Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Uzun zaman önce okuduğum ve bir gün yazarım diye düşündüğüm bir öykü düştü aklıma. “Tamda zamanı” diye düşünerek paylaşmak istedim. Öykü çok ama çok önem verdiğim dil üzerine. Çünkü “dil insanı hem rezil eder hem de vezir…” Çünkü, dilden düşer yürekteki düşünceler. Hiç bir sözcük öylesine çıkmaz insanın ağzından. Ve buna inandığım için yüreğimi temiz tutmaya ve dilimden düşüreceğim sözlere çok dikkat ederim ve herkesin dikkat etmesi gerektiğine inanırım. Çünkü “kurşun yarası iyileşir dil yarası iyileşmez” sözüne de sonuna kadar inanırım.
Bu günlerde herkes sere serpe konuşuyor doğru yanlış, kırarmışım, incitirmişim, çamur attım yapışır mı diye düşünmeden. Hep düşünürüm dünyada her yılın belli bir gününde tek bir dakika, susma dakikası ilan edilse ne olurdu. Bütün dünya düşünün “tıp” demiş gibi susuyor! Nasıl olurdu? Valla denemek gerek. Şimdilerde örneğin seçim meydanlarında nutuk atanlar bir tek dakikalığına sussalar ne olurdu? Bendeniz söyleyeyim. Bir milyon kötü ve gerçekleşmeyecek söz söylenmemiş olurdu. Sürekli yinelenen sözler bir dakikalığına yinelenmezdi. İftira ve yalan söylenmemiş, az, çok az olan güzel sözlerde bu arada söylenmemiş olurdu tabi.
Ve belki bu bir dakikadan sonra sevgi sözcükleri daha güçlü, iftira atmayı düşünenler daha tedbirli olur, kötü söz söylemek için açılan diller belki bundan vazgeçer?! Ve belki bir sürü kötü şey iyiye dönebilir? Çünkü bir dakika susmak demek derin bir soluk alıp bir dakikalığına düşünmek demek aslında. Ve biz tek bir dakikayı kendimizden esirgeriz. Ağzımızdan çıkacak sözün nereye gideceğini hangi yüreği deleceğini, hangi akla durgunluk vereceğini düşünmemek için. Bendeniz buna sürekli dikkat etmeye çalışırım ve susmak bendenizin diğer adıdır aslında.
Çünkü gelince yamacıma kötü düşünceler susarım her zaman bir dakika konuşmadan önce ya da hiç konuşmam. Kaçar gider kötülük yamacımdam o an. Size de öneriyorum. Güzel sözler için hiç durmayın düşünmeyin ama kötü söz için durun ve bir saniye düşünün… İnanın her şey başka oluyor.
Ve gelelim öykümüze, şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım hep birlikte el ele yürek yüreğe ayrımsız gayrımsız. Yase
Tatlı Dil
Uzun yıllar önce Çin’de li-li adlı bir kız evlenir ve aynı evde kocası ve kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar. Lakin kısa bir süre sonra kayınvalidesi ile geçinmenin çok zor olduğunu anlar. İkisinin de kişiliği tamamen farklıdır. Bu da onların sık sık kavga edip tartışmalarına yol açar. Bu, Çin geleneklerine göre hoş bir davranış değildir ve çevrede tepkiyle karşılanır. Bir kaç ay sonra bitmez tükenmez gelin – kaynana kavgalarından ev, o ve eşi için cehennem haline gelmiştir.
Artık bir şeyler yapmak gerektiğine inanan genç kadın, doğru babasının eski bir arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini anlatır. Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı bir ekstra hazırlar ve bunu 3 ay boyunca her gün azar azar kaynanası için yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler. Zehir az az verilecek, böylece onu gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı adam genç kıza kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını ona en güzel yemekleri yapmasını söyler.
Sevinç içinde eve dönen li-li, yaşlı adamın dediklerini aynen uygular. Her gün en güzel yemekler yapıyor. Kaynanasının tabağına azar azar zehri damlatıyordu. Kimseler şüphelenmesin diye de ona çok iyi davranıyordu. Bir süre sonra kayınvalidesi de çok değişmişti ve ona kendi kızı gibi davranıyordu. Evde artık barış rüzgârları esiyordu. Genç kadın kendisini ağır bir yük altında hissetti.
