Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dün Yeni kapıda tarihin en büyük Demokrasi birlik ve beraberlik mitingi yapıldı. Orada olanlar ve olmayanlar gerçek demokrasi, gerçek birlik ve beraberlik ve laiklik için tek yürek oldu. Dosta düşmana demokrasi mesajı verildi.
Dileğimiz bu durumun sürekli olması; yanlışların düzeltilmesi çünkü hepimiz biliyoruz ki öyle sözlerle mesajlarla demokrasi olmuyor. Tarikatlar, cemaatlerle din ve ulamalarla demokrasi olmuyor. Hepimiz bunu en acı bir şekilde yaşadık ve gördük ki din karışınca işin içine işler içinden çıkılmaz duruma geliyormuş. Şimdi nerdeyse ayıkla pirincin taşını durumlarındayız. İyi ayıklayamazsan dişini kırar kalan taş bu arada taşla birlikte pirinci de ayıklarsan bu kez pişirecek pirinç kalmaz. Yani zor durumlar bunlar. Şimdi tamda bu durumlardan kurtulmanın zamanı bütün partiler birlik ve beraberlik içinde, Atatürk ilke ve inkılaplarında hem fikir olursa bu durum sağlıklı bir şekilde atlatılabilir belki. Ya da daha az hasarla kimse kendine çekmesin yalnızca.
Atatürk’ün posterlerini asmakla Atatürkçü olunmayacağı gibi posteri olmayan mekânlarda Atatürkçü olanlar olabilir bu yüzden ölçü bu olmamalı. Atatürk’ün ilke ve inkılaplarına sıkı sıkıya sarılmalıyız başta CHP olmak üzere bütün partiler kendilerini bu ilkeler doğrultusunda gözden geçirmeli diye düşünüyorum.
& & & & &
Halkın ve vatansever Atatürkçü askerlerin sayesinde amacına ulaşamayan ancak yine de kanlı olan adeta terör saldırısının ardından yaşananlar, kapatılan okullar, işten atılan ya da el çektirilen insanlar bir yerden sonra düşündürücü olmaya başladı!
& & & & &
Zaten itiraflar anlatılanlar mağdur olanların hikâyeleri ile alt üst olmuş vaziyetteyiz. Kimsenin kimseye güveni kalmamış. Herkes bir paranoya içinde ya tümden boş verici olmuş ya da TV’nin karşısından kalkmıyor! Fetö’nün geçmediği her konu güne yabancı kalmak gibi oldu.
Kaç günden beri gecemiz gündüzümüz hayatımız bu, ne Fetö’ymüş ya? Küçük büyük herkesin dilinde… Kocaman adamları peygamberle istişare ediyorum diyerek kandırabiliyormuş? Ne güzel söylemiş atalarımız “yarım hoca dinden, yarım doktor hayattan eder” diye. Diyanet azıcık bu konuda kafa yormalı diye düşünüyorum sahte Mesih’ler, sahte deccallar ve sahte mehdilerden geçilmez oldu. Halkı din adına aydınlatma zorunluluğu yoksa diyanet ne işe yarar Allah aşkına? Din adına hurafelere inanır oldu millet canım! Her şey çığırından çıkmış gibi?
& & & & &
Dilerim bu birlik ve beraberlik mesajları yerini bulsun. İnsanlar birbirini aynı düşüncede olmadığı için yuhlamasın. Küçümsemesin, sevmese bile tahammül etmeyi öğrensin çünkü ülkenin artık kavgaya, gürültüye dayanacak hali kalmadı. Zaten PKK terörü, trafik terörü her taraftan vuruyor. PKK demişken kaçan FETÖ’cüler PKK’ya sığınmış okuduğumuz kadarı ile. “Vay be” derler insana vay be kimlere güvenmiş bu halk?
