Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bilgisayarımda deprem oldu. Biriktirdiğim ne varsa yıkıntılar arasında kaldı. Enkaz temizleme çalışmalarım günlerdir sürüyor ama ne yazık ki “Şubat Güneşi” adlı romanımın bütün taslakları enkaz oldu ve bendeniz defalarca bu felaketle yüz yüze geldiğim halde önlem almadığım için gerçekten suçluyum ve başıma gelebilecek her olumsuzluğu hak ediyorum. Keşke dün İskenderun Belediyesi Afet Koordinasyon Merkezi (AKOM) tarafından düzenlenen, Küresel İklim Değişikliği ve Afet Yönetimi konulu konferansta konuşmacı olan Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nu daha önce dinleseydim ve bu afete hazırlıklı olaydım diyeceğim ama zaten bile, bile ladesiz her zaman ulusça.
Zaten kendisi de “bize bir şey olmaz” anlayışında olduğumuzu vurguladı haklı olarak. Daha bilgisayarımızdaki servet için önlem almazken daha büyük felaketler için nerelerdeyiz acaba. İlk anda yerin altında olacağımızdan kuşkumuz olmasın, şimdi benim sevgili yazılarımın enkaz olduğu gibi. Şimdi bilgisayarıma kalp pili takıldığı için çalışıyor eskisinden de daha hızlı ama gelin görün ki alışık olduğum hiçbir şey yerli yerinde değil. Ve bu yüzden çok sıkıntı çekiyorum yazmakta. Üstelik sinirlerim bozuluyor kendi kendimi yiyorum. Buna birde suçluluk karışınca valla sormayın gitsin durumlarındayım. Artık hafta sonu inşallah yeni sürücüyü keşfetme çalışmalarına girerimde bu gerginlikten kurtulurum. Ah, ah gel de Emre’yi arama şimdi. Aslında onun yüzünden bu haldeyim ya.
Deveye demişler “boynun neden kalın” diye “kendi işimi kendim yaparım” demiş. Ne kadarda doğru söylemiş. Yüz yıldır bilgisayar kullanırım daha bir şeyinden anlamam çünkü kendi işimi sürekli Emre’ye yıkarım. O her şeyi düzenler, yazılarımı günlere, aylara, yıllara göre dizer. Ne bileyim bana hiçbir iş kalmaz yazmaktan başka. Yani daktilo gibi kullanıyorum garibimi. O kadar. Ama artık durum değişecek. Bir haftadır kucağımda hasta gezdirir gibi gezdiriyorum vicdan azabından birde ağırmış sormayın ya da bana öyle geliyor. Nihayet eve döndü dün. Ve geldiği dakikadan gecenin bir yarısına kadar sırf onunla uğraştım sonunda pes diyip bıraktım, elimde ne var şimdi diye sorsanız kocaman bir “hiç” derim. Artık umudum hafta sonunda.
Ve aslında bu sabah dağarcığımda, dizilmeyi bekleyen sayfalarca anlatacak şeyler vardı. Ancak onları, ayıklayıp seçecek, seçtiğini toparlayacak, dizecek enerji nerde? Keşke bir şey olsa (belki vardır) şöyle kulağa takılacak minnacık bir çip. Ne zaman kendimizi dağınık, kayıp, enerjisiz algılasak, biz kendimizin ayrımında olmadan o anlasa durumumuzu ve devreye girse. Konuları ayıklayıp sıra, sıra dizse ve önümüzdeki ekrana yansıtsa ne harika olurdu değil mi? Hiç elimiz değmeden!! “Pardonn daha başka ne isterdiniz, duyamadımmm?” diye sorarlar adama valla. Neyse ya düşte mi kuramayacağız yani.
İyi ya düşte kurmayız… (Adamlar yapmışlar bile böyle bir şey.) Kafamızı toparlayıp bir şeylerde yazamayız, zaten kafa toparlanacak gibi değil, içinde davullu zurnalı bir kalabalık var. Yapılacak bir şey yok. Bizde kafadan olmayan, hazırla yetineceğiz artık. Mail kutumuza gelenlerle… Ancak onları da seçmek gerekiyor. O kadar abuk sabuklar geliyor ki kazara okumadan bir paylaşın köşenizde sonra ne olur bilmem!! Kendi hesabıma dostlarımın yolladığının dışında bana gelen bütün mailleri okumaya bile gerek görmeden siliyorum. Bazen de hiç bakmıyorum yüzlercesi birikiyor. O zaman Berke’yi ya da Emre’yi özlüyorum. Onlar ne güzel silerlerdi her şeyi. Ben uğraşamıyorum valla. Gördüğünüz gibi işte tembellik sınır tanımıyor bendenizde. Gerçekten çok sabırsızım, yazım yazılsın ve gitsin doğru adrese tamam, hemen kapatırım bilgisayarı. Ne maillerime bakarım ne de msn’yi açarım.
Zaten iki üç saat bilgisayar başında oturmuşum, birde bunlarla mı uğraşacağım? Ancak hiç işim olmayacak, boşa harcanacak zaman buldum. “hadi bir bakalım neler var” derim. O zaman, yinede sabırsızım bazılarını okurum, bazılarını kaydederim, bazılarını da hemen silerim. Zahmet olmasa havam yerindeyse de yanıt veririm artık ayıp olmasın diye. Ve insanlar tuhaf ya çok tuhaf. Yani gazetedeki sayfama saatlerce yazarım ve yazmağa devam ederim kendimi bıraksam ama mesajlara yanıt vermeğe gelince elim varmaz, çok zoruma gider ayıp olmayacağını bilsem yanıtta vermeyeceğim ya. Oysa bir zamanlar cep telefonunda mesaj yazma uzmanıydım, saniye başı mesaj yazardım, şimdi ise? Ama yorumları hemen yanıtlarım çünkü onları okuyucularımdan alıyorum ve onlar olmasa ben neden yazıyorum ki? Bana yön veriyorlar, bazen eleştiriyor, motive ediyorlar. Onlara saygım da sevgim de sonsuz doğrusu… Şimdilik Sağlık ve sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım. Yase
Not: “Şubat güneşi” silinen taslakların yerine yeniden yazmaya başladım. En kıssa zamanda sayfamda yerini alacak. Özür dilerim bu kesintiden dolayı.
Günün Sözü
Deveye demişler “boynun neden kalın” diye “kendi işimi kendim yaparım” demiş!