Efendi Ve Köle…

0
65

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İstanbul’da güneş parlıyor bu sabah çok şükür. Kaç gündür gri havalardan yine sıkıntı basmak üzereydi ruhumuza. Kardeşim “hadi, dışarı çıkalım güneşi kaçırmayalım” dedi. Emre okuldan döndü. Bilgisayarım dizlerimde düşüncelere dalmış olduğumu görünce “Kaç kez yeniden başladın Gül” diye dalgasını geçti. Ne kardeşimleyim ne de Emre’ye yanıt verdim. Huysuz, suratsız, isteksiz bir kuşluk vaktinin kıyılarında dolanıyorum çünkü.

Dün gece tiyatrodaydık arkadaşlarla öğrencilik günlerine dönmüş gibi algılamıştım kendimi, gecenin bir yarısı otobüs kovalama kaygısı soğukta kabanına iyice sarılıp yerinde zıp, zıp zıplamak daha çok üşümemek için. Güzel bir geçe idi geçmişten gelip dün geceyle birleşen ancak içimde geceyi ve oyunu anlatacak istek yok bu sabah. İsteksizliğin kölesi olarak uyandım bu sabah nedense. Ve aklıma geçenlerde çoktan beri görüşmediğim bir arkadaşımla yaptığımız sohbet geldi… Kocaman yemek masasının üzerinde duran çöreklere, pastalara dokunmadan yalnızca çay içerken… “İşler nasıl gidiyor, kendi işini bırakmışsın başka yerde çalışıyorsun duyduğuma göre?” diye sormuştum. Sıkıntıyla “Ne olsun işte kendi işimizi yaparken kendimiz için çalışıyorduk ancak yetmiyordu. Şimdi de köle gibi çalışıyoruz” demişti.

İçimden, acımasızca bu dünyada yaşayıp ta köle olmayan var mı ki, diye geçirmiştim. Düşüncelerimi söze dökmedim çünkü o anda düşüncelerimin köleliğini yapıyordum. Ve bir düşüncenin kölesi olmak, hiçbir şeyin kölesi olmamaktan iyidir. Çünkü hiçbir şey olmamanın kölesi oluyoruz o zamanda! Düşüncelerimin hükümdarlığından kendi hükümdarlığıma girerek “evet haklısın” dedim. Ne yapacaksın her şeyin bir karşılığı var. Bu hayatı istiyorsan azıcık daha çok çalışmaya devam edeceksin başka yolu yok. Bizde onu yapıyoruz işte dedi. Ama dedim işini yaparken sürekli köle olduğunu düşünüyorsan işin ağır gelmeye başlar. Benden ufacık bir tavsiye, işinle arkadaş olmaya çalışırsan daha rahat olursun.

Söyleyene bakın! Bakın tabi ne olacak ben işimi severek yapıyorum ve kendimi asla köle gibi algılamıyorum. Aslında köleyim tabi. Ama işime değil kendime köleliğim.

Ve insan aslında köle olduğunun ayrımında değil çoğu zaman. Yoksa nasıl başımız dik yürürdük boş başaklar gibi sokaklarda, nasıl, kendimizi beğenirdik o kadar? Dünyayı biz yaratmış gibi havalara nasıl bürünürdük. Doludizgin kıskançlığı yaşar ön yargıyı nasıl beslerdik?

En zalim efendilerimiz kuşkusuz kıskançlık ve haset. Onların hükümdarlığını kabul etmişsek artık onların emrinden dışarı çıkmamız çok zor olur. Ancak ne zamanki onların hükümdarlığının altında yaşadığımızı anlarız işte o zaman onları bir silkeleyişte üzerimizden atabiliriz. Ama ne yazık ki çoğumuz bunun ayrımında bile olmadan bu hayattan göç eder gideriz.

Ve bu sabah, isteksizliğin kölesi olarak uyandım. Onun kölesi olduğumu biliyorum ve eğer ona boyun eğersem bütün günü evde geçirebileceğimi de. Bu yüzden zor olsa da onun emirlerinden dışarı çıkacağım ve belki akşama dek ondan eser kalmayacak içimde.

Ve biz insanlar eğer güçlenirsek efendilerimize karşı belki kurtulabiliriz. Güçlenmek tabi kolay değil ancak olanaksızda değil. Çok zaman isteksizlik iştahsızlık uyku gibi efendilere boyun eğmekte gerekebilir diye düşünüyorum. Çünkü bu efendilere emri veren bedenimizdir çoğu zaman. Ve bu efendiler belki güçlenmemiz için bizi esir almak zorundadırlar? Zaman çok önemli eğer uzun sürerse on gün kadar. O zaman efendiler değişmiş olabilir. Belki depresyonun beyliğine girmiş oluruz. Bu yüzden çok dikkatli olmak zorundayız. Uysal olacağım derken, başka efendilere davetiye çıkarmış olmayalım.

