Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dehşet itiraflar sürüyor övünür gibi. Küçükken, oyun arasında haksızlığa uğradığımızda, hemen “Allah hakkı verir” derdik. Ve inanırdık hakkı vereceğine. En masum hak arayışımız buydu. Böyle öğretilmiştik zahir? Ve gerçekten hak yerini bulurdu, oyunda oyun bozanlığı yapan ve bize bu sözü söyleten kimse oyun sonunda yenilince. Hemen iki elimizi göğsümüzse sürerek “işte Allah hakkı getirdi oh olsun” derdik. Ne kadar masumduk ne kadar dünyadan habersiz. Bütün haksızlıkların oyun bozanlık ve birkaç çekirdeğin fazladan cebe ineceğinden ibaret olduğunu inanırdık.
Ancak bir büyüdük pir büyüdük. Baktık ki haksızlıklar hakkı çoktan aşmış ipin ucu kaçmış, telaşa düştük, umutsuzluğa ve ölmek istedik, dokumadığımız iplerden ve her defasında duvarlara çarpmaktan. Sonra “ölüm bir kaçıştır” dedik. Asıl olan dik durmaktır. Ve elimizden geleni yapmalıyız. Göğsümüzü haksızlıklara ve ön yargılara ve pisliklere siper etmeliyiz. Hiçbir çamurun bizi kirletmesine izin vermemeliyiz. Rahmetli annem “altın çamura düşse de gerçekse yinede altındır” derdi. Ve gizli hiç bir şey sonsuza dek sürmez. Bu sözlere de inanırdık. Bizi karalamaya çalıştıklarında. Asıl pisliğin ve çamura bulaşmanın, kavga ve karşındakinin silahı ile savaşmak olduğunu da öğretmişti bilge annemiz.
Ve her zaman kendi silahımız olan sevgi silahını kuşanmış olmamızı… Yalan ve gizli kötülüklerden sakınmamızı. Kötü söze kötü sözle karşılık vermenin kötülüğü paylaşmak olduğunu gizlediğimiz bir şeyinde eninde sonunda ortaya çıkacağını (aslında bu sözden çok korkardım.) ilk göz ağrısı aşkımı gizlediğimde de çok korkmuştum. Bir gün ortaya çıkacağını düşündükçe ödüm kopardı. Ve sonunda itirafı ben yapmıştım. Yani sonunda nasılsa ortaya çıkacak bari ben söyleyeyim demiştim. Gizlilik hiçbir zaman hoş bir şey değil taşınması ağır bir yüktür. Bu yüzden gizlilikten kaçınırdık. Ve daha o zamandan yaradandan dolayı sevmeyi de öğrenmiştik yaratılanı.
Öğrenmek güzel, öğrendiğine inanmakta çocukken bunları uygulamakta kolaydı. Ama büyüdükten sonra ve cehaletin vahşetin ortasında bulunca kendimizi, işin o kadarda kolay olmadığını anladık. 40 bin Alevi’ye kan kusturdum diye övünen birisine ne diyebilirsiniz? “Alevi-Kızılbaş soykırımını devlet adına başlatan benim!” “Yavuz Sultan Selim’den sonra en büyük Alevi-Kızılbaş düşmanıyım. Malatya il merkezindeki 40 bin Alevi’ye kan kusturdum” diyen ve övünen bir emniyet müdürü. Nasıl bir şeydir? Ona nasıl bakacaksınız öğretilerinizi nasıl kullanacaksınız? Haberi okuduğumda “zaten alışık bu insanlar bu kan kusturmalara, yakılıp öldürmelere” demiştim ve düşünmüştüm. Acaba bu insanlar emri veren ve emri uygulamakla övünenlerin bir inancı var mı? Birileri çocuklarına ailelerine, aynen onların başkalarına, adı alevi, Bektaşi, Kürt fark etmez ancak hepsi Allah’ın yarattığı ve ruhundan üflediği insan olanlara davrandığı gibi davranmış olsaydı ne olurdu? Bunların vicdan denen bir şeyden haberleri var mı? Çocukları, torunları onlara bu itiraftan sonra nasıl bakar acaba? Düşün taşın ve yine düşün ve sokağa yalın ayak çıkıp koşmak isteği boşa gelmez insana!
