Dünyanın Merkezi…

0
32

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız? Sabahın erkeninden gelen gazeteleri karıştırdım, köşe yazılarını haberleri okudum ve kendime “en iyisi, sen resim yap” dedim.

Resim yapmak aslında bu günlerde benim için nasıl bir şey biliyor musunuz? İnternet üzerinden gazete okuyorsanız bilirsiniz. Bir köşe yazısı için tıklamışsınız, yazıyı bekliyorsunuz, ciddi bir yazı. Bir bakıyorsunuz yanı başında bir sürü reklam çıkıyor, zayıflama kremi, lahana diyeti falan. Tuhafıma gidiyor, içinde bulunduğunuz durumda “basenim incelmiş incelmemiş ne gam” diye düşünüyorum! İlk başta kendimce kızıyordum bu reklamlara ancak  dikkat ettim, onların varlığı aslında, hayatın  her şeye rağmen aktığının göstergesi. İyice içine dönmüş yüreğin, soluklanması gibi bir şey. Ve bu günlerde resim yapmak bana öyle gibi geliyor. Soluk alabilmek için resim yapmam gerekiyor. Çünkü başka bir şey yapamıyorum. Aslında yapmak istiyorum ancak resimcisin resimci kal diyorlar.

Yazmak istiyorum, şöyle gönlümce, berdüş dilinde, kafamın bastığı gibi ve söylemek ancak kalemim içe dönük, dilim peltek. Yalnızca fırçam bana boyun eğmez. O zaman en güzel resimleri yapmanın tam zamanı diyip  atölyeme dönmeliyim. Bütün düşüncelerimi dışarıda bırakıp, yenidünyalar yaratmalıyım huzur veren diyorum.

& & & & &

Ve sevgili okuyucularım hayat gerçekten akıyor. Ne olursa olsun, yemek yemek zorundayız, gülmek, güzeli görmek, kişisel hırs ve kıskançlıklarımızdan, gönül yaralarımızdan acı çekmek zorundayız. Yani, huzursuz, tıklım tıklım olsa da ortam, rutin hayat devam ediyor? Çok zaman çocukluğumdan beri hep böyle düşünürdüm. Sıkıntılı ve özellikle çok acılı iken… Aslında  dünya durmalı değil mi? Neden durmuyor ki? Oysa en büyük acıları çekerken bile “an” gelir gülümseriz, hem de ta yürekten? O, “dünya dursun” diye inleyen, yürekten.

Tuhaf, insan denen muamma, tuhaf! Ancak her insan bir dünya, bu bir gerçek… Bazen arkadaşımın dükkanına takılırım, içim sıkıntılı, kişisel beceriksizliğimden acılı iken. Kaldırımdan geçenleri izlerken, gülen, konuşan, düşünen, dilenen, telaşlı telaşsız, gürültücü kaldırımı babasının sanıp arkadaşları ile iyice yayılanlar falan… Ve arkadaşıma dönerim. Bunca sıkıntı içinde insanın kişisel  zevklerine ya da sıkıntılarına kapılması normal mi? Yani toplumsal  olması, gerektiği yerde kişisel  olması nasıl bir şey? “bencillik” diyor. “insan bencildir.” Aklımda  “hala  dünya neden durmuyor?” sorusu takılı olduğu için, “insanın bencilliği aslında dünyanın  durmaması için, akıp gitmesi için lazımdır zahar?” diyorum. Baksana değişik insanlar geçiyor, akıllarında ne var, yüreklerinde ne taşırlar, bilemiyoruz. Ancak  yürüyorlar, aynen bizim gibi ve gülüyorlar? Belki hastaları var, belki sevdiklerinden ayrılmışlar, belki ev kirasını ödeyemiyorlardır? Bazıları onu düşünüyordur? Ancak ilerliyorlar yinede. Ve doğa bir sürü neden vermiştir dünyanın durmaması için…  Burada  aklıma bir Nasrettin  hoca fıkrası geldi…

Bir gün köyün gençleri Hocayı sınavdan geçirmeye karar vermişler. Köyün alanında toplanıp Hoca’nın yolunu beklemişler. Biraz sonra Hoca çıkmış karşılarına. İçlerinden bilgi bakımından kendine güvenen biri: “-Hocam sana bir soru soracağım. Bakalım bilecek misin?”

Hoca da “sor bakalım” demiş.

Delikanlı sormuş; “-Dünyanın merkezi neresidir?”

Hoca anında yanıtlamış; “-Ayağımın bastığı yerin altındadır.”

Çocuklar ne diyeceklerini bilemeden dağılmışlar.

Ve aslında  hepimiz ayağımızın bastığı yeri merkez  belletilmiş değil miyiz? Belki en kıssa ve yalın gerçek bu? Yoksa  dünya çoktan  dönmekten vazgeçerdi  zahir?