Ancak ordudaki Atatürkçü vatansever askerlerimizi asla aynı kefeye koymamalı ve onların itibarı ile oynanmamalı. Ve sevgili okuyucularım sağlık ve sevgiyle kalalım her zamankinden çok ayrımsız gayrımsız… Yase
& & & & &
Lokman Hekim’in Nasihati
Lokman Hekim’in kim olduğu hakkında muhtelif rivayetler vardır. Ancak Şeyhülislâm Ebussuûd Efendinin nakline göre bu rivayetlerin hülâsası şöyledir: Lokman ibni Bâurâ ki Azer evlâdından olup Eyyüb aleyhisselâmın hemşire veya teyze zadesi imiş, uzun müddet ömür sürmüş, Davud aleyhisselâma yetişmiş ve ondan ilim almış ve onun peygamberliğinden önce fetva da verirmiş. Kendisi san’at sahibi olup israil Oğullarında kadılık ettiği de söylenmiştir. Bâzıları bunun bir nebî olduğuna da kail olmuşlar ise de alimlerin cumhuruna göre, nebî değil bir hakîm idi. Bilindiği gibi, her nebî hakîm ise de her hakîm nebî değildir.
Âlimlerin örfünde hikmet, insan nefsinin nazarî ilimleri iktibas ve tatbikatta faziletli işleri takatî nisbetinde tam bir meleke kazanarak elde etmesi ve olgunluğa kavuşmasıdır. Yani hikmet, kâh nazarî ve kâh ilmî olarak tarif edilirse de tam manâsıyla hikmet, illet ve sebepleri bilerek gayeye isabet edecek şekilde ameli ilme, ilmi amele uydurmaktır. Bunun için kendine hikmet verilene birçok hayırlar verilmiş olduğu beyan buyrulmuştur. Allahü Teâlâ’nın âlemde hikmetiyle koyup tahsis ettiği sebepleri ve hükümleri, yani kanunları keşfederek ondan bir takım ilmî neticeler çıkarmak kabiliyeti, şüphe yok ki Allah’ın büyük bir ihsanıdır. Ve hakîm olan kimseye yakışan da ilmî ve amelî olarak bunun şükrünü eda etmektir.
Nitekim Allahü Teâlâ «Biz Lokman’a hürmeti verdik ki şükret Allah’a diye» buyurmuştur. Bu şükrün ilmî haysiyeti evvelâ o hikmetin, Allahü Teâlâ’nın bir vergisi olduğunu bilerek Allah’ı şirkten, ortaklıktan tenzih etmektir. Amelî haysiyeti de işlerinde takip ettiği gaye ve maksatlarında kendi hevasını değil, Allah’ın rızâsını gözetmektir. Bu şükrü kim eda ederse kendi lehine şükretmiş olur. Çünkü sonunda faydası kendine âid olur. Lâkin kendine hikmet verilenler içinde, nankörlük ederek küfre sapanlar da olmuştur. Bunların nankörlüğü de, yani o hikmeti Allah’tan bilmeyerek ben yapıyorum diye şükürde bulunmayıp kötüye kullanması kendi aleyhine olur. Çünkü Allahü Teâlâ zengindir, ihtiyacı yoktur, hem Hamid hem Mahmuddur. Filan feylesof hikmet nâmına nankörlük ederse ona hiç bir zarar eriştiremez, kendi kötülenmiş olur.
Lokman Hekim’in şükrünü nasıl eda ettiğine dâir hikmet ve ahlâktan bir iki numune Kur’ân-ı Kerîm’de zikrolunarak şöyle beyân buyrulmaktadır: Hani, yani unutma daima an, o vakit ki Lokman da oğluna dedi, ona vaaz ediyordu, nasihat veriyordu:
-Ey oğulcuğum, yavrum! Allah’a şirk koşma. Çünkü şirk çok büyük bir zulûmdur. Billahi şirk çok büyük bir haddini aşmaktır, önce zulüm bir haksızlıktır. Çünkü zulüm bir şeyi mevziinden başka yere koymaktır. Allah’ın hakkını Allah’tan başkasına vermektir. Aynı zamanda Allah’ın mükerrem kıldığı, şeref verdiği insan nefsini mahlûka ibadet ettirerek zelilleştirmektir. İkinci olarak büyük bir zulümdür. Zira mabudluğu hiç mevzu olmayan ve olmasına hiç bir şekilde imkân bulunmayan bir mevkie koymaktır. Zira Ahmed’in malını alıp da Mehmed’e vermek zulümdür. Çünkü bu, Ahmed’in malını Mehmed’in eline koymaktır. Lâkin hibe veya satış gibi temlik sebeplerinden birisiyle o malın, sonradan Mehmed’in mülkü olabilmesi mümkündür.
