Demokrasi, adı üzerinde halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimidir… Cumhuriyet, milletin egemenliği doğrultusunda belirli süreçler için seçtiği kişiler aracılığıyla devleti yönetme biçimidir…
Diktatörlük, egemen ve mutlak siyasi bir gücün oluşturduğu ve denetimsiz olarak devletin yönetildiği siyasi düzendir…
Ara rejim, tıpkı “teknik bir arıza ya da elektrik kesintisi nedeniyle yayınımıza geçici bir süre ara vermek zorunda kaldık/kalıyoruz. Seyircilerimizden özür diliyoruz.” Buna benzer bir bahaneyle, “siyasi bir arıza bir arıza nedeniyle yürürlükteki yönetime geçici bir süre için ara verilmiştir. Milletimizden özür dileriz.“ bildirgesiyle yönetime “el koyma” biçimidir.
Demokrasilerde halkın dediği olur, kurallar rejimidir, hesap sorulur hesap verilir. Geçici bir süre için seçilerek emanet edilen makama oturanlar, halka karşı sorumludurlar.
Eşitlik, özgürlük, hukuk, adalet, fırsat eşitliği, şeffaflık… Bu kavramların temel güvencesi demokrasidir. Demokrasi evrenseldir; kendi kaderini kendisi tayin eden Milletin dışında hiçbir gücün etkisinde, güdümünde ve tekelinde değildir…
Demokrasi kültürünün temeli adalettir. Adaletin olduğu yerde korku, hukuksuzluk, huzursuzluk ve düzenbazlığa yer yoktur. Diktatörlüğe gelince, bütün siyasi yetkiler bir kişi ve onun güdümündeki belirli bir zümrenin elinde toplandığından, mutlak, keyfi ve denetimsiz siyasi bir güçtür.
Diktatör, deyim yerindeyse “ister keser, ister asar…” uyguladığı, konuştuğu her şey kanundur. Kimseye hesap vermez, dediği dediktir. Diktatörün nezaket ve adaleti olmaz. Vatandaşlarından hep uzaktadır. Onlara sırtını çevirir, tepeden bakar.
Diktatörler saraylarda gününü gün edip, keyif çatarlarken halkın hiçbir sorunuyla ilgilenmez. Halkına sopa göstererek ayakta durmaya direnirler. Çağın çok gerisindeki karanlık Ortaçağ zihniyeti Hitler, Saddam ve Kaddafi benzeri yönetim sevdalıları, zulüm verdikleri halkları karşısında tutunamadılar yıkılıp yok oldular.
İnsanlık tarihi, bu tür ibretlik örneklerle doludur. Diktatörlerin sonları kaderleri aynıdır, değişmez. Hep tekerrür eder. 21. yüzyılın doğasına aykırı olan “zorla, dayatmayla, korkuyla” ülkeyi yönetme heveslileri, eninde sonunda buharlaşıp yok olurlar. Zaten nesilleri de tükenme noktasındadır.
Hiçbir diktatör, insanlığa yaraşan “demokrasi, eşitlik, hukuk, adalet ve özgürlük…” gibi evrensel kavramları ağzına almaz, bahsedilmesinden hoşlanmaz. Bir diktatör, yazarlığa soyunup “hukuk, adalet ve özgürlük” ile ilgili kitap yazmaz. Ülkenin mutlak “tapu sahibi ve efendisi” olduğunu korku ve sindirmelerle topluma kabul ettirme çabalarını sürdürür.
Diktatörlerin her şeye güçlerinin yettiğini sanırlar. Ama yanılgı içindedirler. Çünkü hiçbir diktatör topluma “nefes alıp vermeyi, hapşırmayı, hıçkırmayı, esnemeyi, uyumayı, tuvaletleri yapmayı, öksürmeyi, işitmeyi, bakmayı hele-hele çiftleşmeyi” yasaklamaya gücü yetmez. O diktatörler ancak “düşüncelerin paylaşılmamasını, eleştirilmemeyi, uyarılmayı, emirlere itaatsizliği” yasaklarlar.
Kaba güçle korkutmak, öfke kusmak, emirler yağdırmak, hataları örtbas etmek… Kapalı rejim denen diktatörlüğün karakteristik özelliğidir. İnsanın en doğal hakkı olan “düşünmeyi, konuşmamayı ve eleştirmeyi” yasaklayan bu zihniyet, nasıl eşitlik ve adalet sağlayabilir ki?
“Gerçek demokrasiden daha iyi bir yönetim biçimi vardır” diyen varsa, ya ortaya çıkıp söylesin, ya da ebediyete kadar sussun.