Değerli Okurlarım, toplum olmak, bütün olmak, takım ruhuna sahip olmak gibi özellikler, sabırla, iyi niyetle ve de yürekle olur. Kaba kuvvetle oluşturulan suskunluk, çok şeylere gebedir. Bu sözlerimle, bir kaç tane ortalığı velveleye veren şarlatanlara “Okey” dediğimi sanmayın sakın. Ne Kürt’üm, ne de Alevi. Hıristiyan Âlemine sıcak bakıyorum o kadar. O da kimseyi ilgilendirmez. Camiye de giderim, kiliseye de. İsa’yı da severim, Meryem’i de. Anlaşıldı mı?
Mevlit okumak için kuyruğa girip de, parada anlaşanlar, o mevlitte sülalesini besliyor. Bunu anlamak mümkün değil. Anlayan varsa bana anlatsın. Paralı cenazelere yapılan muamele başka, garibanlara daha başka. Bunlardan bir kaç tanesinin derisini verdim de, beni fazla değil hiç sevmezler. Ben de onları sevmiyorum ve hatta nefret ediyorum. Okurlarımdan başka bir yere sırtını dayamamış, başka bir dayanak aramamış bir yazar, bir gazeteci için, bu yoğun ilgi tek iş güvencemdir.
Bir maça gittiğimde 50-60 kişi etrafımı çevirmezse iyi bir spor yazar değil midir? Her hani bir mekânda ya da telefonda (ev telefonunda) okurlarım sanat ve kültür sayfam hakkında görüşlerini (olumlu-olumsuz) bildirmezlerse, kendimi gazeteci saymam. Köşemi doldurmaya çalışmıyorum, okurlarım için yazıyorum.
Okurlarımdan bazıları, yanlıştır doğrudur, olmuştur olmamıştır inanın hiç önemli değil. Bazı okurlarım öncelikle bu adam Kürt demişler. Bazıları da bu adam Alevi’ye benziyor iddiasında bulunmuşlar. Hıristiyan’a benziyor diyen çıkmamış üzüldüm. Ben, yarım asra varan gazeteci-yazar olarak Alevi-Sünni diye bir farklılık olduğunu, katledilen Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Hüseyin Ulaş’la Devrimci Sosyalist Hareket içinde militan olarak yer aldığımda öğrendim ilk defa.
Alevilerin neredeyse topyekûn solcu olduğunu saptadığımda sempatim uç verdi içimde ve onlara hayatım pahasına kol kanat gerdim, bunu bu duygularımı yoldaşlarıma aşıladım. Bugün bile, duygularımda hiçbir değişiklik olmadığı gibi, Alevilerin “Modern Türkiye” perspektifinin çok önemli bir sigortası olduğunu düşünüyorum.
Benim için Kürt sorunu diye bir hadise hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Yani solculuğumla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Doğu ve Güneydoğu benim adım-adım bildiğim yerlerdir. Çocukluğumu ve delikanlılığa geçiş yıllarımı çok iyi hatırlıyorum. Adamları, adam yerine koymadık ki. Aşağıladık, horladım, itip kaktık. Onlara genel olarak dost yüzümüzü göstermedik ya da gösteremedik. Kürtler hep bir arada yaşamak isterlerdi. Bulundukları mekânlara “Kürt Mahallesi” denilirdi.
Sözü uzatmayalım. Onlar azınlıkta oldukları için, epeyi eziyet verdik ve şu andaki üzüntümü de anlatabilmem mümkün değil. Çocukluğumuzda bizlerden güçlü olanlar bile bizden kaçarlardı. Bu anlattıklarım Kürt ve Alevi vatandaşlarımıza ilişkin yazışımı belirleyen objektif öğeler. Bir de sübjektif yanı bulunmaktadır.
Bu iki topluluk uzun yıllar sol ideolojinin etkisine açık oldu. Giderek de bu kültürün, bu felsefe onların gündelik hayatlarına, dünya görüşüne nüfus etti, içselleşti. Türkiye’nin geniş bir bölümü sağ hükümetlerin vahşi kapitalizmi, kullanım tarihi bir türlü eskimeyen bir resmi ideolojinin etkisiyle çözülmeye, dağılmaya uğrar, bir eşitsizlik, sorumsuzluk uçurumuna dönüşür. İşte o zaman da işin içinden çıkılamaz hale gelinir. Sonra devam ederiz.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
Politika Akıl ve Kurnazlık…
Değerli Okurlarım, hata yapmayan insan olmadığı gibi, hata yapmayan komutan da yoktur. Ancak komutanların hatası dile getirilmez. Bu hata bazen binlerce insan zayiatına mal olur. Hayatım boyunca kurnaz olamadım ama tecrübelerime dayanarak sizlere kurnazlığı tarif etmeye çalışayım. Bana göre kurnazlık, namussuzlukla eş değerde, birbirine göbekten bağlıdır. Zaten namussuzlar bunun böyle olduğunu çok iyi bilirler.
