“Ve ‘Bizden mucit çıkmaz’ Demecinin Eleştirel Yorumunda Zafer Bayramını Kutlamak!” Bu cümle de başlığa dahildi.. Başlıkta söz konusu olan tanım ise şöyleydi..
“Sömürgeciliğin temelinde pratik ihtiyaçlar ve kişisel çıkar yer alır. Tek amacı kâr elde etmektir ve bu amaca ulaşabilmek için her yolu meşru görür.. Dolayısıyla gayri ahlakidir.. Emperyalist başlangıcından beri teori kuran sömürücüdür ve sömürücü pratikte emperyalisttir. Kapitalizm, vahşi sömürünün modernlikle maskeli yüzüdür.. Ve emperyalizm, insanlığın vicdanını kanatan barbarlıklarda maskeden görülen dişleriyle sırıtır!”
Belgesellerden ilki NTV’nin belgesel kuşağındaydı ve özetle şöyleydi: “Tohum patenti üzerinden tekelleşen büyük şirketler; küçük çiftçileri önce kendi patentlerindeki genetiği değiştirilmiş tohumla üretim yapmaya zorluyor. Sonra bu bağımlılıkla kendi topraklarında artık üretim yapamaz hale getiriyor. Tekelleşen şirketler, ne üretilecek, nerede üretilecek, ne kadar üretilecek, kaça üretilecek, kimin için üretilecek sorularının yanıtlarını patentleyip paketleyerek dünya üretimine el koyuyor!”
Jeneriğinde, “Yapımcı ve yönetmen: Bülent Çubukçu, TRT 2008” yazan ve “milli ilk otomobillerin” öyküsünün anlatıldığı ikinci belgesel, “Yarım Kalan Devrim” adındaydı.. Projenin her aşamasında görev alan bir makine mühendisi, söz konusu olayı şöyle özetliyordu: “Yıl 1961’di.. Devlet Başkanı Cemal Gürsel; Cumhuriyet Bayramı törenlerinde halka sunulmak üzere, tasarımı ve malzemesi tamamen yerli bir otomobil üretilmesini istemişti. Bayrama 129 gün vardı. Kendine güvenen, inançlı mühendislerden çalışma ekipleri oluşturuldu ve atölye olarak seçilen Eskişehir’deki Lokomotif fabrikasında çalışmalara başlandı. Öncelikli hedef “cadde tipi” yerli bir otomobil yapmaktı. Bu yapılabilirse seri üretime geçilecekti. Sonrasında ise “arazi tipi” için proje geliştirilecekti. Çalışmalar basında da geniş yer buluyordu, fakat haber yorumların büyük bir kısmı, başarma azmimizi tahrik edici değil tam tersi tahkir ediciydi. Bir kısım basın yapılamaz kampanyası başlatmıştı. Buna rağmen, elli yıl öncesinin koşullarında ve dört ay gibi bir sürede dört adet tamamen yerli ‘Devrim Otomobili’ yapıldı. Otomobillerden iki tanesi Eskişehir’den Ankara’ya götürülmek üzere vagonlara yüklendi. Lokomotife yakın olan vagona yüklenen, “siyah renkli otomobile” az benzin konuldu. Çünkü lokomotifler buharla çalışıyordu ve kömür yanan bölümden “kıvılcım sıçrama” tehlikesi vardı. Trenden indirildiğinde, yol üzerindeki istasyondan benzin takviyesi yapılacaktı. Fakat yapılamadı. Nedeni; “unutulması” değil, bürokratik tören nedeniyle fırsat bulunamamasıydı. Cemal Paşa, siyah renkli az benzinli otomobile bindi. Otomobil yüz metre sonra durdu. Paşa indi, “krem renkli” diğer ‘Devrim Otomobiline’ bindi ve tören alanına bu otomobille gitti. O ‘Devrim Otomobiline’ benzin koyun, bugün de çalışır.” Belgeselden bir anekdot: “Otomobil durunca, Gürsel, şoför koltuğundaki mühendise; “Ne oldu?” diye sorar ve “Benzin bitti Paşam!” yanıtını alır. Ve Cemal Aga, o tarihsel sözünü söyler: “Garp kafasıyla araba yapıyorsunuz, ama Şarklı olduğunuz için benzin koymayı unutuyorsunuz!”
Belgeselde; “Devrim otomobillerinin devamının neden gelmediğinin” sancısı da işleniyordu.. Paşa’nın, aspirin örneği her tür ağrıda kullanılabilir nitelikli şark, garp eleştirel esprisi, sancıyı dindirecek eczayı da içeriyordu.. Mesela, ‘garp’ kafası beyin gücüyle yaptığı makineler marifetiyle, ‘şark’ı yalnız garip bırakmakla kalmamış, bir kısım garip ‘şark’lı kafalardaki beyinleri göçertmiş, bir kısmını da garba göç ettirmişti.. Beyni her iki bağlamda da göçmemiş ‘inançlı’ bir mühendis, o nedeni şöyle açıklamıştı: “Yabancı otomobil endüstrisinin ‘acentalığını’ üstlenmiş bir kısım basının yürüttüğü ‘yapamayız’ kampanyası, ‘yaşatmayız’ kampanyasına dönüştü. Yaptığımız yerli otomobiller yerden yere vuruldu. Sekiz sütuna manşet; “yolda kalış” haberleri verildi. Köşelerde; “maliyeti çok yüksek” başlıkları altında “motorunun çalıntı olduğu” yazıldı. “Kapsının dahi açılmadığı” şeklinde karikatürize edilerek çizildi. Ve zihinlerdeki “yapılamaz” izi üzerine “yapılmasın” resmi kazıldı.”
Bu bölümde konuşanlardan biri de; Şark’a, “yeryüzü standartlarını!” Garp retoriği ile yerleştirebilmenin sözcülerinden Profesör Mehmet Altan’dı.. O da; ”Batı’nın seri otomobil üretiminde burjuva ve sermaye birikimli endüstri devrimi var.. Bizde endüstri devrimi yok ki devamı olsun” diyordu.. Dolayısıyla, belgeselin eleştirel vurgusuna takviye anlamıyla “enerji ve besinde yeryüzü standartlarına” el koymak için dünya barışına benzin döken Batı patentli sömürgeci isimlerin zihinlerde resimlenmesi de unutulmamıştı! Söz konusu belgesel, “milli özgüven ve inançla başarılabiliri” eleştirenleri eleştiren o “inançlı” mühendisin şu sözleriyle bitmişti: “İlk milli otomobili, elli yıl öncesinde özgüvenle yaptık. Fakat bununla övünmek yetmez! Bugüne taşımak gerek! Endüstri devrimini yapamadık tamam, fakat eğitilmiş dinamik genç nüfusumuzla günümüzün nano teknoloji içeren bilişim devrimini yapabilir, bilgi çağında yaşayabiliriz!”
Yapmak ve yaşamak eylemleri ise Mustafa Kemal’ce; “Zafer, ‘zafer benimdir’ diyebilenindir” inancındaydı ve Mustafa Kemal, emperyalizme karşı zaferin, (ki patenti Türk Milleti adına tescil edilmiş) mucidiydi.. 26 Ağustos sabahında bu duygu ve düşüncelerle kutluyorum Zafer Bayramımızı..
Selam ve saygılar…