Hâlbuki şirk koşmak mabudluğu Allah’tan başkasına vermektir. Allah’tan başkasının ise mâbud olmasına hiç bir şekilde cevaz ve imkân yoktur. Yavrum! Muhakkak ki yaptığın iyilik veya kötülük bir hardal dânesi kadar küçük ve gizli ve ne kadar yüksek veya alçak olursa olsun, Allah onu getirir, Ahirette karşına koyar. Çünkü Allah’ın lütfü çok kudreti en ince en gizli şeylere yetişir, ilmi ile hepsini bilir. Yavrum! Namazı devamlı kıl, kendini erdirmek için iyiliği emredip kötülüğü nehyet, diğerlerini kemale erdirmek, cemiyeti doğrulukla götürmek için başına gelene de sabret. Yani iyiliği emredip kötülüğü nehyetmek kolay değildir.
O yüzden başına bir takım musibetler gelmesi mümkündür ve onlara sabretmek lâzımdır. Çünkü bu işlerin her birisi azmolunacak büyük işlerdendir, insanlara avurdunu şişirme, avurt etme, yani iyiliği emredip kötülüğü nehyetmekle beraber böbürlenip kibirlenme. Yeryüzünde çalımla yürüme. Çünkü Allah kurulanın, övünenin hiç birini sevmez. Gidişinde mutedil ol, sesinden de biraz indir, söylerken bağırma. Çünkü seslerin en beti, en hoşa gitmeyen tatsızı her halde eşeklerin sesidir. (Lokman Sûresi)
Günün Şiiri
Bir Ses
Onurun çırpındığı bütün göğüslerde
Azgın lokomotifler gibi her nefes
Bir ses dolaşıyor yürekten yüreğe
Bir ses
Yalayarak geçiyor demir kapıları
Telörgülerde parmaklıklarda dolaşıyor
Kimse görmüyor belki duymuyor da
Bir ses dolaşıyor her yerde her an
Bir ses
Bir ses ki yaşamın tümüne özdeş
Sağırların kulaklarına fırtınadır
Körlerin gözlerinde güneş
Adnan YÜCEL
Acıya Kurşun İşlemez
Sabrın çalkalanıp taştığı sulardadır
Çığlıklarla parçalanmış uykularda
Buruşturulup atılmış aşklarda
Ve çalınmış mutluluklardadır
Ses ile yürek
Büyük rüzgârların o yanık şarkısı
Hâlâ yükselir içimizden dağılır
Coşkunun doruklarında sürer yankısı
İlk kurban adanırken bir nehire
Korkunun ilk nişanında başlamıştır
Gözyaşının ilk damlasından kalma
Yaslı baharlarla gelmiştir bugüne
Kanla yazılan yasalarla
Açlığın otağ kurduğu sabahlarla
Ve sonuçsuz kalan ahlarla gelmiştir
Acıya kurşun işlemez artık
Ölüm bile bu acıyı cellat bilmiştir
Yok bundan böyle ter yarası
Zincir tutsaklığı ve sabır
Kırbaç yalvartması sessizliğin
Can pazarı ve kahır yok
Her şey yaşanan şu gün gibi gerçek
Adımız halk olduğu günden beri
Bir direnç olmuştur bizde sevinçler
Şimdi acının her kuraklığında
Onlar
Yüreğimizin ovalarına çiselenirler
Boşuna değil bu ölürcesine sevmek
Ve ölürken bile yürümek
Boşuna değil
Hep yatağı olduk tarih ırmağının
Yenilgilerle durulmanın
Zaferlerle köpürüp kabarmanın
Ama hiç bir zaman
Anası olamadık geçmişi doğurmanın
Yıldızlar ve sular tanıktır bize
Aç ve kavruk bir memeden
Direnmeyi yudum yudum emen
Bir çocuk gibi öğrendik
Ve direndik
Ordular kurduk türkü renklerinden
Bütün ağıtları bir hücumda yendik
Acıya kurşun işlemez artık
Biz yaşamayı zulümsüz sevdik
Adnan YÜCEL
Günün Sözü
Akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez; ama her söylediğini düşünür.
Aristotales
Aynı dili konuşan değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler.
Mevlana