Yaptıklarından pişman bir vaziyette baharatçı dükkânının yolunu tuttu ve yaşlı adama şu ana kadar kaynanasına verdiği zehirleri onun kanından temizleyecek bir iksir yapması için yalvardı. Yaşlı kadının ölmesini artık istemiyordu. Yaşlı adam yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran li-li´ye baktı ve kahkahalarla gülmeye başladı: “Sevgili li-li dedi, sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Olsa olsa kayınvalideni sadece daha da güçlendirdin hepsi bundan ibaret. Gerçek zehir ise senin beyninde olandı. Sen ona iyi davrandıkça o da dağıldı ve yerini sevgiye bıraktı; böylece siz gerçek bir ana-kız oldunuz” dedi.
Eski bir Çin atasözü söyle der; “Gül verenin elinde gül kokusu kalır” Tatlı dil ve güler yüzün açamayacağı kapı yoktur…”
Günün Şiiri
Gelinlik Kızın Ölümü
Salâ verilirken kalktık kahveden,
Cumaydı, yılın en beklemiş günü,
Yemeni gibi üstünde tabutun,
Gölge veren ağaçsız bir gökyüzü.
Kızın babası yanımızda, boyu uzun,
Zayıf, ağzında mırıltılar.
On köylü, iki subay, bir tezkereci er,
Sıralandık ahşap mescidin avlusunda,
Namaz kılmadı adam, ağlamıyordu da,
Alnı bir uzun sabrın kabaran gelgiti,
Sürgün duvarı bekleyişin,
Dünyaya çok yakın bir gece gibi.
Aldık cenazeyi sarsmadan, iğreti
Ve hafif, gözlerimiz yerde,
Kayıp bir tayın izini süreriz sanki.
Kapılarda başları çatkılı kadınlar
Sallanıyorlardı sisli giysilerinde
Yüklüğe saklanmış çevreler gibi soluk,
Bölünmüş gibi yılın en katı ekmeği
İmece sofrasında hıçkırığın,
Kim bilir kaç ölümden kalma saçı gibi.
Susmuştu çekirgelerin kabuğu,
Toprak kumruları güneşin,
Ve köpeklerin yediği kemiksiz sabah,
Susmuştu göğün sarnıcı, boş.
Cemaat yürüyordu kaplumbağa gibi,
Mezarlığa doğru yüzyıldan,
Sarısabırların yanından, acelesiz.
Ayrık otu yolmaya gidiyor sanırsın,
Davul vurmaya, ay tutulmuş,
Tarladaki yarılmış toprağı görmeye,
Susuzluğun kirli rengini, ayıbını,
Dağa taşa vurmuş açlığı.
Dayanan dayanır, yağsız bulgular ve ahlat,
Gençleri alır ölüm ilk ağızda,
Sabah yıldızının uğrağı.
Böğürtlensiz mezarlığa vardığımızda,
Bir melek lale sümbül dikiyordu,
Lalelerden birini aldı adam,
Girdi kızının mezarına,
Sarıldı, öptü, bıraktı laleyi sonra,
Kefenin üstüne, uykusuz.
Yedi çocuğu gömülüymüş, söylediler,
Bizi aç bırakan bu toprak
Açlıktan ölenlerle beslenir, dediler.
Dönüşün bir kişi omuzladı tabutu,
Toz toprak içinde vardık kahveye,
Yaşlı adam doğru çeşmeye gitti,
Elini yüzünü yıkadı konuşarak
Kendi kendine, duasız, bir tanrı gibi…
Melih Cevdet ANDAY
Günün Fıkrası
Yaşı geçkin evli çift çocuk sahibi olamayınca evlat edinmeye karar vermişler. Nasıl olduysa, Çinli bir bebeğe denk gelmişler. Hal böyle olunca da gidip Çince kursuna kayıt yaptırmışlar. Çince kursunun hocası, çifte sormuş: “Efendim Çince zaten çok zor bir dildir. Bu yaştan sonra Çince’yle işiniz nedir?”
Çift de durumu açıklamış: “Beyefendi biz bir bebek evlat edindik. O da Çinli denk geldi. Daha çok küçük, konuşamıyor ama büyüyüp konuşmaya başlayınca dilini nasıl anlayacağız?”
Günün Sözü
Dünya, aç oldukları için uyuyamayanlarla, açlardan korktukları için uyuyamayanlar arasında bölünmüş durumdadır.
Paulo Freire
Soyulduğu halde gülen adam hırsızdan bir şey çalmış demektir, boş yere üzülen ise kendi kendini soyar.
William Shakespeare