Bostan ve Gülistan

0
81

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Nepal’deki deprem hepimizi yürekten sarstı. Yaralı ve ölü sayısı binlerce! Dünyanın her tarafından akın ediyor yardımlar. Acı, yıkım, büyük ama yalnız değiller. Herkes elinden geleni yapıyor. Dilerim en kısa zamanda normal yaşamlarına dönerler. Ve aslında her zaman birbirimize destek olmak  acıyı, sevinci, yokluğu, yoksulluğu  paylaşmak durumundayız. Çünkü biz ne kadar tek el, tek yürek olursak o kadar güçlü oluruz.  Acıya katlanma gücümüzde  bir o kadar artar. Bu günlerde yapabileceğimiz tek şey  sabırlı, akıllı ve sağduyulu olmak…

Ve sevgili okuyucularım Sadi’nin  Bostan ve Gülüstan  adlı eserinden birkaç alıntı yapmak istiyorum. Ve sevgili okuyucularım  her zaman birlik ve beraberlik içinde kalalım sağlıkla sevgiyle el ele. Ayrımsız  gayrımsız. Yase

Kör, Fakir Ve Yardımlaşma

Kibirli ve zengin birisi kapısına gelen bir fakire bir şey vermediği gibi, onu hem paylar hem de kapıyı yüzüne kapatır… Zavallı fakir içlenir; bir tarafa çekilir ve oturur, ağlamaya başlar… Bir kör, onun ağlamalarını duyar. Kalkar yanına gelir, niçin böyle üzgün olduğunu, ağladığını sorar.

Fakir olanı biteni anlatır. Kör, teselli vererek, üzülmemesini, kendi evine gelmesini, evinde kalmasını, ekmeğini çorbasını kendisiyle paylaşmasını ister ve ısrarda eder. Fakir onun içtenliği ve ısrarı karşısında kabul eder, onunla gider.

Kör ona karşı çok güzel bir konukseverlik gösterir. Fakirin, hem karnı doyar hem de gönlü hoş olur. Gönlü öyle hoş olur ki, o hoşnutluk içinde: “Sen bana evini açtın, sen bana gönlünü açtın, Kadir Mevlam da senin gözünü açsın” diye dua eder.

Gece olur, körde bir gariplenir bir gariplenir ki, o gariplik içersinde gözünden birkaç damla yaş damlar, gözleri birden açılır. Görmeğe başlar.

Körün görmesi ile ilgili haber bir anda şehirde yayılır. Yer yerinden oynar. Bu haberi onu kapısından kovan, kovmakla kalmayan taş yüreklide duyar. İşin doğruluğunu anlamak için gözü açılan şahsa gelir: “Çok şanslıymışsın. Gözün nasıl açıldı, kim açtı?”

“Hey! Seni gidi gafil seni, sen nasıl bir adammışsın ki, öyle bir mübarek zatı azarladın, üzdün, yüzünü yıktın. Devlet kuşunu bıraktın, baykuş ile meşgul oldun. Gözümün kapısını, senin yüzüne kapıyı kapattığın o kimse açtı.”

“Desene kendime yazık ettim, öyle bir doğanmış ki öyle bir devletmiş ki, kıymetini bilemedim, bana değil sana nasip oldu, ben avlayamadım sen avladın” der ve kıskançlıkla parmağını ısırır.

Dişini sıçan gibi hırsa batırmış kimse koca doğanı nasıl avlayabilir? İyilerin bastıkları toprak derman diye, göz açar. Ancak gönül gözü kör olanlar o dermandan gafildirler, kıymetini ne bilsinler.

Gidecek Başka Kapınız Var mı?

Bir gece pirin biri sabaha kadar ibadet etmiş, seher vakti elini Tanrı’ya kaldırıp hâcet dilemişti. O sırada kulağına gâipten şöyle bir ses geldi: “İster defol git, ister yalvarıp yakarmana devam et; bu kapıda senin dileğin kabul edilmeyecek. Boşu boşuna uğraşma, başının çaresine bak!”

Pir ertesi geceyi de zikirle, ibadetle geçirdi. Müritlerden biri onun durumunu öğrenmişti: “Pirim” dedi; “gördün ya, sana o taraftan kapı kapanmış. Boş yere bu kadar uğraşıp durma!”

