Cehennemden Günler…

0
65

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bizi sorsanız Cehennemden bir güne uyandık bu sabah Gazipaşa’da. Bir taraftan şiddetli sımsıcak bir rüzgar denizi kışkırtmış kayaları dövüyor, bir tarafta itfaiyenin tüyler ürperten sirenleri ve bir taraftan üzerimizden geçen helikopterler, koşturan çocuklar! “Allah Allah ne oluyor” diye fırladık yataktan. Hemen aklımıza orman yangını geldi tabi. Komşumuz Yunanistan’da bir anda etrafı yakıp yutan alevler, Amerika’da hala söndürülmeyen içimiz ürperdi, sonra Endonezya’daki deprem ve Karadeniz’de dün fındıkları, evleri, araçları, insanları önüne katan sel felekti! Eh dünya doğanın gazabına uğramışken bizde nasibimizi alacağız kuşkusuz.

Ancak nedense bizler hep bana olmaz düşüncesi içinde olduğumuzdan doğanın sürprizlerine hazırlıklı olmak aklımıza bile gelmediğinden telaştan elimiz ayağımıza dolaşır, hem canımızı, hem malımızı tehlikeye atarız. Sakin düşününce, aslında her yıl bu ayda bu günde bu sıcak fırtına çıkar. Bu doğanın gazabı değil kesinlikle, insanın kendi kendini yok etmek için uğraşılarının sonuçları bir yerde. Ama oralara girmeyelim hiç zaten şu anda sımsıcak esen rüzgâr değdiği yeri kavuruyor, kapı pencere kapalı, havuz kapalı, denize girilmiyor, keskin bir güneş “kıpırdamayın vururum” diyor. Birde kafamızı, düşüncelerimizi bulandırmayalım.

Sonradan öğrendik ki orman yangını yokmuş, itfaiye helikopterler gitti ancak ağaçları hışır hışır döven sımsıcak rüzgâr bizi de kuru dallara çevirmek üzere kapıyı pencereyi zorluyor.

Şu an evde ağaçların hışırtısından başka ses yok. Komşu çocukları da uykuda, çekildi sesleri sedaları gelmiyor. Herkes kitabına eğilmiş, bendenizde bilgisayarıma sarılmış serin bir köşe hayal ederek yazmaya çalışıyorum. Kıpırdadıkça ter boşalıyor üzerimden.

Ve tabi bizi terleten yalnız doğa değil. Abuk sabuk cehalet bazılarının üzerinden süklüm büklüm dökülen. Yani nasıl bir cesaret ve öz güven, insanlara, bir döneme damgasını vurmuş, hayatta olmayan bir sanatçıya dil uzatma cüretinde bulunabilir? Anlamak mümkün değil. Doğrusu bu konuda yazıp bu insana paye vermek istemiyorum.

Bu garipliklerle içinde bulunduğumuz ekonomik zorlukları perdeleyebileceklerini sanıyorlarsa yanılırlar. Çünkü bizler yani biz sıradan, basit insanlar en azından diğer her şeyi geçiyorum pazara gittiğimizde elimizi uzatamıyorsak sebzeye meyveye… Ulaşım deseniz sanki borsada, saniye başı ücretler artıyorsa ve artık söylenecek ya da gizlenecek ya da perdelenecek bir şey kalmıyor demektir ortada değil mi yani?

Ve sevgili okuyucularım sıcaktan ellerim nemlendi, bilgisayara yapışıyor. Alnımdan terler, gözlüğümden içeri girip gözlerime damlıyor. Saniye başı gözlüğümü kurutmaya çalışıyorum, gözlerimin yanması cabası. Valla burada bu hava çekilmiyor demeyeceğim diğer çektiklerimizin yanında masum kalıyor çünkü. Ancak yine de “Allah’ım lütfen katlanma kat sayımızı arttır” diyoruz. İskenderun’dan gelen yağmur haberleri valla içimizi burkuyor buraya da azıcık yağsa ya?

