2003’ten beri yazdığım günlükleri tarıyorum daha önceden de söylemiştim yazılarımdan bir kitap oluşturmaya çalışıyorum diye. Meslekte geçirdiğim 10uncu yılda. Ama o ne yeniden yazsam bu kadar yorulmam. Kaç yılın bikrimi oku, oku bitmiyor. Kaç gündür valla hayale döndüm bilgisayar karşısında çalışmaktan. Birde buna açlığı ekleyin. (yemek yemeyi unutuyorum) Arkadaşlarım yine rejimde Allah onlara yardım etsin.
Onlar benden çok yiyor ben rejimde değilim açlıktan hayal oluyorum. Ah yanımda dilsiz sağır ama çok çalışkan bir arkadaşım olsaydı. Ben ağzımı açmadan neye ihtiyacım olduğunu bilseydi. Şimdi bu kadar yorgun ve halsiz olmazdım. Ve işim daha çabuk biterdi şimdi yetiştirebilecek miyim bilmiyorum. Eski yazıları tararken bazı yazılardan alıntılar yaparak sizle paylaşmak istedim. Ve sevgili okuyucularım her zamanki gibi sağlık, sevgi, birlik ve beraberlikle kalalım. Yase
& & & & &
2004 yazılarından
İSTEDİĞİNİ GÖREBİLMEK
Aynı kalp hastalığını, aynı kaderi paylaşan iki adam aynı odayı da paylaşıyordu. Biri duvar kenarında biri pencere kenarında yatıyordu. Cam kenarında oturan her gün arkadaşına dışarısını anlatıyordu; “Bugün deniz sakin, yinede hafif rüzgar sanırım, çünkü uzaklardaki teknenin yelkeni rüzgarla doluyor. Park bu sabah sakin, iki salıncak dolu, dün daha kalabalıktı. dünkü sevgililer yine geldiler aynı yerde oturuyorlar, el ele tutuştular, ne kadarda birbirlerine yakışıyorlar…
Erguvan ağaçları ne kadar güzel açmış, her yer mor çiçeklerle donanmış erik ağaçları da açmış beyaz kelebekler gibi .martılar bu günde arıyorlar yemeklerini denizde ne güzel dalıyor.”
Günler böyle geçip gidiyordu. Cam kenarındaki her gün dışarıyı anlatıyordu arkadaşına. Gün geldi cam kenarında yatan hasta kalp krizi geçirdi ve öldü. Duvar kenarındaki hasta zile basıp hemşireyi çağırmadı oysa çağırsa hasta kurtulabilirdi. Ama o isteklerine uydu ve adamın ölmesine neden oldu. Haklı nedeni vardı kendince. Artık cam kenarında oturmak sırası ona gelmeliydi.
Cam kenarındaki hasta ölünce onu alıp gittiler, günlerdir dışlardaki manzarayı görmek istediği için adam sabırsızlanıyordu. Ve beklediği an nihayet gelmişti, hemen cam kenarına taşındı ve büyük bir heyecanla pencereyi açtı ama ne görsün? Yalnızca simsiyah bir duvar duruyor karşısında. Bunca zaman pencere önündeki adamın anlattıkları neydi peki?
Kıssadan hisse, anlayana…
& & & & &
BEN ÇOK BEĞENDİM PAYLAŞMAK İSTEDİM
Çok zengin bir adam, ailesini yoksulluğu görsün diye uzak bir köye götürüyor. Çok yoksul bir aile onları misafir ediyor. Aradan bir hafta geçiyor ve dönüş yolunda baba oğluna soruyor; “-Oğlum ne gördün bu köy evinde.”
Oğlan gayet ciddi; “-Bizim iki köpeğimiz var. Onların dört. Bizim evin önünde birkaç metrelik taraçamız var. Onların evinin önünde uçsuz bucaksız yemyeşil alan var. Bizim bahçede küçük bir havuzumuz var, onların bahçesinden gürül, gürül bir ırmak akar. Bizim evi birkaç ampullük lambalar aydınlatır onları binlerce yıldız ve ay aydınlatır. Babacığım ne kadar yoksul olduğumuzu bize gösterdiğin için sağol” demiş.
LEYLA
Gece, Leyla’yı ayın on dördü,
Koyda, tenha, yıkanırken gördü.
“Kız, vücudun ne güzel böyle açık!..
Kız, yakından göreyim sahile çık!..”
Baktı etrafına ürkek, ürkek
Dedi; tenhada bu ses ne olsa gerek?..
“Kız vücudun sarı güller gibi ter!.
çık sudan kendini üryan göster!.”
Aranırken ayın olgun sesini
Soğuk ay öptü beyaz ensesini.
Sardı her uzvunu bir ince sızı.
Bu öpüş gül gibi soldurdu kızı,
Soldu, günden güne sessiz soldu.
Dediler hep “kıza bir hal oldu!”
Ta.. içinden geliyor hıçkırığı,
Kalbinin vardı derin bir kırığı,
Yattı, bir ses duyuyormuş gibi lal,
Yattı, aylarca devam etti bu hal.
Şimdi sıra sıra, akşam hüznü,
Böyle yastıkta görenler yüzünü,
Avuturlarken uzun sözlerle,
O susup Baktı derin gözlerle.
Evi rüzgar gibi bir sır gezdi,
Herkes endişeli, bir şeyi sezdi,
Bir sabah söyledi son sözlerini,
Yumdu dünyaya ela gözlerini.