Sabahın erkeninden resim sehpasının önündeyim her tarafım boya içinde bilgisayarımda tabi. Ve başım dönüyor her taraf açık olmasına rağmen boya kokusundan, kalkıp nefes almalıyım dedim ve bilgisayarımı aşağı indirdim dizlerim üzerine alıp yazmaya başladım ama alemlerden hangisindeyim hala anlayabilmiş değilim. Resmen nevrim dönmüş vaziyete gibiyim. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım sevgili okuyucularım. Yase

& & & & &

Bu Arkadaşlığın Elidir!

Karataş Belediyesinden Umut dolu Yüreklere yardım eli. – Karataş Belediyesi

Bir lise öğretmeni günün birinde derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: “Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?”

Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. “O zaman” der öğretmen. “Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin.” Öğrenciler bunu da yaparlar. “Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!”

Öğrenciler, bu işten pek birşey anlamamışlardır. Ama, ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen: “Şimdi, bugüne dek affetmeyi istemediğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.”

Bazı öğrenciler torbalarına üçer–beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: “Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde.. hep yanınızda olacaklar.”

Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: “Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.”  “Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf gözlerle bakıyorlar bana artık.”  “Hem sıkıldık, hem yorulduk…”

Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir: “Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, hâlbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir…

Günün Şiiri

Demirci’den

“Gözlerinizi açıp bakın şu Mutsuzlara,

Vahşi güneş altında kavrulup al al yanan,

İnsafsızca ezilen, alınları çatlayan

Mutsuzlara bir bakın! Pek sayın Burjuvalar,

Onlar da sizin gibi insan. Lütfen şapkalar

Çıkarılsın. Haşmetli! Gör, tanı bizler kimiz,

Yeni büyük çağların büyük İşçileriyiz

Evet İşçiyiz bizler. Bu yeni çağda bilmek

Ve çalışmak önemli. Sabahtan akşama dek

Çalışacağız, örse inecek çekicimiz,,

O mutlu yarınların, bilimin avcısıyız.

Savaşını sabırla kazanan insan bütün

Engelleri yıkacak, galip gelecek bir gün

Dizginler ellerinde, bir ata binmiş gibi!

Demir ocaklarının ey görkemli alevi

Kötülüğe son artık! Bilgisizlik çok korkunç!

Bilip öğreneceğiz, ellerimizde çekiç,

Bilineni yeniden gözden geçireceğiz

“Kardeşlerim yürüyün! İleri!” diyeceğiz.

Soylu bir yürek ile sevdiğimiz kadının

Tatlı gülücükleri altında çalışmanın

Ve sade bir yaşamın büyük düşünü kurduk.

Kardeşçe çalışmayı nice özleyip durduk.

Görev aşkı borazan gibi kulağımızda

Çaldıkça, kıvanç dolu, kendimizi nasıl da

Mutlu duyardık bizler;yeter ki o zorbalar

İki büklüm olmaya halkı zorlamasınlar,

Ve ocağın üstünde asılı dursun tüfek…

Arthur RIMBAUD

Bir Toprak İşçisine

Sen omuzunda yorgan, elinde torban,

Sen mevsim işçisi, büyük gezginci,

Doğduğundan beri sen, anan, baban,

Orakçı, çapacı, ırgat, ekinci.

Sen, anan, baban…Siz topraksızlar,

Sizi ben tanırım uzun yollardan.

Size en yığın yığın büyük yalnızlar,

Sizi de yaratmış bizi yaradan.

Ekip biçtiğiniz toprak sizindir,

Sizindir zorluğu, derdi, mihneti.

Sizin çektiğiniz derde dar gelir,

Tanrının ambarı olsa cenneti.

Ve cennet, dünyanın kurulduğundan

Beridir Tanrı’nın düşüncesidir.

Sen sabrını yere çaldığın zaman

Bu güzel hülyadan Tanrı ürperir.

Siz ey yığın yığın büyük yalnızlar,

Sizi de yaratmış bizi yaradan.

Ey mevsim işçisi, ey topraksızlar,

Sizin toprağınız size bu vatan.

Ahmet Kutsi TECER

KÜÇÜK ÇOCUK

Gözlerinde inci yüreğinde sancı
Karanlıkta kaybolmuş ağlıyor küçük çocuk
Belki evin yokmuş senin anan-baban yokmuş senin
Kimselerin yokmuş senin belki seni hor görmüşler
Ne olursa olsun olsun ne olursa olsun
Zaman akıp gidecek günler gelip geçecek
Belki bir gün gelecek teselliyi bulacaksın küçük çocuk

Gözlerinde inci yüreğinde sancı
Karanlıkta kaybolmuş ağlıyor küçük çocuk
Türlü türlü derdin varmış dertler seni senden çalmış
Hakkın olan üç kuruşu o yabancı eller almış
Ne olursa olsun olsun ne olursa olsun
Zaman akıp gidecek günler gelip geçecek
Belki bir gün gelecek teselliyi bulacaksın küçük çocuk

Serdar YILDIRIM

Günün Sözü

Kusursuz dost arayan dostsuz kalır.
Hz. Mevlâna

Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol.
Hz. Mevlâna

Her şeyi denerim; ama yapabildiklerimi yaparım.
Herman Melville

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here