Bir Kaptanın Hikâyesi

0
172

Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Ben hala hastalıklardayım. Bu nedenle iyileşene kadar hikâyelere devam edeceğiz. Sağlıkla kalın. Yase

Kaptan

Serbest olmak özgürlüktür derdi hep, bizim kaptan. Yelkenleri istediği yöne açıp gitmeyi severdi. Ben de hep şaşırırdım, nasıl oluyor da, her istediği yönde rüzgar bulabiliyor diye. Bir sırdı benim için bizim kaptanın bu yeteneği. Hadi arkadaşlar şimdi güney doğuya gidiyoruz derdi ve yelkenleri ona göre açardık, dümenci de rotayı ayarlardı ve biz ideal rüzgarı bulurduk, inanılmaz bir tesadüftü benim için bu, adeta bir sihir.

Hiç unutmam kaptanla son seferimiz olacak o yolculuk da böyle başlamıştı. Bilmiyordum tabi o seferin onunla paylaştığım son sefer olacağını. Onun son seferi olduğunu bildiğini de bilmiyordum.

Sabahın o soğuk nemli havası, sisin içinden doğan güneşin verdiği o soğuk aydınlık gibi, insanın hem içini aydınlatıyor hem de ürpertiyordu, o aydınlattığı yürekleri.

Limandan çıkarken bile rüzgarı doğru tahmin etmişti kaptan, her zamanki gibi. Kıyı gözden kaybolurken bana seslendi, “yanıma gelsene”. Koştum gittim, kapağı kapalı, yılların neminden buruşmuş yapraklarından kabarmış seyir defterinin yanı gibi kat kat çizgilerle kaplı yüzünde bir garip gülümseme vardı. “Buyur kaptan dedim, ne yapmamı emredersin?”

“Emir değil, dedi, artık sana emretmeyeceğim, yarın sen de göreceksin, artık senden sadece bir şey isteyebilirim.”

Anlayamamanın verdiği boşluk ve karmaşık bir zihnin ifadesi yarı sönmüş gözlerle baktım yüzüne. Yılların insanı, anlamaz mı? “Korkma dedi, kötü bir şey olmayacak, sadece bir devir teslim yapacağız yarın.”

“Kime neyi devir ediyoruz kaptan” dedim.

“Sana kaptanlığı devir edeceğim” dedi.

“Sen ne yapacaksın peki” dedim.

“Yarın akşamdan itibaren ben sadece sana lazım olduğunda danışacağın bir konuma çekileceğim” diye cevap verdi, tebessüm etti.

Yüzü aydınlanmıştı, sevindim, kötü bir şey olmayacak diye. Nasıl bilebilirdim ki? Gece suyun geminin yanından akıp giderken çıkarttığı ses ve hafif rüzgarın yelkenlere okuduğu şiirlerle geçti, gitti zaman.

Gün aydınlandığında kamaramın kapısı vuruldu. Kalktım, tayfalardan birisi, “kaptan geminin baş tarafında seni bekliyor” dedi. Aceleyle üstümü başımı düzeltip koştum, ne de olsa kaptanım çağırıyordu.

“Gel gel Memo” dedi. “Bunca yıldır özgürlüğü nasıl yücelttiğimi bilirsin, her seferinde istediğim yöne gittim, değil mi? Sen de buna hep sihirmiş gibi şaşkın baktın, haksız mıyım?” Gülümsedi, uzun uzun, yüzüme baktı, cevabını almaya kararlı kaptanım.

“Evet doğrudur kaptan” dedim.

“O zaman özgür olmanın bedelini sana söyleyim, sen de öğren. Ben istediğim yönü, rüzgara göre seçtim bunca yıldır. Hiç rüzgara, doğaya ters yönü istemedim, biliyor muydun?”

Dondum kaldım. Sesim bile çıkmadı açık ağzımdan.

“Özgür olmak istediğini yapabilmektir ama, doğru şeyi istersen eğer” dedi.

Boğazım üşüdü, ağzımın açık kaldığını o zaman fark ettim. Şaşkın bir ifade takınmaktan utandım, yüzümü ateş bastı.

“Bugün benim son günüm diye devam etti” kaptanım. “Ben bu akşamı görmeyeceğim.” “Neden?”

“Çok hastayım, belki bir en fazla iki gün ömrüm var. Son bir defa daha özgürlüğümü yaşayacağım. Denizde ölmeyi istedim, bunu yapma şansım var. Unutma dediklerimi.” Ve denize attı kendisini…

Geminin yanından geçip, geride kalırken kaptanım, koştum güverte boyunca, “Ama bana söz vermiştiniz, size istediğimde danışabilecektim.”

