Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu sabah hafif bir sallantı ile açtı gözlerini bazı İskenderunlular. Bazı diyorum çünkü birçok kişi bu sallantının ayrımında bile olmadı. Sabaha karşı görülen rüyalardan birini yaşıyordum sallanmaya başlayınca İskenderun körfezi, 4.6 şiddetinde. Uyandım ama yerimden kıpırdamadım. Geçmesini bekledim sakince. Geçince uykuma devam ettim, normal saatimde uyandığımda, rüyamı da sallandığımızda unutmuştum, kardeşim arayıp “geçmiş olsun” demeseydi, öğlen haberlerine kadar anımsamayacaktım büyük bir olasılıkla.
Doğa sinirli bu günlerde. Demek onu çok kızdırmışız. Öfkesini çeşitli şekillerde ortaya seriyor, gözdağı veriyor. Çok haklı çok… Ülkemiz bir cennet, doğası, havası, güneşi ve denizi ile. Ama biz ne yapıyoruz? El birliği ile onu mahvetmeye uğraşıyoruz. Gerçi el birliği ile değil aramızda bu suça katılmayanlar var. Doğaya saygılı olanlar doğayı hiçbir getirime feda etmeyenler de aramızda az değil. Uyduruk kıytırık parfümleri kullanmayan, almayanı döverler gibi olan arabaları, olanakları olduğu halde bankaların teşviklerine rağmen almayan kullanmayan, çöpüne sahip çıkan, doğaya sigara dumanı ile bile zarar vermeyenlerdir bunlar. Sayısı az olmakla beraber. Denizde damla gibi. Ama yinede varlar. Çok şükür.
Yurdumuzda güneş, özelikle Akdeniz bölgesinde nerdeyse yılın 12 ayı etkin. Ondan yararlanmamızı bekliyor. Güneş enerjisi ile sularımızı ısıtıyoruz. Elektriğimizi de kesinlikle ondan elde edebiliriz. Hatta satabiliriz. Bazı özgür insanlar bunu çözmüş. Bedava elektik enerjisi elde ediyorlar güneşten. Abim bunlardan biri. Güneşin bir demeti için bile yılda beş kez İskenderun’a gelen Alman arkadaşımın yaşadığı kentte oturmasına rağmen. Ve orada tek değil.
Nükleer santraller ve bu santrallerde kullanılacak tonlarca kömürün havaya doğaya insana vereceği zararı düşününce güneşi ve enerjisine tapınasın geliyor doğrusu. Güneş enerjisi için kimseye önden bir şey teklif etmek gerekmiyor tabi. Yani güneşe “sevgili güneş seni kullanmak için sana bu kadar milyonlar vereceğim sen yalnız benim için çalış” diyemez kimse değil mi? Çünkü Güneş her sabah bütün kapıları çalar içeri girmek için “bu benden bu benden değil” demeden. Ona “yalnız benim için doğ” diyemez insan ve insan çok bencil olduğu ve rant peşinde olduğu için güneşin alçak gönüllü, bedava, sevecen, tertemiz enerjisinin faydalarını, bizden milyon kez iyi bildiği halde kullanmak istemez.
Ve nükleer enerjiden dolayı İskenderun Körfezi ve o arada yaşayan balıkların durumunu da söylemeye hiç gerek yok. Hava, su, deniz zehirlenecek peki ne için? Bilen bilir. Ve biz çevremiz için yırtınıp duralım boşu boşuna. Ancak buna rağmen bir taraftan tutmaya çalışarak suç birliği etmemek içinde uğraşıyoruz. İskenderun Çevre Koruma Derneği ve Evimiz İskenderun- Süpürge Derneği ile birlikte 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde bu bapta Bisiklet turu düzenlendi. Bisiklete binmeye özendirelim, insana doğaya ve ilk başta kendimize saygılı olduğumuzu gösterim diye. Ve bu kirlilikte en az bizim katkımız yok diyebilelim ve vicdan rahatlığı içinde olabilelim ve katılımı mümkün olduğu kadar artırıp dikkatimizi bir an bile çevreden ve çevre bilincinden uzaklaştırmayalım diye.