Koptu evden acı bir vaveyla,
Odalar inledi Leyla – Leyla!.
Geldi köy kızları el bağladılar,
Diz çöküp ağladılar, ağladılar,
Nice günler bu saadetli ölüm;
Oldu çok kimseye bir gizli düğüm.
Nice günler bakarak dalgalara
Dediler “Leyla uğradı nazara..”
Yahya Kemal BEYATLI
Zaman Bu Zamandı
Umarsız yaşarken hayatı içimde
Delikanlılığı geride bırakan bir yaşta..
Zaman geldi ..
İçimde bir şelale oluştu
bütün zamanların birikimi,
Önünde duramadığım bir çağlama
Zamanı. Şimdi,
Ve hala
Delikanlılığı geçmiş yaşım da,
Bir delikanlı dolaşır damarlarımda.
Ve zaman işte bu zaman !!!
Sevmek için
Ve
her zaman bu zaman.!!!
Sevgiye geç kalmamak için.
Yase 2004
ÖZTANITIM
Ben bir aşk değirmeniyim
Şiirler öğütlerim ayça parkında
Çocukları havada fır döndürüp kollarımla
Paydostan sonra da don kişotu görürüm rüyalarımda.
CAN YÜCEL
MESELEDİR
Aşk gelicek bütün eksikler biter
Gül gülistan olur virane
Samanlık seyran kabul.
Halü keyfiyet bu merkezdeyken
Sevmek bu dünyayı çerden çöpten
Sevmek bir zerresin ziyan etmeden
Sevmek durup dinlenmeden sevmek
Mümkün müdür ey dost mümkün müdür.
Sevmek bu dünyayı çerden çöpten
Sevmek bu dünyayı kiriyle pasıyla
Severek çekmek şu nefesi oğlu
Severek üflemek
Sevmek durup dinlenmeden sevmek
Seve, seve yağma etmek bu canı
Mümkün müdür oğul mümkün müdür.
Bedri Rahmi EYÜPOĞLU
Şirincan’ın Günlüğü
Bugün değişik bir gün… Daha iyi görebiliyorum artık etrafımı. Benimle konuşanın adının Mediş olduğunu da öğrendim. Bir ses aşağıdan bağırıyordu “Mediş, Mediş” diye oda yanıt verdi “efendim” dedi sanırım böyle konuşuyor insanlar yani onlar insan herhalde bana benzemiyor. Ama ben neye benziyorum ki? Dört ayağı yok. Neyse daha bunları çok düşünemiyorum. Mediş bana süt getirdi hemen yalayıp yuttum fakat onun üzerine atlamağa çalışırken “yapma şirin şey, yapma can tırnakların batıyor” diye bağırdı kahkaha atarak. Sonra ensemden tutup yüzüme baktı gözlerime, bende onunkilere “senin adın neden Şirincan olmasın? Çok güzel olur ya. Zaten şirinsin ve canımsın hadi sen şirincan oldun artık” dedi. Yani şimdi Mediş gibi mi oldum? Şirincan denince bakacak mıyım?
Neyse bütün gün onunla şakalaştık damda dolaştım durdum. Çocuklar çıktı yukarı onlarla oynadım aşağı almak istediler beni Mediş bırakmadı. Akşam yemeğinde pilav var biraz sert istemedim sanırım bu yüzden biraz ters düşeceğiz birbirimize. İndi et suyu getirdi pilavı iyice ıslattı öyle yedim. “Seni gidi dedi seni gidi ben et, tavuk yemediğim zaman sen aç mı kalacaksın, sebze yemeği de yemeği öğretecem sana bu böyle olmaz” dedi ama ben yine bir şey anlamadım bu gecede kutumda uyuyakaldım.
Arkası Yarın
Günün Fıkrası
Delileri uçağa bindirmişler, bir şehirden ötekine naklediliyorlardı. Ama o kadar çok gürültü yapıyorlardı ki, sonunda pilot dayanamadı, uçağı ikinci pilota teslim ederek içeride ne olup bittiğini görmek istedi. Deliler uçakta hep bir ağızdan bağırıp çağırıyorlardı. Baktı, en başta bir deli, ötekilere uymamış, akıllı uslu oturuyordu.
“Sen neden bağırmıyorsun?” diye soracak oldu. Adam: “Ben bunların öğretmeniyim” diye cevap verdi. “Onlarda benim öğrencilerim. Şimdi teneffüsteler de onun için ses çıkartmıyorum.”
Pilot, çaresiz yerine döndü. Bir süre geçti. Bir an geldi ki sesler büsbütün kesiliverdi. Pilot: “Aman çok güzel!” diye sevindi. Herhalde kendinin öğretmen olduğunu sanan deli, ötekileri derse almış olsa gerek, diye düşündü. Ama dakikalar geçiyor, arkadan hiç bir ses seda çıkmıyordu. Pilot biraz daha bekledikten sonra merak etti. Gidip bakmak istedi. Bir de ne görsün! Uçağın kapısı açık ve içeride öğretmenden başka kimsecikler yok değil mi! Dehşetle sordu; “Öğrencilerin nerede?” diye…
“Dersler bitti. Hepsini evlerine gönderdim!”
Günün Sözü
Aşağılık İnsanlara İyilik Etmek Denize Su Taşımaya Benzer.
Cervantes