İçin nefret dolu, cehalet kemiklerinde damarlarında, düşünüyorum da seni bu duruma düşüren cehaletin ne kadarda zalim?
Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Üniversite bitirmek, bir yerlere gelmek, cehaleti ne yazık ki gidermiyor. Cehalet en büyük düşmanıdır insanın ve cahil insanla konuşmak boşuna zaman kaybı. 2009 Eylül imzalı bir yazı bu günümüzden çok uzak. Yeniden paylaşmak istedim.
Düşünmeyi Her Şeyden Çok Seviyorum. Çünkü Kendimi Seviyorum!! (Mu?)
Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Düşünmek mi güzel? Yazmak, çizmek, okumak mı güzel? Bunları düşünerek uyandım kafam kazan gibi. Yaşar Kemal, “Bin bir Çiçekli bahçe” adı altında, konuşmalarını, röportajlarını ve portre yazılarını, unutulmasın, gelecek kuşaklara aktarılsın diye kitaplaştırmış ve ekliyor; “benim kitaplarımı okuyanlar katil olmasın, savaş düşmanı olsun, yoksullarla birlik olsun, sömürüye karşı çıksın ve cümle kötülüklerden arınsın.” Ne güzel demiş değil mi? Yaşar Kemal’in İnce Memet’ini aranızda okumayan var mı? Olduğunu var saysak bile hemen-hemen benim kuşağımın çoğu okumuştur diye düşünüyorum ve düşünüyorum elim alnımda, bin bir çiçekli bahçe ne kadar romantik bir isim değil mi?
İnsanın aklına, kuşları, böcekleri, serinliği ve minik kanatları ile uçan perileri olan, uçsuz bucaksız, birbirine karışmış garip aromalı kokunun yayıldığı bir bahçe, gez, gez bitmezi getiriyor. Ve birden bu düşsel bahçeden kocaman bir kazana dönüyor düşüncelerim. İçinde bin bir çiçek, bin bir yiyeceğin harmanlaşarak kaynadığı büyük aşure kazanı? Bin bir çiçekli bir bahçeden bin bir yiyecekli bir kazana? İşte düşünce öyle bir şey olmalı? Kazanın altında kocaman bir ateş. Yiyecekler, çiçekler iç içe, aşure pişiyor? Yiyeceklerin, çiçeklerin suyu birbirine karışmış, hiçbir tada benzemeyen özel harikulade bir tadı çıkmış ortaya; asla ayrıştıramayacağınız olan bir karışımın tadı bu, ağızda yumuşak, kaygan ve garip bir serinliğin duygusal bir doyumun tadı? Birileri karıştır, pişmiş, olgunlaşmış taneler dibe çöker, dolgun başaklar gibi. Ancak daha pişmemiş, özümlememiş taneler, kocaman kepçeye takılır kalır, her kepçenin iniş çıkışında, yer değiştirir, takılan taneler, onlara yenileri katılabilir bazen, bazıları da özümleşerek çökebilir derinlere!
Yaşar Kemal’in röportajını okuyalı nerdeyse bir hafta oluyor ve nedense bu sabah aklıma düşüyor ve ona bağlı olarak aşure kazanı çıkıyor ortaya ve bu aslında düşünmek için beslenmek gerekliğinin en açık göstergesi oluyor değil mi? İnsan okumasa, yazmasa, çizmese, görmese ne düşünecek ki? Öyle kumkuman kuşu gibi dünyadan elini ayağını çekip bir köşede tünemek, yalnızca tembelliğe kılıf olur diye düşünüyorum? Ve bakar mısınız aslında sürekli düşünce halindeyiz! Ve düşünerek uyandım, daha doğrusu düşünerek uyudum, öyle uyandım ve uyandığım andan beri elim alnımda, başım ve bakışlarım yerde öylece durmuş bekliyorum!
Ne bekliyorum, düşüncelerin beni bırakmasını mı? Yoksa daha da içine, içine çekmesini mi? Sesler uzağımda, hayat dışımda, yaşama bir solukla bağlıyım. Derinlerde yüzüyorum ve kendimce karar veriyorum, düşünmek bütün yapmak istediklerimden güzel diyorum, öyle görünüyor bana yumuşak başlılığı? Resim yapmaktan bile, kitap okumaktan, bir bebeği sevmekten bile güzel! Ancak yine düşünüyorum, düşünmek için bu dipsiz kuyuda yüzebilmek için onlarla beslenmem gerek, onlara ihtiyacım var. O zaman hadi kaykıl da yeniden düşünmek için malzeme toparla diyorum kendime. Eğer düşünmeği her şeyden çok seviyorsan düşünmek içinde çok şey bulman gerekir.