Bizim apartman girişi bisiklet garajı sanki bütün sakinleri bisiklet kullanıyor. Süpürge Derneği Başkanı Sayın Eyüp Tümkaya’nın bisikleti de aralarında. Eyüp Bey işe bile bisikletle gidenlerden. Çok zorunlu olmadıkça aracını kullanmaz Eyüp Bey. Bu yüzdenden de gruba öncülük etti.
Ve sevgili okuyucularım minik bir sallantıydı bu sabah (dün) yaşadığımız ama biz onu bütün gücümüzle çağırmaya devam ediyoruz. Bir gün onu çağırdığımız şiddette gelirse işte o gün ne yapacağız onu bilemiyorum? Kimi suçlayacağız kaderi mi kısmeti mi? Ve sevgili okuyucularım sağlık ve sevgiyle temiz hava, temiz vicdan ve temiz bir gülümseme ile kalalım hep birlikte. Yase
Şubat Güneşi
Yusuf bir dilim tavuğu mayoneze bulayarak Zeynep’e uzattı kız ağzını açıp açmamak arasında bir bocaladı sonra tavuğu kaptı. Ve çiğnemeden yuttu. Çünkü çiğnerse kusacağından korkuyordu. Ahmet ona baktı kız alev, alevdi sanki. Yusuf “Sen iyi misin” diye kıza baktı. “Sanki ateşin varmış gibi.” “Yok canım seni gördüm heyecanlandım ondan.” dedi. “Yemekten sonra bize gideriz Yusuf” dedi Ahmet “Sende biraz dinlenmiş olursun.” “Teşekkür ederim Ahmet ama ben bu gece dönmek zorundayım yarın sınavlarım var. Zeynep’i artık size emanet ediyorum. Siz olmasaydınız şimdi nerede olurdu düşünmek bile istemiyorum. Her şey için çok sağ olun siz olmasaydınız onu alıp gidecektim doğrusu.”
Zeynep çocuğun elini tutmuş bırakmıyordu. “İyi ki telefonum yokmuş” dedi. “Yoksa seni göremeyecektim. İyi ki geldin. Beni afettin mi?” Yusuf kızın saçlarını dağıtarak yanağına sevgi dolu bir öpücük yapıştırdı. “Seni affetmemek mümkün mü büyücü” dedi. Sonra Ahmet’e döndü, “Dikkat edin, gerçekten büyücü bu, sizi de büyülemesin” Ahmet içinden “çoktan büyüledi bile” dedi… Sonrada “Büyüye karşı tılsımlıyım” dedi… Hepsi birden gülmeye başladı. Yemekten sonra peynirli künefe istediler. Zeynep “ben istemiyorum” dedi. “Zaten çokta sevmiyorum ama yinede tabağınızdan biraz alabilirim, dondurma var mı?” İki erkek birden baktı “dondurmamı istiyorsun” dedi Yusuf. “Evet ne var bunda?” Siparişleri alan genç çocuk “ne yazık ki dondurmamız yok” dedi. “O zaman bizde çay içeriz.”