Ve sevgili okuyucularım yeni bir dizi başlamış “Nefes Nefese”, Antakya’da çekiliyormuş. Valla bendeniz izlemiyorum ancak dün evde açıktı tv. Ve gördüklerim çok çanımı sıktı, sanki Antakya bir ajanlar ve teröristler şehri. Kardeşim daracık yollardan insanlar geçemezken araçlar geçiyor, herkes birbirinin arkasından işler çeviriyor. Ve sanki Antakyalı ev hanımları 7/24 künefe pişiriyor evde ve herkes olağan üstü konuşkan ve mütecessis. Ya biz yanlış tanıyoruz Antakya’yı ya da dizi yazarları abartmış ancak tabi böyle lanse edilmek hoşumuza gitmiyor. Bendeniz bile oraya gitmekten korkarım bu diziden sonra valla bu ne ya? Gerçi diziyi izlemeyeceğim bu kesin dün izlediğim yetti de artı bile çünkü.

Ve “demokrasi ah neredesin” diye bağırmak istiyorummm. CHP oturma eylemi yapanları disipline verecekmiş. Ah ya sende böyle yaparsan sevgili CHP artık başkaları ne yapsın? Evet bendeniz de kurultay istemiyorum Sayın İnce’yi de desteklemiyorum hatta hiç benimsemiyorum. Sayın KıIıçdaroğlu’na da kızıyorum. Seçim sonrası hem kendisi hem de Sayın İnce istifa etmeliydi, bendenizin düşüncesine göre. Zaten seçim sonrası hepimiz laçka olduk. Ve şimdi akıllarını başlarına devşirmezlerse yerel seçimlerde başarısız olmak kaçınılmaz olacak.

Ve şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım. Hep birlikte ayrımsız, gayrımsız. Yase

& & & & &

TAŞI ONU

Joshu, altmış yaşında başladığı Zen çalışmalarını seksenine kadar sürdürdükten sonra Zen’de olgunluğa ermiştir. Seksen yaşından yüz yirmi yaşına kadar da öğretisini yaymıştır. Öğrencilerinden biri Joshu’ya sorar: “Kafamda bir şey yoksa, ne yapayım?” Joshu yanıtlar: “At onu.” “Ama nasıl atarım olmayan bir şeyi?” diye sürdürünce öğrencisi, “Öyleyse” der Joshu, “Taşı onu.”

& & & & &

Üçlü Filtre Testi!

Eski Yunan’da, Sokrat bilgiyi saklaması sebebiyle saygı değer bir ün yapmıştı… Bir gün bir tanıdık büyük filozofa rastladı ve dedi ki, “Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?”

“Bir dakika bekle” diye cevap verdi Sokrat.. “Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum.. Buna üçlü filtre testi deniyor.” “Üçlü filtre???” “Doğru” diye devam etti Sokrat.. “Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek, iyi bir fikir olabilir. Buna 3 filtre testi dememin sebebi;

Birinci filtre “Gerçek Filtresi”

Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin???”

“Hayır” dedi adam. “Aslında bunu sadece duydum ve…”

“Tamam” dedi Sokrat. “Öyleyse sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Şimdi ikinci filtreyi deneyelim. İyilik Filtresini… Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi???”

“Hayır. tam tersi..”

“Öyleyse” diye devam etti Sokrat. “Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yinede testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı. ‘İşe Yararlılık Filtresi’ Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı???”

“Hayır, gerçekten değil.”

“İyi” diye tamamladı Sokrat. “Eğer, bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve yarar, faydalı değilse bana niye söyleyesin ki?”

Günün Şiiri

Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir şey Var

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:

Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi

Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten

Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

 

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne

Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa

Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır

Kopmaz kökler salmaktır oraya

 

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını

Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin

Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara

Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

 

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine

Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

 

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın

Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

 

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar

Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın

Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu

Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

 

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle

Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı

Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına

Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

 

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:

Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına

Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır

Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana

Ataol BEHRAMOĞLU

Günün Fıkrası

Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir.

Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: “Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem” der.

Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: “Ben çekilirim.”

Günün Sözü

Kendini bilmek, tüm bilgeliğin başlangıcıdır.
Aristoteles

Sorgulanmayan yaşam yaşanmaya değer değildir.
Sokrates

Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabileceği kadardır.
Mevlana

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here