İhtiyarın gözlerinden, yüzüne hasretle, yakut renginde yaşlar boşandı. “A oğlum” dedi; “eğer bundan daha iyi bir kapı bilseydim, ancak o vakit umudumu keser, geri dönerdim. O benden dizginini çevirdi ama sanma ki terkisinden ben el çekeceğim. Dilenci, eğer başka bir kapı tanıyorsa, her hangi bir kapıdan mahrum döndüğü zaman gam yemez. Evet, benim bu semte yolum yokmuş, işittim. Ama başka bir ülkeye gitmem de imkânsız.”

Pir bunları söylerken kendini Tanrı’ya vermiş, başını yere koymuştu. O sırada can kulağına bir ses geldi; diyorlardı ki: “Bize lâyık bir hüneri yoksa da onu kabul ettik. Çünkü bizden gayrı sığınağı yok!”

Mumun Pervane ile Konuşması 

Çok iyi hatırlıyorum. Bir gece uyuyamadım. Gözüme uyku girmedi. Pervanenin, muma şu sözleri söylediğini işittim. “Ey sevgilim! Hadi ben aşığım, yansam da yeridir. Peki ya sen neden yanıyor, niçin ağlıyorsun?”

“Ey benim biçare aşığım! Benim yanmama, ağlamama sebep nedir bilir misin? Benim tatlı balım vardı. Beni ondan ayırdılar. Şirin’im haksızlıkla elimden alındı. İşte Ferhad gibi tepemden ateş çıkıyor. Gece meclisi aydınlatan ışığıma bakma. İçimi yakan ateşe bak.”

Mum, hem bu sözleri söylüyor, hem de sararmış yanağından sel gibi gözyaşı dökülüyordu. Mum, sözüne devamla pervaneye dedi ki: “Ey pervane! Ey aşk iddiacısı! Aşk, senin için değil. Seninki bir kuru iddiadan ibaret. Sende ne sabır var, ne metanet ve tahammül. Sen azıcık bir ışık ve ateş gördün mü, hemen yanıyorsun. Ben ise tamamıyla yanıncaya kadar dikilip duruyor, dayanıyorum. Aşk ateşi senin yalnız kanadını, benim ise vücudumu, baştan aşağı yakar.”

Sadi de mum gibidir. Dışı parlaktır, ama içi yanmıştır.

Artık gece bitiyor, sabah oluyordu. Peri yüzlü bir hizmetçi gelip mumu söndürdü. Zavallı mum, dumanı tepesinden çıkarken: “Aşkın sonu budur işte” dedi ve can verdi.

Aşıklığın ne demek olmak istersen anlatayım: Ölmek suretiyle yanmaktan kurtulmak…

Sevgilisi eliyle öldürülen aşığın mezarına gidip de ağlama, bilakis sevinerek şöyle de: “Ne mutlu ona! Sevgilisinin makbulü olduğu için sevgili onu öldürmüştür.”

Aşık isen bu dertten kurtulmaya çalışma: yalnız Sadi gibi garazsız, ivazsız aşık ol. Aşık bir fedai demektir. Nasıl ki, bir fedai gayesine varmadıkça emeline erişmedikçe başına taş ve ok yağsa meydandan çekilmezse, aşık da öyledir. Ben sana denize açılma demiyorum. Açılacak olursan tufana bile katlan, diyorum.

Günün Şiiri

Gitmelerin Mevsimi
Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey…
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız “kalk gidelim”,
öbür yanımız “otur” diyor.
“Otur” diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler…
Bir çocuk daha doğurmalar…
Borçlara girmeler…
İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben…
Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
“Sırtında yumurta küfesi olmak” diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek…
Bütçe, zaman, keyif… Denk olsa.
Gün içinde mesela…
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun…
İstemek de güzel
Can YÜCEL

Günün Sözü

-Birini mevkiinden çıkarırsan, bir müddet geçtikten sonra suçunu affet. Ümit besleyen kimsenin muradını vermek, mahpusun bağını çözmekten bin kat iyidir…

-Allah’ın emrinden dışarı çıkma ki, senin emrinden de hiçbir şey dışarı çıkmasın…

-İnsan iyilik ümidi ve kötülük korkusu dolayısıyla aklın gereğini benimser…

-Kendisinden fazlasıyla iyilik gördüğün kimseye fenalık etmen insanlık değildir…

-Kurdun kafasını, halkın koyunlarını paraladıktan sonra değil, önce kesmek gerekir…

Sadi ŞİRAZİ

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here