Bir Genç Kolay Yetişmez

0
68

Değerli okurlarım, neresinden bakarsak bakalım, bir genç kolayına yetişmiyor. Sınır boylarında ya da muhtelif yerlerde, hayatının baharında vurularak şehit olan ve de bizlerin rahat etmesi için ölümüne çalışan, şahadet şerbetini içen polislerimizden söz etmeyeceğim.

Benim demem şu; bu ülkenin mukadderatını yıllardan beri elinde tutanlar… Bu çocukları daha aile ocağında şiddetle siz tanıştırdınız. Sonra okullar girdi devreye, ardından askerlik. Her konuda emirler verdiniz, fakat onları dinlemediniz. Ne istediklerini, nasıl bir hayat arzuladıklarını sormadınız, bu aklınıza bile gelmedi.

Ne yaptınız? Banklarda el ele gençleri, çiftlerin tepesine diktiniz polisi, sevgiyi gelenekle ezdiniz. Hak arayan gençleri coplattınız meydanlarda, kitapları yaktınız. Kazanılması zor ama içi boş üniversitelerde, sözde tahsil gördü bu gençler. Ve bin bir zahmetle mezun olanlar ise, ellerinde meslek adına hiçbir şey olmadığını anlayarak dehşete kapıldılar.

Dünyanın her yerinde geçerli bir mesleği özendirmek yerine, ne pahasına olursa olsun kısa yoldan voleyi vurmayı özendirdiniz gençlere. Sosyal bilimcileri susturdunuz. Bu ülke için bir şey yapmaya çalışan, kafa, yoran hedefleri olan, okuyan, gencecik insanları, ipe sapa gelmez gerekçelerle ipe çektiniz, sabaha karşı.

Sonuçta amacı, geleceği, iş güvencesi olmayan, yeteneklerinden habersiz, kendini ancak topluluklar içindeyken ifade  şansı bula bilen birey olmayan, yoksul, sevgiye aç, acımazsız, bencil bir gençlik çıktı ortaya.Ve şimdi bu gençler, en küçük bir öfke  patlamasında, çoğu zamanda yok yere hiç tanımadığı bir gencin kalbine saplıyor bıçağı, hiç acımadan…

İşin için de, bir poşet nohut ile bir torba kömür de var… Bu gençlere bazı mülki amirler seçim yaklaştığında, bu işlerde ücretli olarak istihdam ediyorlarmış. İçi boş üniversitelerde ortalığı doldurursanız, okuyanlarla okumayanlar arasında bir fark kalmaz.

Okuyan gençler lider olmalıyken, birçok kesimlerde öncülük yapmalıyken, bu düzende bir torba kömür ile bir poşet nohudun hamallığını yapıyorlar!

Şimdi soruyorum! Bu nasıl bir düzendir, bu düzeni oluşturanlar kimlerdir? Ne derseniz beyler?

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

Gönül Köşemden

Hey Gidi Gençlik

Değerli okurlarım, gençlik yıllarım ve mesleğimin belli bir bölümü Ankara’da geçti. O zamanlar Başkent’in her köşesinde eş dost, merhabalaştığımız mutlaka birileri vardı. Gençliğimizde biraz hızlı yaşadık ve şimdi de acısını çekiyoruz. Karlı mevsimi doya-doya yaşardım. Tabi arkadaşlarımla. Azıcık da gözümüz karaydı. Hey gidi gençlik, heyyy…

Efendim, bugün sizlere çok ilginç bir anımı anlatacağım. Tatilimi Eylül ayına denk getirdim ve arkadaşlarımla beraber Bodrum’a gittik. Bodrum sahilinin Halikarnas tarafında cadde boyu sıralanmış otel ya da pansiyonlarda her zaman yer bulmak mümkündü. Daha doğrusu Eylül ayında böyle oluyormuş. Bildiğiniz gibi Eylül ayı tatil sezonunun sonu oluyor aşağı yukarı.

O zamanlar Bodrum demek balık, karides, kalamar, sübye ve ille de ahtapot demekti. Arkadaşlarımdan birinin Bodrum’lu oluşu da bizim için çok büyük avantajdı. En azından acemilik çekmiyor, rahat bir tatil yapıyorduk.

