Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Yazlık zamanı geldi herkes bir yerlere gitmek hazırlığında eh bizde başladık hazırlığa ama hala yazlık moduna girmedik. Çocuklar gelmeyecek olsa yerimden kalkmaya pek niyetim yok bu yıl, içinde bulunduğumuz durum bizde tatil modu bırakmadı ve ne yalan söyleyeyim vicdanen rahatsızlık duyuyorum. Ve kaygılı olmaksa insan her yerde kaygılı olabilir tabi. Ama kaygısız gitmek var işte onu bekliyorum aslında ki tatil gerçek tatil olsun.
Ve sevgili okuyucularım. Bazı şeyler enerjimizi, başarımızı etkileyebiliyormuş hiç ayrımına vardınız mı? Örneğin, evinizin kapısını açtığınızda koridorda bir ayna varsa ve siz ilk ona bakıyorsanız enerjinizi alıyormuş, halsiz ve yorgun oluyormuşsunuz? Yok, odanız bilmem hangi yöne bakıyorsa ona göre ya hastalık sahibi ya da sağlıklı, genç ya da dinamik oluyormuşsunuz? Ya da bir yerde oturup yazınızı yazdığınızda çok başarılı oluyor ya da hiçbir kelime bile yazmıyormuşsunuz ve bunun gibi bir sürü benim için ıvır zıvır saçmalık, bazıları için müthiş bir şey olan bu duruma inanıyor musunuz?
Birçok tanıdığım ev günlerini buna göre ayarlıyorlar tabi onlara bazı insanlar ders veriyor. Böylece yeni bir sektör oluşmuş, bu yeni bir şey değil yıllarca anlatırlar uygularlar biz dinleriz. Ne kafaya taktığımız olur ne de dikkate aldığımız yani ben kendi hesabıma bu tür şeylere hiç inanmam. Ancak yine de “oflayıp, pufladığım” neden uyandım diye kendimi yediğim bir sabah arkadaşım yastığını yatağını değiştirmemi önerdi. Onlar enerjimi alıyor olabilirmiş. Bir deneyim diye düşündüm ikisini de attım değişen bir şey olmadı.
Ayrıca bizim girişte bir ayakkabı dolabı var aynalı sahanlıkta ayakkabısını çıkaran o dolaba koyar, terliğini alır sonra kapıyı açar. Kapıyı açınca tam karşıda da bir ayna sizi karşılar. Kapı açıkken iki ayna arasında kalırsınız. Ve bu durum eve ilk taşındığımızdan beri böyle… Geçenlerde arkadaşlarımdan birine sordum. Dikkatini ölçmek için. “Bizim evin girişinde ne var?” diye. “bir şey yok” dedi.
Çocukluk arkadaşım ve evimize benden çok giren biri? Bir diğerine sordum o da bir şey var ama neydi ya dolap gibi falan? dedi. Kendime sordum tabi ben biliyorum, ancak bir tek defa bile o aynaya dikkatle bakmamışımdır ya da işim bitince kapıyı çektikten sonra şöyle bir kendime bakmışlığım var yani aslında gördüğüm yok. İçerdeki aynaya ise yalnızca tozunu almak için bakarım. Şimdi bu aynalar varlığından bile nerdeyse haberimiz olmayacak kadar yalnız bırakılmış nesneler, enerjimizi, intikam olsun diye mi emer? Eğer öyle ise bizim şimdiye kadar hayalet olmamız gerekmez miydi?
Ve bendeniz yazılarımı bütün odalarda yazabilirim bütün koltuklarda, hatta sokakta hatta merdivenlerde ya da duraklarda. Yalnızca içimden yazmak gelsin. “Günaydın” ya da “merhaba” diye başlarım söze. Kitap okumak, düşünmek içinde, zamana mekâna gerek duymam. Şimdi o bunları savunan hanım diyor ki sende ama çok biliyorsun? Hayır, bilmiyorum doğrusu bu ve diyor sık sık hasta oluyorsun düzenini bir değiştir bak nasıl iyi olacaksın. Yani şimdi bütün sıkıntı aynaların yönünde mi ya da yatak yastıkta mı? Bir değiştir göreceksin.