Ve biz zavallı insanlar en gelişmiş en akıllı en güzel yaratılmış insanlar aslında birer dünya ve birer köleyiz! Ve ancak zihnin kölesi olmaktan çıkınca gerçekten özgür olabiliriz. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım diyorum. İsteksizlik efendisini yollamam gerekiyor sokağa çıkmak için ve diğer sevgili efendiler beni bekliyor. Kardeşim, Emre ve Berke. Yase

Zihnin Efendisi

Bilge ve öğrencisi okyanus kıyısında geziyorlardı. Soğuk bir gündü ve rüzgar okyanusta kocaman dalgalar oluşturuyordu. Bir süre yürüdükten sonra bilge durdu ve öğrencisine sordu: “Bu büyük dalgalar sana neyi hatırlatıyor?” “Zihnimi hatırlatıyor” dedi öğrenci “ve durup dinlenmeden yol alan düşüncelerimi!” “Evet, fırtınalı okyanus zihnin, dalgalar da düşüncelerindir. Zihnin su gibi durudur, ne iyidir ne de kötü. Rüzgar ise dalgalara sebep olur; tıpkı arzu ve korkularının düşünceleri üretmesi gibi…” diye devam etti bilge. Öğrenci söz aldı: “Böyle bir okyanusun ortasında sallanan bir sandal içinde olmak istemezdim doğrusu.” Bilge: ”Oysa sen daima oradasın. Diğer tüm insanlar da… Ancak birçok kişi bunu fark etmez. İnsanların zihni dalgalı deniz gibidir. Düşünceler durmaksızın sallanarak sarsarlar bizi, tıpkı dalgalar gibi… Okyanusu dinginliğe kavuşturmanın yolu ise hareket etmesini önlemek değildir. Rüzgarı görmezden gelemezsin. Yapman gereken, rüzgarı durdurmaktır. Rüzgar da arzu ve korkularındır. Onların hayatını yönetmesine izin verme. Dikkatini kontrol etmeyi öğrenirsen, arzu ve korkularını da kontrol edersin, yani okyanusu darmaduman eden dalgaları durdurursun. Böylece zihninin okyanusu sakinlik ve dinginliğe kavuşur. Zihninin efendisi olduğundaysa, her şeyin efendisi olabilirsin!”

Günün Şiiri

Gitme Dedim

Oraya gitme dedim sana,

seni belâlara uğratırlar dedim,

dedim ayaklarını bağlarlar.

Gidersen dedim nerden kurtaracaklar seni,

orda tuzaklar içinde tuzaklar var.

Dedim orda ne idüğü belirsiz kişiler

bir sürü ipe sapa gelmez laf ederler.

Dedim bir lokma gibi kapıverirler seni,

atarlar ciğer gibi çorbalarının içine,

gözyaşına bakmazlar.

Dedim hamur yoğurur gibi yoğururlar seni,

havaya uçururlar dedim dağ olsan.

Çekerler dedim derinin içinden pamuk çeker gibi.

Hayale dönersin dedim sonra,

yönsüz hale gelirsin dedim sonra.

O aşağılık herifler hayvan gibi ot yerler dedim,

bir ele geçirdiler mi dedim ananı bellerler.

Oraya gitme dedim,

oraya gitme dedim sana.

Mevlânâ

 

Biz, Bu Yeni Çağın Çocukları

Biz, bu yeni çağın çocukları,

kopuyoruz babalarımızın boyunduruğundan,

savaşmak ve kazanmak için kaldırdık yumruklarımızı,

başlatmak için özgürce yaşamı.

Biz, bu yeni çağın çocukları,

bu öfkeli topraklarda yetişenler,

kırbaç ve boyunduruk altında çalışanlar,

bize artık zincirlerle boğulmak yok.

Biz, bu yeni çağın çocukları,

acılar içinde doğmuş kardeşler,

yöneldik haklı, doğru bir amaca,

babalarımızın yasalarından daha soylu.

Bu kanlı dünya savaşında

Zafer ezilenlerden yana,

güçlü, sımsıcak zafer,

özgür yürek, özgür kafa.

Gençlik kızgın, güçlü, atılgan,

köle gibi yaşayamaz bundan böyle,

hıçkırığa, gözyaşına, didinmeye paydos,

paydos bu toprağın çocuklarına.

Biz, bu yeni çağın çocukları,

atılacağız yeni kavgalara,

sevgiyle yeşeren yaşamımızla

ödeyeceğiz bedelini özgürlüğün.

Migjeni

 

Günün Fıkrası

AÇIM

Dursun bir kıza aşık olmuş. Aşkından da şiir yazmış. Şiiri:

Sabahları yemek yiyemiyorum. Çünkü seni düşünüyorum,

Öğlenleri yemek yiyemiyorum. Çünkü seni düşünüyorum,

Akşamları yemek yiyemiyorum Çünkü seni düşünüyorum,

Geceleri uyuyamıyorum. Çünkü açım!

Günün Sözü

Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer. Birisi güzel bir söz söylüyorsa; bu dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.

Mevlana

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here