Ve hak yerini böyle bulur işte. Eğer hak yerini bulmayacak olsa o mektup çoktan imha edilirdi. Bugün arşivlerden çıkmazdı diye düşünüyorum. Ve itirafçı kendini böyle ifşa etmezdi. Ancak bunu övünür gibi yapmasından kendine vicdanen bir müeyyide uygulamadığı da anlaşılıyor ya! Yani hiç vicdanı onu rahatsız etmemiş gibi! Bu yüzden hakkın yerine geldiğinden azıcık kuşkulu olsam da yinede hak yerini bulacak biliyorum. Çünkü kendi vicdanlarında olmasa da, insanların vicdanında yargılanacak bu insanlar. Umurlarında olur mu bilmem? Ancak yaradılışların acımasızlığından dolayı onlara acırım yinede. Ve sevgili okuyucularım sağlık ve sevgiyle kalalım her zaman, birlik ve berberlik içinde, kardeşçe. Yase
& & & & &
HANGİSİNİ İYİ BESLERSEM
Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyordu. Köpeklerden biri beyaz biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğu, hem niye renklerinin ille de siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.O merakla sordu dedesine.Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
“Onlar, dedi, benim için iki simgedir evlat”
“Neyin simgesi?” diye sordu çocuk.
“İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.”
Çocuk sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: “Peki sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?”
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa: “Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem o!”
& & & & &
HASTANIN YEMEĞİ: Lokman Hekim’e: “Hastamıza ne yedirelim?” diye sorduklarında, şu cevabı vermiş: “Acı söz yedirmeyin de, ne yese olur.”
& & & & &
HAYVANLARDAN EN ŞİDDETLİ ISIRAN: Diyojen’e, “Hayvanlardan en şiddetli ısıran hangisidir?” diye sorarlar. “Vahşi hayvanlardan, insanın gıyabında konuşanlar; ehli hayvanlardan ise dalkavuklar” diye cevap verir.
& & & & &
EDEB: Hz. Lokman’a: “Edebi kimden öğrendin?” diye sormuşlar. Şu cevabı vermiş: “Edebsizlerden.”
Günün Şiiri
BİR EFLATUN ÖLÜM
kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim
sessiz akan bir ırmağım
geceden git dersen giderim
kal dersen kalırım
git dersen
kuşlar da dönmez,
güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım
ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü günleri bırakırım.
aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip yağmurlara durayım.
söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım
belki sararmış eski resimlerde kalırım
belki esmer bir çocuğun dilinde.
bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti
değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.
aynı gökyüzü aynı keder.
Behçet AYSAN
Günün Fıkrası
Adam iş gezisinden evine normalden 1 gün erken dönüyormuş. Hava alanından taksiye binmiş, şoföre demiş ki: “Bana bir iyilik yapar mısın? Ben iş gezisindeydim ve adım gibi eminim ben yokken karım eve sevgilisini aldı… Sen de benimle eve girip ben onları basarken şahitlik eder misin?” der. Taksi şoförü teklifi kabul etmiş, eve gelmişler, yatak odasına çıkmışlar. Işıkları yakıp battaniyeyi yataktan bir çekmişler ki, kadın hakikaten başka bir adamla yatakta. Adam hemen silahına davranmış o sırada karısı bağırmış: “YAPMA..!!! Bu adam bizim için neler yaptı bir bilsen… Sana doğum gününde aldığım Corvette’nin parasını kim ödedi sanıyorsun? Ya yeni teknemizin parasını? Senin sağa sola borçlarını nasıl kapattık sanıyorsun??? Hep onun sayesinde oldu!!!” Adam taksi şoförüne dönmüş: “Sen olsan şimdi ne yaparsın…?” Taksi şoförü “Valla beyefendi… Ben olsam bir an önce adamın üstünü örterdim, malum havalar soğudu bir sürü salgın hastalık kol geziyor.”
Günün Sözü
% 1000 Kazanç elde edilebilir ama %100’den daha çok kaybedilemez.
Hermann Josef Abs