Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? IŞİD denen canavar, İslam’dan kelime anlamazken İslam adı ile ölüm makinesi gibi çalışıyor, Fetva veriyor! Allah’ın peygamberine bile vermediği yetkiyi onlar kendi kendilerine veriyorlar. Bunların mezhebi yok, inancı yok, dini yok bence. Çünkü hiçbir din, hiçbir inanç, hiçbir mezhep haksız yere öldürmeyi hoş göremez, özelikle inancından dolayı olursa. Bakalım nereye kadar seyredecek dünya İslam adı ile yapılan bu vahşeti… Hayır İslam adı böylece canavarlıkla eşleşir duruma geldi bunların sayesinde. Ve bu yüzü maskeli yanardönerler, askerleri kurşuna dizerkenki cesaretlerini peçeli yüzlerini açmak içinde kullansalar ya? Ama yapmazlar foyaları çıkar ortaya. Tarih onları bir gün yargılayacak. Kimsenin kimseye yaptığı yanına kalmıyor. İlahi bir adalet var inanıyorum ve nasıl olsa bir gün tecelli edecektir. Ve hala konsolosluk görevlileri serbest kalmadı ve tır şoförleri. Herkes gergin bir bekleyişte… Bakalım ne zamana kadar?
& & & & &
Ve CHP, MHP anlaşarak Çatı adayı belirledi. Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu. Hayırlı olsun. Kendi hesabıma Ekmeleddin beyi çok ta tanımıyorum. Doğru bir aday mı bilmiyorum ve tek aday mı onu da bilmiyorum. Biyografisine bakılırsa süper bir aday… Ancak bendeniz yinede alternatif adaylar da olsun diye düşünüyorum. Yalnız MHP ve CHP’nin değil Ak Partinin ve HDP’nin de onaylayacağı bir aday. Şimdi çatının iki direği eksik kalmış gibi. Ne diyelim hayırlısı olsun.
Ve sayın Ekmeleddin İhasanoğlu kim? Bir bakalım. 1943 yılında Kahire’de doğan İhsanoğlu bilim tarihi, Türk kültürü, İslam dünyası ve Batı dünyası ilişkileri ve Türk-Arap ilişkileri hakkında değişik dillerde çok sayıda kitap, makalesi olan bir bilim adamı.
2005-2014 arasında İslam Konferansı Örgütü eski genel sekreterliği yapan İhsanoğlu, Mısır Ayn Şems Üniversitesi Fen Fakültesi’nden mezun olduktan sonra El Ezher Üniversitesi’nde akademik hayata başladı. Türk kültürünü küçük yaşta aile çevresinde tanıyan İhsanoğlu, Kahire Milli Kütüphanesi’nde ve Ayn Şems Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Osmanlı kültürü ve edebiyatı ile ilgili araştırma ve eğitim çalışmaları yaptı. 1974’te Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’nde doktorasını tamamladıktan sonra, İngiltere’de Exeter Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmaları yapmış.
İslâm ve Batı kültürüyle yakından teması olan İhsanoğlu, 1984’te profesör oldu. Prof. İhsanoğlu, İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi’nin genel direktörlüğünün yanı sıra İÜ Edebiyat Fakültesi Bilim Tarihi Bölümü ile Türk Bilim Tarihi Kurumu’nun başkanlığını ve İÜ Bilim Tarihi Müze ve Dokümantasyon Merkezi müdürlüğü görevlerinde bulundu. UNESCO ve Harvard Üniversitesi’ndeki görevlerinin yanı sıra millî ve uluslararası birçok bilim kurumunun üyesi olan İhsanoğlu, bilim ve eğitim tarihine katkı ve hizmetlerinden dolayı birçok ödül aldı. Devlet Üstün Hizmet Madalyası sahibi olan İhsanoğlu evli ve 3 çocuk babası.
