Emek vermeye değer bulduğum başlıktaki konuyu; “emek mi değer üretir, değer mi emek?” soru ekseninde yorumlayarak değerlendirmek istiyorum.. Artı, Dücane Cündüoğlu’na ait, “Sözün genişliğe değil, derinliğe ihtiyacı var” değerlendirmesiyle birlikte Marks’a ait; “Değer, billurlaşmış insan emeğidir” yargısını bu isteğime ekliyorum..
Afşar Timuçin, Felsefe Sözlüğünde, “değer” kavramını açıklarken, Marks’ın bu ‘kitap özeti’ cümlesini alıntılıyor ve “İnsanın değerlerini içeren üç temel alanı” belirtiyor: “1.Doğru ile ilgili bilgisel alan, 2.İyi ile ilgili ahlâki alan, 3.Güzel ile ilgili estetiksel alan..”
Burada “mesela?” diye sorulabilir.. Soruya yanıt anlamında “su testisini” örnek verebiliriz.. Mesela, su testisi bir meta olarak ekonomik bir değeri temsil eder diyebiliriz.. Devamla, testi bir sanat nesnesi ise estetik bir değer taşıdığını, testi susuz kalan dudaklara sunulduğunda ahlâki bir değere dönüştüğünü ve tümünde de insanın “pırıltılı, billurlaşmış bir emeği” olduğunu görebiliriz.. Yine buradan, konu, olay, durum ve nesnelerle ilişkilerimizde maddi ve manevi farklı amaç, istek ve ihtiyaçlarımızın olduğunu, bu ihtiyaçlar doğrultusunda önce değer duygumuzun oluştuğunu ve ihtiyaç öncelemesine göre de bir değer yargısına ulaştığımızı söyleyebiliriz..
Değer olarak duyumsadığımız nesnelere karşı oluşabilecek bir duygu azalması, duyumsanan değerin ihtiyaç önceliğini de gerilere atar.. Duygu kaybıyla birlikte o ihtiyacın hükmü kıymeti de yok olur.. Mesela çölde yolculuk yapan insan için testi, susuzluk ihtiyacını öncelemesi nedeniyle elbette bir değerdir.. Fakat testinin hükmü kıymeti, içindeki suyun bir değer duygusu oluşturması nedeniyledir.. Bu anlamla ben; “insanların konu, olay, durum ve nesnelerle bağlantısında, ilişkisinde değer duygusu oluşmadan verdiği hükmün de bir kıymetinin olamayacağını” düşünüyorum.. Mesela, içindeki su bitse de, vahadan su doldurma umudu, testinin bir değer olduğu duygusunu devam ettirir/ettirmelidir.. Bu durum gerçekte suyun bir değer olarak duyumsanmasının da bir kanıtıdır..
Şayet, içi boş testiyi yanımızda taşımanın bir yük olduğunu değerlendirip testiden vazgeçme halinde isek, bu halde söz konusu olan, yalnız testiye karşı duyumsadığımız değerin yok olmasını değil eş zamanda vaha umuduyla birlikte suya karşı duyumsadığımız değerin de artık kalmadığıdır.. Dolayısıyla da artık çölden çıkmak ya da çölde kalmak anlamında “yolun sonunda” olduğumuz aşikârdır..
Prof. Dr. Fisun Çuhadaroğlu, “Değişen toplumda kimlik krizi” konulu konferansında bu durumu şöyle açıklıyor; “Toplumsal değişim, teknolojik gelişmeler, fazla uyaranla etkileşim, sosyal hareketlilik, nesne ilişkileri değişikliklerine yol açmaktadır. Nesne ilişkilerinde, “kalıcılık” yerini “gelip geçiciliğe” bırakmıştır. Toplumlarda “bir kağıt eşya kültürü” oluşmuştur. Buna “kullan at kültürü” de diyebiliriz. Bu kültür gerçeklik duygusunu azaltmakta ve yabancılaşmaya yol açmaktadır. Bu da kalıcı değerlere sahip olunmasının önünde engel oluşturmaktadır.”
Tam da burada şöyle diyor “İlkeselliğe Veda” adlı kitabında Odo Marquard: “Savurganlık çağında yaşıyoruz. Bu gün her şey har vurup harman savruluyor. Tek kullanımlık şişeler, tek kullanımlık poşetler, torbalar, tek kullanımlık paketler.Tek kullanımlık içerikler, tek kullanımlık şeyler, tek kullanımlık dünya.. Ve tek kullanımlık düşünce.. Sadece bir kez düşünülen, kullanılan ve sonra bir daha ortaya çıkmayan düşünce..”
Kapitalist sistemin, manevi değerleri bile, “kâr” amacıyla metalaştırarak, sevgi, barış, kardeşlik, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma gibi değerler içeren insani özümüzle bağımızı koparttığı, bireycilik, bencillik ve çıkarcılık gibi değersizlikleri değer gibi tüketime sunduğu günümüz modern tüketim toplumlarında insanın “değerlere” yabancılaşmaması mümkün mü? Bence mümkün.. Ve fakat bunun için önce; kapitalizmin ‘bireycilik, bencillik ve çıkarcılık’ gibi değersizliklerine yabancılaşmamız, devamında ise “billurlaşmış bir emeğin ürünü” olan insani değerlerimize yakınlaşmamız gerekir diye düşünüyorum..
Son tahlilde ben, insanlığımızın emekle billurlaştırdığı maruf evrensel değerlerine değer vermeyi, “marufu emretmek, münkeri nehyetmek” yargısal değerin tümlüğünde yorumluyorum.. Artı, “Tarihte belirleyici etken gerçek yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir” yargısına atıfla, Celalettin Rumi’nin, “Anlayış sudur, beden testi.. Testi kırılınca içindeki su dökülür” değer duyumuyla, “Beden testilerini kırmadan buharlaşan suyuna su katın” değer yargısını da düşünceme ekliyorum..
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com
insanların emeği ile oluşan şeyler bir kere kullanılıp atılıyor. (emeğe saygısızlık)
bu arada çok güzel bir yazı ellerinize sağlık öğretmenim.