Birazdan genç çocuk elinde tepsi içinde iki tabak dumanı tüten peynirli künefe üzerinde bol fıstıkla geldi. Tabakları bıraktı çayları da. “Harika görünüyor” diyerek Yusuf çatalını bıçağını daldırdı tatlıya, tatlının lastik gibi uzayan peynirini dikkatle çatalına dolayarak. “Çabuk aç ağzını Zeynep” dedi. Zeynep annesi tarafından beslenen kuş gibi ağzını açtı. Ahmet onu izliyordu. Kızın tatlıyı yerken kasıldığını gördü. Sıcak tereyağlı bol peynirli tatlı midesini bulandırmıştı, Zeynep buna rağmen kibarca “teşekkür ederim” dedi. Ahmet’le Yusuf arasında sıcak bir dostluk kurulmuştu. Ahmet’in kıskançlığına rağmen… Ahmet mesleğinden İskenderun’a dönüş nedeninden falan söz etti. Yusuf da tıp okuduğunu, şimdilerde ihtisas yaptığını söyleyince Ahmet çok ilgilendi. “Abim de doktor” dedi. “Hangi branş üzerine uzmanlık yapmayı düşünüyorsun?” “Ruh ve sinir hastalıkları” dedi Yusuf. Sonra ilave etti “Zeynep de tıp okuyor biliyor muydun?” “Hayır” dedi Ahmet hayretle “Söylemedi. Ama ben onun edebiyat, sanat gibi bir şey okuduğunu sanıyordum” Sonra Zeynep’e baktı soru sorar gibi.
Zeynep “ama şimdi okumuyorum ki” dedi kayıtsızca. “Ama okuyacaksın küçük hanım” diye Yusuf atıldı. “Tamam hastaydın falan okulu dondurdun ama ömür boyu okulu donduramazsın canım özelikle de bu “tıp” olursa. Zeynep lütfen toparlan artık, sözde buraya toparlanmaya geldin ama seni daha çok dağınık buldum tır çarpmış, kırık dökük bir araba gibisin her parçan bir yerde.” Ahmet “doğru” dedi “gerçekten her parçası bir yerde”. “Aa el birliği ile beni mi azarlıyorsunuz? İnanmıyorum erkek dayanışması bu olsa gerek” dedi yalancıktan somurtarak. “Hayır canım ne azarı biz sadece gördüğümüzü söylüyoruz.” “Söylemeyin, zaten bildiğim şeyi üstelik canımı acıtıyorken.” “O canım benim, kıyamam…” diyerek Yusuf kolunu kızın omzuna attı. Sonra hemen ciddileşerek “ama gerçekten Zeynep bu yıl kaydını yenilemen gerekiyor biliyorsun değil mi? Ona göre davran bir tanem.” Arkası Yarın
Günün Şiiri
Gelmeden Evvel, Geldin, Birlikte
Gelmeden Evvel
Kalbim
Benim bir ormandı,
İsimsiz, asude,
Bir büyük orman;
Ve gölgelerinde revan
Olan hafi suların aks-i şevk-i müttaridi
Dağıtırken sükutu bihude,
Düşünürdüm ki, hangi gün, ne zaman,
Ne zaman
Girecektin o kalb-i mes’ude?
Etmeden zehr-bad-ı fasl-ı elem
Reng-i eşcar ü abı fersude,
Dolacak mıydı seslerin, bilmem
O tehi saye zar-ı mesdude?
Sanki hicrana bir teselliydi
Şeceristan-ı kalb içinde revan
Olan hafi suların musiki-i nevmidi.
Geldin
Bir gün
Akşamın ölgün
Duran o namütenahi ziya denizlerine
Gark olan eşcar,
Gark olan ovalar
Oluyorken sükut ü hüzne makar
Geldin alam-ı kalbi teskine
Ey şebabın hayal-ı cavidi,
O melul akşamın havası kadar
Gelişin bir sükun-ı saridi…
Birlikte
Bütün bizimçündür
Nukuş-ı encüm-i vahdetle işlenen bir tül
Gibi üstünde titreyen bu sema;
Gecenin dallarında şimdi açan
Bu kamer,
Bu altın gül…
Bütün bizimçündür
Ne varsa aşk ile bidar-ı ra’şe, ya naim,
Ne varsa aid olan leyl-i hande-me’nusa,
Sana aid lebimdeki buse,
Lebinin surh-ı bizevali benim.
Ahmet HAŞİM
Günün Sözü
Fırtınanın şiddeti ne olursa olsun martı sevdiği denizden asla vazgeçmez.
Albert Camus