Biraz Ara İstiyorum

0
87

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Kesinlikle iki mucize var dünyada; biri doğum diğeri ölüm. Ölümün alametlerini sormuşlar sevgili peygamberimize “doğum” demiş. Her doğan bir gün ölecektir. Bu kadar basit işte! Başka ne arıyorsun ya da ne düşünüyorsun kardeşim?

Ve bir şey aramıyorum sevgili kardeşim yalnızca kabul ediyorum, ölüm hak diyorum ve katlanmaya çalışıyorum. Ve tabi herkes bunu yapmak zorunda çünkü kimsenin elinden başkası gelmiyor. Ve sevgili okuyucularım yazılarım aksamak zorunda bu zor günlerimde eski yazılarımdan günceliğini yitirmeyenleri bulabilirsiniz sayfamda.

Başsağlığı dileyen, mesaj atan, aryan bütün okuyucularıma sonsuz teşekkürlerimi gönderiyorum. Sağlıkla sevgiyle her zaman, hep birlikte kalalım sevgili okuyucularım, ayrımsız gayrımsız… Yase

Eski yazılarımdan…
‘Kelebeğin Rüyası’

2013’ün Şubat ayında vizyona giren Kelebeğin Rüyası adlı filmi sesimiz, soluğumuz kesilmiş vaziyette izlemiştik. Geçenlerde yeniden izledim. Belki hala izlemeyenler vardır diye yine gündeme getireyim istedim. Sanki gerçekten 1940 yıllarında ve Zonguldak’taydık. Hatta o kadar ki kömür tozunu sanki gerçekten soluyormuş gibi boğazım haşinleşmiş ve kesik, kesik öksürmeğe başlamıştım. Açık havada ise sesim düzeliyordu. Garip ama gerçekten gerçek… O kadar ki korktum, bende kan kusmaya başlayacağım birazdan diye… İşte diyorum kendini böyle, bir filmin, bir kitabın, bir resmin, bir şiirin içinde algılayabiliyorsa insan yazar yapımcı şair amacına ulaşmış demektir…

Filmi izlemeye giderken filmin konusu hakkında özellikle ön yargı olmasın diye bir şeyler okumamıştım. Ancak adı bana manidar gelmişti “Kelebeğin Rüyası.” Hani bilgelerden biri rüyasında kelebek olduğunu görmüştü ve uyandığında düşünmeğe başlamıştı, acaba ben mi kelebek oldum yoksa kelebek mi ben olduğunu gördü.

Rüyayı ben görseydim. Kelebek olduğumu söylerdim. Çünkü rüyada kelebeksen kelebeksin o kadar. Katilsen de katilsin. Bir kez katil olduğumu görmüştüm. Ve hala bu rüyanın ağırlığını taşırım. Ancak birini öldürmedim, yalnızca katilim bunu biliyorum. Ve düşünüyorum, düşünüyorum ve düşünüyorum sonunda kendi rüyalarımın katili olduğum sonucuna ulaştım!

Aklım fikrim dağınıktı kısaca ancak film gerçekten çok kaliteli, çok ölçülü, çok abartısız çekilmiş. Her karesi çok önemli, her karesinde bir hayat, bir düş gizli. Peşin yargısız gidince baya iyi oluyor. Ve konunun içine filmin kahramanları gibi öksürecek kan kusacak kadar girebiliyorsunuz. Doğrusu Yılmaz Erdoğan çok güzel bir film yapmış kutlanmaya değer oyuncular teker, teker her role şıp diye oturmuş.

Ancak konu kardeşim zaten ezik olan yüreğimi bir o kadar daha dağladı. Ve aslında şimdiye dek tanımadığımız iki Zonguldaklı şairimizi şiirleri ile tanımadan önce trajik hayat öyküleri ile tanımış olduk. Belki hayatları tam böyle geçmemiştir, Yılmaz Erdoğan kuşkusuz azıcık düşlerini katmıştır filme. Ama o da tam oturmuş sakil diyebileceğimiz hiçbir kare yok. Filmde yerli filmlerde illa bir şeylere takarız ya bunda takacak hiçbir şey yoktu ve sinemanın ses düzeni çok şükür güzeldi.