Uzaktan, son sözleriydi, denizin maviliğinde kaybolmadan önce, duyduğum: “Rüzgara sor, ben onun sesiyle fısıldarım sana…”

& & & & &

Bir de Mesnevi’den okuyalım…

Saki’nin Tedbiri

Bir padişah mecliste oturmuş, şarap içip sarhoş olmuştu. O sırada kapının önünden bir fakih geçiyordu. “Şunu tutup meclisimize getirin ve ona da gül renkli şaraptan sunun!” dedi.

Hocayı tutup getirdiler. Hoca suratını asıp oturdu. Padişah kendi eliyle şarap sundu. Hoca kızarak reddetti arkasını dönerek oturdu: “Ben ömrümde bu berbat şeyi içmedim bunun yerine bana zehir verin daha iyi” dedi.

Padişah kızarak sakiye: “Ey sâkî ne duruyorsun hocayı neşelendir hoş ve meclisimize uygun bir hale getir” dedi.

Sâkî bunun üzerine hocanın başına birkaç sille vurdu: “Al şunu iç” diyerek kadehi eline tutuşturdu. Hoca korkudan şarabı içti, içtikçe açıldı, neşelendi. Başladı latifeler yapıp meclisi neşelendirmeye.

Aradan zaman geçince hoca tuvalet ihtiyacı duydu. Kalkıp gitti. Padişahın tuvaletinde ay yüzlü bir cariye bekliyordu. Hoca onu görünce aklı başından gitti, onunla sohbete başladı adeta dünyayı unuttu. Uzun bir zaman geçip hoca meclise dönmeyince padişah merak edip hocanın peşinden gitti. Cariyesiyle sohbete daldığını görünce kızdı, öfkelendi. Kızgınlığından gözleri kan rengini aldı. Bunu gören hoca hemen meclise döndü. Padişah da peşinden geliyordu. Meclise gelen padişahın hala kızgın olduğunu gören hoca sakiye seslendi:

“Bre sâkî ne duruyorsun padişahı neşelendir, hoş bir hale getir” dedi. Çünkü sakinin, padişahın da tepesine yumruk indirerek onu yola getireceğini sanıyordu.

Bunu duyan padişahın kızgınlığı gitti gülmeye başladı. Hocaya: “O cariyeyi sana ihsan ettim, al git” dedi.

Günün Şiiri

Aşka Sabah Serenadı

Seni, yatağında yakalamalıyım bir sabah erkenden

Yüzün saçlarınla saklı olmalı

Duymazsan adımlarımın sesini

Nefesim uyandırsın seni

Ya da

Omuz başına indirdiğim bir öpücükle uyandığında

Usulca açtığın gözlerin şaşırmalı gözlerimde

Ve o kısık

Özlem kokan sesinle

Hoş geldin demelisin

Ellerin beş kez uzansın boynumu avuçlamaya

Her defasında, beklemek yılgınlığıyla

Küskün çekilsin geriye

Dudakların da, gelen her güzel sözcüğü tutsak etsin isterse

Yeter ki bak gözlerime

Bak güneş gibi

Bakarsan sana denizimden kucaklayıp getirdiğim mavilerden veririm

Bakarsan avuçlarında yıldız kuşu olur, yanı başında sevinçli insanlar

Sonra martı gülüşleri

Bir de her sabah yeniden yaratılan

Bir yaşamın penceresi

Ardından haydi derim, ürkekliğine aldırmadan

Haydi gidelim seninle düşlerime

Boş bir film şeridinden düşeriz, belki

Bir tek ikimizin bildiği baharına

Sen, nazlı bir bebeksin ya

Alıp kucağıma anadenize götürürdüm avutmak için

Ama tam mavilerden geçerken

Yani denizden yani gökyüzünden gözlerinden yani

Yeniden yaratırken yaşamı işte

Sakın susma, ansızın gülümse olur mu?

Alnından bulutlar kalkıp gitsin böylece

Seni, yatağında yakalamalıyım bir sabah erkenden

Yüzün saçlarınla saklı olmalı.

Sen açık unutmuşsun da kapını

Duymamışsın gelişimi

Girip, saçlarında saklı yüzünü bin kez daha çizmeliyim beynime

Alnıma koymalıyım kirpiklerinin öldüren yanını

Ama sen uyandığında her şeyden habersiz

Dudaklarında bir bahar bulmalısın, kulaklarında martı sesleri

Ve avuçlarında,

Yeniden yaratılmış bir yaşamın penceresini

Zübeyir KINDIRA

Günün Sözü

Küçük şeylere gereğinden çok önem verenler, elinden büyük iş gelmeyenlerdir.

Eflatun

Babanın erdemleri çocuklarının servetidir.

Anatole France

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here