Avrupalı dediğimiz milletler, tarihler boyunca sömürge yapamadığı TÜRKLER için her türlü “oyun ve entrikalarla” bu büyük milletin düzenini bozmaya çalışmışlar, fakat hiçbir şekilde pis emellerinde başarıya ulaşamamışlardır.
Dünya coğrafyasında nazar boncuğu gibi duran Anadolu’muzu, ilk önceleri sağ ve sol diye kutuplaştırmışlar ve halkımızın arasına nifak sokup, baba ile oğlu, kardeş kardeşi, en yakın arkadaş ve dostları birbirine kırdırdıklarını çok yakın tarihte gördük ve yaşadık. Sıcak savaşlarla alt edemedikleri Türk ulusunu, soğuk savaş denilen cambazlıklarla temelinden yıpratarak, bozmaya uğraşmışlardır.
Başardıklarını anladıkları anda, Yüce Kurtarıcımız Atatürk’ün bizlere temel mirası olan ordumuzu karşılarında buldular ve Mehmetçiğin çizmeleri altında böcek gibi ezildiler.
Sağ ve sol hikâyelerinden sonra, bu sefer sahneye “Asala” denen ermeni örgütünü çıkardılar ve devletin gücü altında onlarda ezilip sahne dışına kaydılar.
“Dost uyur düşman uyumaz” Ata yadigârı sözler, yine bizleri uyandırmamış ve teknolojilerin gafletine yenik düşerek uyumuşuz. Üç beş terörist bizi etkilemez diye PKK’yı kalbimizin derinliklerine kadar buyur ettik.
Binlerce şehidimizi kahpece katleden zümrelere ödül verir gibi, Türkiye Cumhuriyetinin şeref ve haysiyetinin en üst seviyelerde yer aldığı yüce meclise kadar onları taşıdık ve birçok il ve ilçelerimizin belediye başkanlıklarını kendilerine teslim ettik. Şimdi; biz nerde hata yaptık diye araştırma içerisinde çabalayıp durmakta ve iyi niyetimizin cezasını, bu günlerde kendimizi sorgulama anında ortaya çıkarmaktayız.
301 madde kurtarıcımızın bizlere bıraktığı en derin miraslardan biridir. Şayet o madde değiştirildiği takdirde Atatürk’e inanan bizler yargılanacağız. Sözde “Ermeni soykırım tasarsısına” ABD ‘den hükümet tarafından destek istendiğinde, “Siz önce 301. maddeyi kaldırın” sonra bu olayın çözümlemesine gayret gösterelim diyen onlar değil miydi?
301 maddede asıl olan “TÜRKLÜK” ibaresinden rahatsızlığın sebebini araştırsak, ortaya Türk milletinin tarihten silinmesi için verdikleri çabalar gayet açık şekilde anlaşılır. Kurmak istedikleri Kürt-İslam faşist rejimlerinin önündeki en büyük engel ortadan kalkacak ve bir tarafta Ermeniler, diğer taraflarda onlar bunlar şunlar daha doğrusu, Vatanımızın top yekûn etrafında bulunan aç devletler ve uzantıları, 301 maddenin kaldırılması konusunda, yoğun diplomatik mücadeleler içerisindeler.
Maddede geçen “Türkiye Cumhuriyeti” yerine “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti” ve “Türklüğü” yerine “Türk milleti” ibaresi ile değiştirilmek istenmesi sizlere geçmişten gelen çok şeyleri hatırlatmıyor mu? Bizleri içerisine sindiremeyenlerin oyunlarını, yakın zamanda SEVR anlaşmasının maddelerinde sunulanlardan anlamamız lazımdı.
Lozan’ın Türkler açısından önemini kavrayabilmek için Sevr Antlaşmasının hükümlerini hatırlamak gerekir. 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti, Mondros silah bırakışmasını imzalayarak, kayıtsız şartsız teslim olmayı kabul etmiş ve bu tarihten sonra galip devletler, Türk yurdunu hızla işgale başlamışlardır. 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşmasına göre;
-Batı Trakya’nın tümü ile Doğu Trakya’nın Büyük Çekmece yakınlarına kadar olan büyük bölümü Yunanistan’a verilecek.