“Karşısındakilerin, hitap ettiği toplumun bilgisizliğinden, saflığından, çaresizliğinden, eli mahkûmluğundan yararlanıp, kendi çıkarını hesaplayarak takındığı bir tavrı, karşısındakinin çıkarına göre davranıyormuş gibi göstererek, göz boyayarak halletme meselesidir…”
Çevremizden böylesine uyanık geçinen kurnazlar o kadar fazla ki, bunlarda din, iman, haysiyet aranmaz. Defolu bir malı “Sana yarı fiyatına olur” diyerek kakalamaya kalkarlar. Allah bunların şerrinden esirgesin. Akıl ise, her türlü inanç, koşullanma ve görüntüler ötesinde “Öz gerçeği” saptamanın; her türlü kurnazlığın dışındaki doğa düzeniyle ters düşmeme titizliğinin, insana özgü merak ve karar mekanizmasıdır.
Bildiğiniz gibi, doğa düzeni doğum-ölüm, aydınlık-karanlık, sıcak-soğuk gibi analitik ve dinamik bir oluşum sergilediğinden “Akıl”, eksisi-artısıyla ortaya çıkan tablolarda, nasıl bir sentez oluşacağının da hem öngörüsü, hem de ona en uyumlu kararı verme peşindedir.
Doğayla iyi geçinmek, onun insanoğluna vereceği zararı ortadan kaldırmak, en azından asgariye indirmek için buluşlar içinde olmaktır. Örneğin, karanlığa karşı ampulün, yıldırıma karşı paratonerin keşfi, doğa ile uyum sağlamanın ve onun verilerinden yararlanarak, kendini yaşamını daha kolaylaştırmanın örneklerindendir. Sahtecilik nasıl kurnazlığı, kurnazlıkta nasıl zavallıları, bilinçsizleri, garibanları, çaresizleri kullanıyorsa, bilim de aklı kullanır.
Gelelim politikaya; bana göre en önemli yönü olan ulus-devlet yapılanmasına… Politika büyük oranda kurnazlığa abandığına ve doğa düzeninde bir kurnazlık olmadığına göre… Düşünün ki, yer küresinde her saniyede bir trilyon iletişim yapıldığı günümüzde artık bilinen bir gerçek!
Ülkemizdeki politik kurnazlıkların, vatandaşa boş verip, vatan sevme çığırtkanlığı yapmanın, değersiz önemlilerin, önemsiz değerlilere karşı duyduğu gazabın; kitap yasaklarının, lider dalkavukluğu yapma yerine, yazıya layık olmaya çalışanları “hain” saymanın; yolsuzluk ve soysuzlukları ortaya çıkarmaya kalkanları yok etmenin kötü birikimleri, öyle bir zamanda ayaklara dolaşacak ki; tsunami gibi, şike operasyonları gibi ses getirecektir.
Önce Allah’ın adaleti, daha sonra akıl galip gelecektir ama o gün gelene kadar, bunun bedelini onlar değil, genç kuşağın binlerce günahsız insanı öder. Bunun için de öncelikle Allah’ın adaletini sabırla beklemekte fayda vardır.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Kamuflaj
Hani sırtında çantayla ev-ev dolaşıp da, bazı parfüm losyon pazarlayanlar var ya. İyi niyetli olanlarına sonuna kadar saygılıyım. Bunun kötü niyeti nerde diyeceksiniz. Satıştan sonra imzalanan senetler bir süre baş ağrıtıyor ya. İşte onun için hepsine saygılı olamıyorum.
Öyle ya da böyle, her şeyin bir fiyatı var. Eğer yumuşak bir müşteri bulunduysa, onun fiyatını pazarlamacı belirliyor. Örneğin ter için kullanılan parfümler. Yani koltukaltı falan filan… Peki, onları kullanınca insan terlemiyor mu? Onun etkisi 72 saat mi sürüyor? Evet, bir süre vücutta kamuflaj oluyor ama daha sonra her şey aslına rücu ediyor. Losyonlardan ve parfümlerden söz ediyorum. Onlardan alacağınız varsa yine alın. Evinizde banyodan çıktıktan sonra kullanırsınız daha iyi olur.
Gelin siz beni dinleyin ve şunu uygulayın. Bunu ilk kez söylüyorum. Sabahleyin evinizden çıkarken temiz çamaşırlarınızı giymeden, soğuk bir duş alıyorsunuz. Acele etmeden, yavaş adımlarla evinizden çıkıyorsunuz. Hızlı yürümemeye ve koşmamaya özen gösteriyorsunuz.
Önemli bir ipucu daha veriyorum. En sıcak saatte bile kendinizi çok serin bir ortamda tasavvur ediyorsunuz. Bir deneyin eminim başarılı olacaksınız. Ben, sıcak günlerde kendimi serin yer değil kutuplarda bile farz etsem, yine de şakır-şakır terliyorum. Bunu bir türlü çözemedim.
Günün Sözü
Keyifli Anında Söz, Kızgınken Yanıt Verme
Öcal’dan İnciler
Goller Futbolun Sanat Ruhun Zaferidir!