Kaykılıyorum, yavaşça elim iniyor alnımdan, yerinde kırmızı bir iz kalıyor ve garip bir ferahlık. “Madem siz beni bırakmıyorsunuz ben sizi bırakıyorum” diyorum. Yerimden kalkmaya çalışırken (en azından bir saattir aynı yerde aynı şekilde duruyorum ya, azıcık hareketlerimde ağırlaşıyor öyle pat diye kalkmak nerde?) Kendimi, bebeklerini evde bırakıp, onları doyurmak için para kazanmak zorunda olan yoksul bir anne gibi algılıyorum. Bacaklarıma sarılırken ince kolları, onlardan kurtulmağa çalışarak sokağa çıkmak zorunda olan…
Ve sokağım, bilgisayarım oluyor şimdilik sonra besleneceğim kahvaltı ile. Daha sonra ise toparlamak için açılacak bütün gözeneklerim. Arılar gibi çiçekten çiçeğe gezeceğim. Düşüncelerimin kaynağında bal olsun istiyorum çünkü. Ve yine düşünüyorum ben düşünmeyi her şeyden çok seviyorum. Çünkü içinde tembellik barındırıyor; Ve ben tembelliğe bayılıyorum bu mevsimde.
Kardeşim “gel burada yaşarsın tembelliği” diyor telefonda. “Haydi kalk ve hazırlığını yap.” “Ne tuhaf” dedim ya çocukların sevgisinden bile çok seviyorum düşünmeyi, aslında doğru değilmiş. Kalkıp hazırlanmam gerek. Ve sevgili okuyucularım her zaman sağlıkla ve sevgiyle kalalım. Düşünceleriniz, zalim olmasın sakın size. Yase
Günün Şiiri
Öfke
I
Damla damla eridim
Hüzne biriktim
Karardı aydınlık sözler
Aydınlık yüzler
Yığılıyor
Öfke kin kaygı
Ne gelecek günler bir müjde saklıyor
Ne bir ilerleme halindeyiz
Hep bir kılıç üzerinde
Hep çapraz ateşlerdeyiz
II
Kardeşlik denilen bir oyunda
Yaprak yaprak soyuldum
Pay edildim
Parçanın bütüne üstünlüğü gibi
Taş katılığında bir yalana döndüm
Dalga dalga yayıldım
Söylendim dilden dile
Bulut oldum
Yağdım
Bir toz kalmadı benden sanıldı
Yalnız bir giz sakladım kendime
Gözde ışık
Dizde fer
Patladı patlayacak bir öfkenin
Hem ilk hem son haliyim
III
Öfke patladı
Cam kırıldı
Kesildi arter
Yufka bir yüreğin sonudur bu denildi
Ne çabuk unutuldu oysa
Kesile biçile insanlaştığım
Normal birey kimliğim
Yalıtılmış hicran
Ve nevroz
Yani kuşku götürmez varlığım
O ince
O uygar halim
IV
Bağıra çağıra
Bir çağ daha devriliyor
Çığ gibi büyüttüğü suçunu bana yükleyerek
Silinerek anılardan
Bir enkaza dönüşen bana
Hayatla ölümün
Düşle ideailin
Bir intiharla paylaştığı bana
Yani parça parça
Öfkeye sürüklenen bana
V
Sıyrıldım bütün kozmik düşlerden
Tabiatıma döndüm
Hiç bir korkum kalmadı
Tabii afetlerden
Yalnızca kendim için
Şiire sakladım intihar lüksünü
Asıl burjuva dayatmalar
Ve cinayet fikri çıldırtıyor beni
A.Galip
Günün Fıkrası
Bana Fadime Derler
Temel eşi ile köyüne giderken teröristler minibüsü durdurmuş. Yolcuları aşağı indirmişler. Hepsini sıralamışlar ve isimlerini sormuşlar.
“Adın ne?”
“Ahmet.”
“Öldürün. Adın ne?”
“Ayşe.”
“Öldürün.”
Sıra Temel’in hanımına gelmiş, teröristler sormuş: “Adın ne?”
“Fadime.”
“Aaaa öldürmeyelim annemin adı da Fadime.”
Neyse onu ayırmışlar. Sıra Temel’e gelmiş, teröristler sormuş: “Adın ne?”
“Adım Temel’dir fakat bana köyde Fadime derler.”
Günün Sözü
Kişilikli olmak, kimse görmediği zaman da doğru olanı yapmaktır.
J.C.Watts