Ve sevgili oyucularım dilerim herkesin “işte bu” diyeceği bir adayda buluşuruz. Ve biz şimdi yurtta sulh cihanda sulh demeye devam ediyoruz. Sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte her zaman. Yase
Şubat Güneşi
“Peki ama ben neden bu kadar halsizim, gözlerimi açmak için bile enerjim yok. Nasıl kalkabilirim ki?” “ben seni kucaklarım sonra kahvaltı ederiz kendine gelirsin yavaş, yavaş tatlım.” Zeynep “peki” diyerek ona doğru eğilmiş olan Ahmet’in boynuna sardı kollarını. Ahmet onu kucaklayarak yataktan kaldırdı. Kız başını Ahmet’in boynuna gömmüştü hiç hali yoktu. Kalbi yine deli gibi atıyordu. Ahmet kızı kucağında banyoya taşırken Sakine de mutfaktan çıkıyordu. “A Zeynep Hanım uyandı nihayet çok şükür” dedi. Ahmet “sen odayı havalandır lütfen Sakine” diye yanıt verdi. Tüy gibi hafiflemiş Zeynep’i banyoya götürdü. Yavaşça yere bıraktı. Zeynep “teşekkür ederim” dedi. Ölgün bitkin bir sesle. Banyo tezgâhına tutunmuştu. “Sen çık ben kendimi idare ederim” dedi. Ahmet “Kapın önündeyim” diyerek dışarı çıktı. Mutfağa doğru yürümüştü ki banyodan gelen gürültüyle telaşla geri döndü. Kapıyı açtı ki Zeynep yerdeydi. “Zeynep ne oldu tatlım” diye atıldı. Kız “yok bir şey” dedi “yalnızca başım dönüyor” “canım benim senin kalkmaman gerekiyordu aslında kabahat benim” diyerek kızı kucaklayıp yerden kaldırdı. Giysilerini düzelti, musluğu açıp soğuk suyla yüzünü yıkadı. Kucağından hiç indirmeden…
Sonra oturma odasına götürdü, pencerenin önündeki koltuklardan birine yerleştirdi birkaç yastık koyup başını yükselti. Üstüne ince bir battaniye örttü. İşi bitince kızın sararmış solmuş yüzünü ellerinin arasına alarak şefkatle öptü. Kız gözlerini kapatmış kalbinin atışlarını susturmaya çalışıyordu. Ahmet “tatlım, seni hemen beslemek zorundayız çabuk ayağa kalkman için. Şimdi sana kahvaltı getireceğim” demeye kalmadan Sakine elinde kahvaltı tepsisiyle odaya girdi. Tepsiyi masanın üzerine bırakıp çıktı. Zeynep gözlerini kapatmıştı yeniden. Ahmet masayı Zeynep’in yanına çekti. “gözlerini açar mısın tatlım” dedi “hadi şu suyu bir iç önce” Zeynep gözlerini açtı Ahmet’in dudaklarına dayadığı suyu damla, damla içti. Bardaktaki su bitince kız başını yeniden yastıkların üzerine bıraktı. Ahmet zorla olsa da kıza bir şeyler yedirmeyi başarmıştı sonunda. Zeynep “lütfen biraz eğilir misin?” dediğinde, hemen eğildi. Kız halsizce boynuna sarılıp onu sevgiyle minnetle öptü. Dudakları hala alev gibi yanıyordu. Kulağına “seni seviyorum” diye fısıldadı. “çok teşekkürler.” “Bende seni büyücü” diyerek Ahmet kıza sarıldı. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. “ağlıyor musun?” dedi Zeynep hayretle, sonra Ahmet’in gözlerinden süzülen yaşlara parmağıyla dokunarak “kıyamam benim için ağlama sakın”
Ahmet yüzüne değen parmakları tutup öperek “Çok merak ettim çok korktum Zeynep bilemezsin” “Ah ya çok mu hasta oldum ben?” “Evet, ama şimdi iyisin değil mi bir tanem?” “Evet, daha iyiyim bu baş dönmesi ve halsizlikten bir kurtulsam?” “Geçecek hayatım sen neler geçirdin bu da geçecek merak etme” kıza sarıldı. Kızda ona gözyaşları birbirine karışarak öpüştüler. Sonra Ahmet yavaşça yastıkların üzerine bıraktı kızı ”çabuk geçecek tatlım ama senin daha bir müddet dinlenmen gerekiyor” dedi.