Bodrum’da şimdiki gibi, kasabaya sere serpe yayılmış, kebapçılar, lahmacun, dürümcüler hak getire. Genellikle sakin bir beldeydi. Bir ahtapot lokantası vardı, adı da “AHTAPOT” idi. Doğrusunu isterseniz, benim balık kültürüm fazla gelişmemiştir. Ben güneyin yemeklerini bulmaya özen gösterirken, arkadaşlarım bayıla-bayıla ahtapotun çorbasını bile içiyorlardı.

Tek sokaktan oluşan bir çarşısı vardı. Bodrum’un. El işi sandalet yapan, gümüş takılar, batık boyama pareolar, cıncık boncuk satan üç-beş dükkân. Aklımda kaldığı kadarıyla, çocuklar için kürek kova, büyükler için, plaj havlusu, tokyo. Başka şeyler yoktu. Bir de o sokakta sandviççiler ve lokma tatlıcıları diziliydi.

Bodrum, gençlik dönemimizde dar gelirlilerin yani orta direğin tatil yaptığı, mutlu olduğu tatil yöresiydi. Motorlu vasıtalar fazla olmadığından herkes bisikletle gezerdi. Kiralık bisikletler de vardı. Biz de bisiklet kiralar ve Bodrum’un altını üstüne getirirdik. Kan ter içinde kalma pahasına ve daha sonra da denizin tadını çıkarırdık. Deniz de neler vardı neler.

Arada sırada rahmetli Zeki Müren ve taifesine rastlayabilmek için Bardakçı Koyu’na uzanırdık. Zeki Müren’in orada bir kafesi vardı ve iki kez rastlamıştık. Sabahlara kadar da eğlenmiştik.

Uzun yıllar sonra, yani olgun yaşlara geldiğimizde yine yolum Bodrum’a düştü. Zeki Müren’le karşılaşamayacağımı biliyordum. Bir iki eski dostumu görebilirim, eski günleri yâd ederiz diye seviniyordum. Efendim, Bodrum artık bir kasaba değildi ve bir şehir olmuştu. Onlarca gökdelen, pahalı oteller, lüks lokantalar ve berbat bir trafik.

Arkadaşlarımı bulmaya çalıştım, ne gezer. Oralara gökdelen yapılmış. Sudan çıkmış balık gibi oldum. Demek ki artık yaşlanmıştık ve gençler otobüslerde bize yer vermiyorlardı. Sizin anlayacağınız, gençliğimizin tatil kasabaları metropollere dönüşürken, modern zamanlara karşı bir şaşkınlık tedirginlik ve yaşlanmanın sevimsizliği, yaşama karşı bir yabancılaşma, güvensizlik, çevreye tedirgin bakmalar, her taraf pahalı olduğu için cebimdeki paranın hesabını yapma ve buna benzer bir sürü olumsuzluk. Öyle yerler artık hayal oldu.

Boş ver canım! Sanki evvelce tatil yapmak mı vardı?

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

Günün Nabzı

Eklemlerimiz!

Eklemlerimizin en önemli görevi, hareket imkânı sağlamasıdır. Ayrıca kemikleri bir arada tutma, vücudun ağırlığını taşıma gibi önemli bir fonksiyona sahip. Peki, eklemlerimizi Nasıl Korumalıyız?

Her gün her eklemimizi, ağrısız biçimde hareket ettirmeliyiz. Eşyaları başparmağımız ya da parmaklarımız arasında tutmaktan kaçınmalıyız. Malzemeleri kaldırmak yerine, onları çalışma yüzeylerinde veya tezgâh üzerinde kaydırarak hareket ettirmeliyiz. İyi bir bel yaslanma düzeyinin olmasına azami dikkati göstermeliyiz.

Ağır eşyaları göğsümüze yakın ve kollarımızın ön kısımlarıyla destekleyecek biçimde taşımaya özen göstermeliyiz. Ani hareketlerden kaçınmalıyız. Yerden bir şeyler alırken çömelerek almakta fayda vardır. Eklemlerin uzun süre aynı pozisyonda kalmamasına dikkat etmeliyiz. Gün boyu dinlenme ve aktivite sürelerini dengeleyip, iş yaparken, yazı yazarken, her 10-15 dakikada bir eklemleri gevşetip serbest bırakmalıyız.

Bunları yaparsak, eklemlerimiz kolay-kolay eskimez, sağlıklı oluruz.

Günün Sözü

Çevren Temizse Sen de Temizsin!

Öcal’dan İnciler

Çevreci Olmak Yürek İster.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here