-İzmir ve bölgesi biçimsel olarak Osmanlı egemenliğinde kalmakla birlikte, bu egemenliğin kullanılışı ve yönetim hakkı da Yunanlılara devredilecek.
-Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan devleti kurulacak, bu devletin sınırları Amerika tarafından saptanacak.
-Doğu Anadolu’da özerk bir Kürdistan Devleti kurulacak ve bir süre sonra, bağımsızlığını tam olarak elde edecek.
-Antakya, Antep, Urfa ve Mardin Fransa’ya verilecek.
-Silifke, Ulukışla, Niğde, Aksaray, Tavşanlı, Balıkesir, Antalya ve Muğla İtalyan’lara bırakılacak.
-İstanbul ve Çanakkale boğazları savaşta ve barışta Galip devletlerin (İtalya – Fransa- İtalya) denetiminde tutulacak.
-Osmanlı Padişahı ve Hükümeti İstanbul’da kalacak ve burası başkent olmaya devam edecek, ancak antlaşmaya aykırı davranırsa bu hükümlerde değiştirilebilecek.
-İstanbul’da bir jandarma alayı ile Padişahın muhafız birliği dışında Türk askeri birliği bulunmayacak.
-Toprakları Kastamonu ili ile Bursa, Ankara ve Sivas illerinin birer parçasından ve halkı üç milyonu aşan kişiden ibaret bir Türk Devleti olacak. Ancak, bu Devletin ordusu, bağımsız maliyesi, bağımsız adliyesi ve idaresi olmayacak.
Bu antlaşmayla, Osmanlı Devleti’nin çöküşü ve Türklüğün bitişi gerçekleştirilmek isteniyordu. 20 Kasım 1922 tarihinde Lozan şehrinin Mont Benon Gazinosu’nda toplanan barış konferansı, güya tarafsız İsviçre Konfederasyonu’nun Başkanı Habb’ın konuşması ile açılmıştır. Lord Curzon’dan sonra söz alan İsmet paşa (İnönü) daha ilk andan itibaren İstiklal ve hâkimiyet davamızı önemle belirtmiş, “Bütün medeni milletler gibi hürriyet ve istiklal istiyoruz” diye sesini duyurmuştur. Lozan barış antlaşması, ön sözünde, devletlerin bağımsızlık ve egemenliğine saygı gösterilmesi ilkesine yer verilmiştir. Bu ilke, yeni Türkiye’nin 1’nci Dünya savaşı’nın galipleri ile eşit şartlar altında, Lozan’da siyasi bir mücadeleye giriştiğini gösteren bir hükümdür. Türk bağımsızlık ve egemenliğinin tanınması bakımından da önem arz eder.
Lozan antlaşmasının hükümlerini derinlemesine incelediğimizde mağlup bir Osmanlının yanında, kendi kurtuluş savaşını kan ve mücadelelerle alan yeni Türkiye Cumhuriyetini karşılarında buldular. Fakat ne hikmetse, Türkleri tarih boyu içlerine sindiremeyen devletler, hala Sevr antlaşmasının hayaliyle yaşamakta ve topraklarımıza sahip çıkmak için kendilerini yırtmaktadır.
Biz kim olduğumuzu onlar bizden çok iyi biliyor ve bazı şeyleri anlatmak için söze ve saza gerek duymadan, Atatürk’ün ilke ve inkılâpları çerçevesinde mirasları devir alan bizler, çözüm önerileriyle dolu kararları çok yakında sahnelerinde göreceklerdir. Vatanı ve namusu için, kanını seve-seve akıtan bu ulu milletin, sonunda sabrı taşmak üzeredir. Gelişmeleri hep beraber göreceğiz.