Bir arkadaşım aynaları falan kaldırmış yatağının yönünü değiştirmiş. Telefon edip sordum nasıl, bir şey değişti mi? diye. “hayır” dedi “değişen bir şey yok” ve bu iş yalnız aynaların yeri ile sınırlı değil, evin konumu, odaların kesişme noktaları falan uzman geliyor ölçüyor, biçiyor, üçgenliyor, kareliyor ve buyuruyor “burada yatacaksın, kapı önünde ya da pencereden uzak, aynan burada duracak, annen de şu üçgenin kesiştiği noktada yatacak…” O nokta neresi ise artık banyoyla mutfak arası mı, ardiye diye kullandığımız sıkışık alan mı artık neresi ise orası. Odanın içine bir çanak koyacaksın içine kristal bir taş bilmem ne ve o sana enerji verecek?
Valla benim aklım hiçbirine ermedi eremez de. Evimizi hepimiz zevkimize göre dizeriz. Yani her zamanki kahve içtiğimiz koltuğumuzun yeri hep aynı olsun isteriz, onun yeri değişince nasıl mutlu olabiliriz ki? Biz sürekli o yeri ararken. Hatta sık, sık değiştiğinde “neden değişti” diye sinirleniriz…
Şimdi uzmanın görüş ve emirlerine göre değiştirsek odamızı evimizi bizim hoşlanmadığımız bir şekilde o zaman agresif olmaz mıyız?
& & & & &
Ve bir eve gittiniz örneğin yorgunsunuz, oturur oturmaz esnemeye başladınız. “a bu o evde göz olduğuna işaretmiş” kalkıp hemen buhur yakıp dua etmeniz gerekirmiş?
Valla bunların hiçbirine aklım yatmaz. Tek bildiğim şey, her şey bizde, beynimizde başlar beynimizde biter. Emirleri biz göndeririz ve onu istediğimiz gibi yönlendirebiliriz. Acıkmak, üşümek, sıcaklaşmak, istersek emir verirsek sıcakta buram, buram terleyince sıkılmayız ya da iki saat içinde acıktım demeyiz, elma yediğimizde ya da kahve içtiğimizde de… Telefon numaralarını da belleğimizde tutabiliriz istersek isimleri de, yalnızca emir gitsin beynimize… Ben deniz isim özürlüsüyüm, aynı zamanda telefon numaralarını hafızlama özürlüsü, geçen gün kendime “ne oluyor” dedim iki numara hafızlayamıyor musun? Ve anında emir gitti şimdi bir bakıyorum numarayı pat çeviriyorum eskiden olsa tek, tek numaraları söylesinler ya da okuyarak çevirirdim ahizeyi. Burada değişen ne? Aynaların yeri mi, yattığım oda mı (gerçi o hep değişir eviniz büyük ve yalnızsanız dolanırsınız bütün odaları uyurgezer gibi bazen hiç biri olmaz koltuğa uzanır kalırsınız kaldığınız yerde) Evin kesiştiği nokta mı yoksa orası?
Ve yine aynı yatak, aynı yastık, bir sabah uyanırsınız “neden uyandım neden sabah oldu” teraneleri ile bir sabah uyanırsınız aynı yerde aynı yastık aynı yatak. En güzel şarkılar dilinizde, şiirler ya da yazılar ya da resim yapma zamanı dürtüsü ile. E ne oluyor ne değişti? Yatak yorgan yastık aynı! Değişen? İnsanın kendisi yalnızca, kendisi, psikolojisi… Bu yüzden değil mi? Tatile çıkın dendiğinde, kendinizi de götürmeyin denir. Örneğin ben tatile çıkamadım daha, neden, çünkü kafamda bin bir proje var eğer gitsem bir yerlere, kendi kendimi yerdim bu düşüncelerle ve çevremdekileri, şimdi işlerimi ve projelerimi hafifletmeliyim sıraya koymalıyım ve zamana mekana uydurmalıyım ki tatile çıkabileyim değil mi? Yoksa çıktınız gittiniz, ilk gün laylom, ikici günde öyle, üçüncü gün çullanır düşünceler ve sıkıntılar, dört beş gün sonra ise katlanır ve “ne zaman döneceğim” diye başlarsınız kendinizi yemeye ne denizin nede havuzun keyfi kalır.