Konusuna gelince. Hani bir zamanlar ince hastalık diye anılırdı verem hastalığı. Ve çok öksürdüğüm günlerde soranlara ince hastalığa yakalandım derdim. İnce hastalık denmesin nedeni sanırım hastalığa yakalananların yapılarının zayıf ve dayanaksız olmasından kaynaklanmasından dolayı, yani verem zayıf vücut ve zayıf bünyeleri, karanlığı ve nemi sever ve en büyük düşmanı açık hava bol gıda neşe ve mutluluk. Ve ne yazık ki bir zamanların şairleri birde Karadeniz maden kömür işinde çalışıyorlarsa ekmek parası için. Yaşları genç, bünyeleri zarif, düşünceleri zarif, evlerinde aş azsa, nasıl verem olmasınlar ki.

Ve filmin iki şair kahramanı… Muzaffer Tayyip Uslu (Mert Fırat) ve Rüştü Onur (Kıvanç Tatlıtuğ) bu sondan nasibini almış iki genç şair insan. Şiirlerinin ilk dergide çıkması nasıl harika bir şekilde anlatılmış ilk dergide çıkan yazımı gördüğümde de bende aynen onlar gibi tepki vermiştim.

Ve bu iki arkadaş şairin içe dokunan acıklı ve kısacık hayatını anlatmış bu film. Zonguldak ve maden kömürlerini de içine alarak. Gerçekte onlar bunu yaşadı mı bilmiyoruz? Ama diliyorum ki inşallah yaşamış olsunlar. Kısacık aşları, her şeye rağmen dokunaklı kısacık aşkları hayatlarının anlamı, odağı olmuş… Hayat nedir ki aslında, eğer bir kelebeğin kanadında yaşanmıyorsa aşklar?

Ve onlar düşünüyorum ki gerçekten ince hastalığın ince insanlarıydı. İnce hastalık onlara onlarda ona yakışmıştı. Bu gerçek yüreğimizi yaş olarak gözlerimize taşıdığı halde ve seller akarken yanaklarımızdan aşağı, içten içe isyan ederken yaşananlara yinede biliyorduk ki yakışan son buydu. Ve yinede sinemadan çıkarken çok sinirliydim. Neden böyle sonlar oluyor, insanlar nasıl böyle yaşıyorlar ve ölüyorlar diye isyan ediyordum. Ve işte çelişkilerin insanı olmakta böyle oluyordu…

Ve sevgili okuyucularım, filmi hala izlemeyenleriniz varsa tavsiye diyorum yüreğiniz burkulacak ama izlenmeye değer bir film, bir defa film olarak çok güzel çekilmiş, oyuncuları falan hiçbir sıkıntı yok. Bulamazsınız eğer ön yargıyla ve illa eleştireceğim diye kurcalamazsanız. Ve şimdilik sevgi, sağlık ve birlik ve beraberlik içinde kalalım diyorum sevgili okuyucularım. Yase

Ve sevgili okuyucularım Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur’un şiirleri ve kısacık hayatları…

Muzafer Tayyip Uslu Kimdir?

Muzaffer Tayyip Uslu ise 1922’de dünyaya geldi. 1946’da son nefesini verdiğinde sadece 24 yaşındaydı. Zonguldaklı iki şair olarak imzasını attılar Türk şiir tarihine.. Mehmet Çelikel Lisesi’nden Behçet Necatigil’in öğrencisi olan Rüştü ve Muzaffer Tayyip, ‘hoca’yla bağlarını hiç koparmadı. Dönemin edebiyat dergilerinde, özellikle de Varlık’ta şiirleri yayınlanan Rüştü ile Muzaffer Tayyip, Behçet Necatigil’in yanı sıra Salâh Birsel, Necati Cumalı, Oktay Rifat, Melih Cevdet ve Samim Kocagöz ile de ‘şiir’ arkadaşıydılar ve sık sık mektuplaşırlardı.

Muzaffer Tayyip Uslu’nun kısacık yaşamında yayımlanan tek şiir kitabı vardı.

Rüştü Onur Kimdir

Rüştü Onur,”Garip şiiri’nin önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilmektedir. O, Zonguldak’ta yaşamış şairler olan Muzaffer Tayyip Uslu ve Kemal Uluser’le birlikte simge adlardan biri olarak görülür.