Ancak Zeynep çabuk toparlanamadı. Selim birkaç kez daha serum vermek zorunda kaldı. Ahmet Yusuf’u arayıp durumu anlatmış Yusuf’ta kalkıp gelmişti. Yusuf “Zeynep annesinin vefatından sonrada böyle olmuştu” dedi. Zeynep’i elinde serum kendinden geçmiş yatar görünce. “abisine çok düşkündü ancak annesini üzmemek için çok gayret gösterdi. Annesi vefat edince yine böyle günlerce uyudu. Tam kendine geldi derken Can’ın hastalığı çıktı ortaya ki o hepimizi perişan etmişti. Ama Zeynep Can’ın hastalığında yanından bir saniye ayrılmadı kendini ona adadı. “üzülmeye zamanım yok” derdi hep. O birkaç ayı Can’la yaşamak istiyordu, kendine acımadan çocuğu üzmeden “zaten” diyordu “sonradan üzüntümü yaşamak için bol, bol zamanım olacak.” İnanır mısın Ahmet, Can’ın ölümünden sonra kendini kendine hapsetti, kimseyle hatta benimle bile paylaşmadı acısını. Onu yalnız bırakmadım ama o hiç konuşmadı, bakmadı, şikâyet etmedi, ağlamadı. Her şeyi rüyada gibi yapıyor gibiydi hatta okula bile gitmeye başlamıştı bu şekilde. Ancak bir gün “Yusuf” dedi. “Ben gidiyorum, okulu bırakıyorum” çıldırmıştım. Okulu bırakamazdı okulu hiç olmasa şimdilik bırakmamasını dondurmasını söyledim. Onun içinde kavga ettik sonunda onu ikna edebildim de dondurdu okulu. “kendimle yüzleşmem ve ortam değiştirmem gerekiyor” dedi. Yalnız gitmesini istemiyordu annem bende tabi. “bende geleyim” dedim istemedi. Bunca baskıya dayanamayacağını biliyordum bu yüzden yalnız gitmesini istemedim ama benim inatçı dediğim dedik küçük kuzenim canım kardeşim “gideceğim” demişti bir defa ve gitti.”
İkisi Zeynep in başında durmuş serumun bitmesini bekliyorlardı. Zeynep gözlerini açıp “siz benim dedikodumu mu yapıyorsunuz ne ayıp” demiş. Sonra yeniden gözlerini kapatmıştı
Yusuf Zeynep’in evinde kalıyordu üç günden beri. Ahmet’le gitmişlerdi eve. Kapının anahtarını değiştirmişler pencereleri açıp evi havalandırmışlardı. Ahmet evin sıcak ve modern görüntüsünden etkilenmişti. Zeynep’in odasını merak ediyordu. Yusuf anahtarcı ile konuşurken o da Zeynep’in olduğunu tahmin ettiği kapısı açık odadan içeri girmişti. Arkası Yarın
Günün Şiiri
Unutamadığım
Açardın,
Yalnızlığımda
Mavi ve yeşil,
Açardın.
Tavşan kanı, kınalı – berrak.
Yenerdim acıları, kahpelikleri…
Gitmek,
Gözlerinde gitmek sürgüne.
Yatmak,
Gözlerinde yatmak zindanı
Gözlerin hani?
“To be or not to be” değil.
“Cogito ergo sum” hiç değil…
Asıl iş, anlamak kaçınılmaz’ı,
Durdurulmaz çığı
Sonsuz akımı.
İçmek,
Gözlerinde içmek ayışığını.
Varmak,
Gözlerinde varmak can tılsımına.
Gözlerin hani?
Canımın gizlisinde bir can idin ki
Kan değil sevdamız akardı geceye,
Sıktıkça cellad,
Kemendi…
Duymak,
Gözlerinde duymak üç – ağaçları
Susmak,
Gözlerinde susmak,
Ustura gibi…
Gözlerin hani?
Ahmed ARİF