Bu yüzden sevgili okuyucularım âcizane kendimden örnekleyerek söylüyorum kikişi kendi kendine yeterlidir aslında. İyi de kötüde olumluluk olumsuzlukta kendinde, isterse olumsuzu olumluya çevirir, isterse dağları bile eritir. Yani evinin yerini yatağının yerini aynanın yerini, nazarı gözü düşünüp enerjimizi boşa harcayacağımıza olumlu düşünüp beynimizi kullanmaya başlayalım, yoksa zaten üçte bir çalışıyorken, bu ara hızla beşte birlere doğru akıyor gördüğüm bu valla. Ve şimdi bu yazıyı hiç alışık olmadığım bir ortamda yazıyorum ve yine de uzun oldu…
Ancak bazen kötü uyanırım o zaman nerde olursam olayım yazmak gelmez içimden, yani aynaların yeri değişik olsa da olmasa da enerjisiz uyandım isteksiz uyandım ne yapabilir ayna bana ki? Ben kendime yapmasam? Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlıkla, sevgiyle ve hep birlikte kalalım her zaman diyorum. Yase
& & & & &
Acının Gizlediği Armağan
Bir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek battı. Gemiden sağ kurtulan adamı, dalgalar küçük, ıssız bir adaya kadar sürükledi. Adam ilk günler kendisini kurtarmasını için Allah’a yakardı ve yardım bulurum umuduyla ufka baktı. Ama ne gelen oldu, ne giden…
Daha sonra rüzgardan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklardan bir kulübe yaptı. Sahilde bulduğu, gemiden arta kalan konserve, pusula gibi eşyaları bu kulübeye koydu.
Günler hep aynı şekilde geçiyordu. Balık avlıyor, pişirip yiyor ve ufku gözlüyor, kendisini kurtarması için Allah’a dua ediyordu. Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkmıştı, geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını gördü. Duman, dans ede ede göğe yükseliyordu. Başına gelebilecek en kötü şeydi bu.
Keder ve öfke içinde donakaldı. Şimdi bu ıssız adada, başını sokabileceği bir kulübe bile kalmamıştı. “Allah’ım, bunu bana nasıl yapabildin?” diye feryat etti. O geceyi keder ve üzüntü içinde geçirdi. O kadar dua ettiği halde, başına bu olay geldiği için sitemler etti.
Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyandı! Bitkin adam kendisini kurtaranlara sordu; “Benim burada olduğumu nasıl anladınız?”
Cevap onu hem şaşırttı, hem de utandırdı: “Dumanla verdiğiniz işareti gördük!”
& & & & &
Canımızı sıkan, gözyaşlarımızı inci gibi döküveren olaylar sessiz bir kurtuluş çağrısı, bir mutluluk davetiyesi belki de… İlk bakışta dayanılmaz gelen acı anlar, sonrasında kalbimizi kuş gibi hafifleten, ruhumuzu ısıtan tatlı tecrübelere dönüşüyor. Aydınlıkta seçemeyeceğimiz bir ışık, karanlık basınca fenerimiz oluyor. Keyfimiz yerindeyken burun kıvırdığımız tavsiyeler, yaslı anlarımızda imdadımıza yetişiyor. İyilik hallerinde sırt çevirdiklerimiz, zor anlarda sırtımızı dayadıklarımız oluyor.
Günün Şiiri
AŞIKANE
“Seni seviyorum” diyen o
hüzünlü bir ozandır
şarkılarını yitirmiş
Bin neşeli tarlakuşu
gözlerinde
bin suskun kanarya
boğazımda
Aşk konuşabilseydi keşke
“Seni seviyorum” diyen o
üzüntülü bir gecenin kalbidir
ayışığını arayan
Konuşabilseydi keşke aşk
Bin gülen güneş
adımlarında
bin ağlayan yıldız
arzularımda
Aşk konuşabilseydi keşke.
Ahmed ŞAMLU / Çeviri: Ayşegül SÜTÇÜ – Hamit TOPRAK
Dost
Bir gece habersiz bize gel.
Merdivenler gıcırdamadan
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın
Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın
Mavi bir gökyüzünde olsun kanatlarımız.
Dokunarak uçalım.
İnsanlardan buz gibi soğudum
İşte yalnız sen varsın
Öyle halsizim ki hiç sorma
Anlarsın.
Cahit KÜLEBİ
Günün Sözü
Düşünmeden konuşanın cezası sonradan düşünmeye mahkûm olmaktır…
GİBBON