Babası Mehmet Onur adında bir köy öğretmenidir. İlköğretimini Devrek’te okur, liseye önce Kastamonu’da başlar sonra da Zonguldak’ta bitirir. 1938 yılında İnce hastalığına tutulduğu için o yıl okuyamaz. 1941 yılının başında Rüştü Onur’un hastalığı yeniden şiddetlenir. Üç ay Zonguldak’ta hastanede kalır. Bu arada Heybeliada sanatoryumuna da başvurur. 1941 yılının son ayı ile 1942 yılının ilk iki ayını Heybeliada’da geçirir. 1942 Mart ayında sanatoryumdan çıktığında yedi kilo almış ve hastalığı yenmiştir. Tekrar Zonguldak’a döner. İstanbul’dan Zonguldak’a giderken Anafartalar Vapurunda Mediha Sessiz adında güzel bir kızla tanışır. Mediha’ya aşkının ifadesi olan duygulu mektuplar ve şiirler yazar. Önce nişanlanırlar sonra da 1942 yılında evlenerek, Beşiktaş’ta Mediha’nın evine yerleşirler.

Ne yazık ki bir talihsizlik sonucu Mediha bir karın zarı iltihabı geçirir ve 12 Kasım 1942’de yaşamını yitirir. Bu ölüm Rüştü Onur’a çok fazla gelir. Eşinin ardından adeta canına kıyarcasına yaşamını boş verir. Yaşama sevdiği karısından sonra ancak iki hafta dayanabilir. 2 Aralık 1942’de Beşiktaş’ta Şair Leyla Sokağı’ndaki evinde ciğerlerinden fazla kan gelmesi nedeniyle boğularak ölür. Halen Ortaköy mezarlığında “Boğazın lacivert sularına bakan” bir sırtta eşiyle yan yana yatmaktadır.

Günün Şiiri

Şair Leyla Sokağı

Payıma düşen toprak parçası
Senin de payına düşer
Ayrılık gayrılık yok
Ölüm nefesinde nasıl olsa
Amma henüz vakit erken
Daha gün
Karşı apartmanın balkonunda
Dur bakalım hele
Ben salata satayım
Şair Leyla Sokağı’nda
Sen gene koş
Bez fabrikasındaki
Tezgahının başına
Ölüm içimde
Ölüm dışımda
Ölüm talihsiz aşımda
Ölüm kuru başımda
Teselli benim gözyaşımda

Rüştü Onur

Memnuniyet

Benden zarar gelmez
Kovanındaki arıya
Yuvasındaki kuşa;
Ben kendi halimde yaşarım
Şapkamın altında.
Sebepsiz gülüşüm caddelerde
Memnuniyetimden;
Ve bu çılgınlık delicesine
İçimden geliyor.
Dilsiz değilim susamam
Öyle ölüler gibi
Bu güzel dünyanın ortasında

Rüştü Onur

Rüştü’den Gelen Mektup
-OKTAY RİFAT’A-

Önce bütün şairlere selam
Sonra şunu söylemek isterim
Ölüm hiç te güzel değil
Ne sabah var ne akşam

Sokakların ellerinden öperim
Bana yaşamasını öğretmişlerdi
Dost olsun düşman olsun
İnsanlara iyi günler dilerim

Söyle sarı saçlı daktiloya
Ben yokum artık
Vefasız dostlara hatırlat
Kimseye kalmaz o dünya

Nasıl unuturum güzeldi yaşamak
Fakat hakkı varmış Oktay`ın
“Hatıralar da dal istiyor
“Kuşlar gibi konacak“

Muzaffer Tayyip Uslu

KAN
Önce öksürüverdim
Öksürüverdim hafiften
Derken ağzımdan kan geldi
Bir ikindi üstü durup dururken
Meseleyi o saat anladım
Anladım ama, iş işten geçmiş ola
Şöyle bir etrafıma baktım,
Baktım ki yaşamak güzeldi hâlâ
Mesela gökyüzü
Maviydi alabildiğine
İnsanlar dalıp gitmişti
Kendi âlemine…

Muzaffer Tayyip Uslu

Günün Sözü

“Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol.”
Hz. Mevlâna

 

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here