Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Yazdan kalma bir sabaha uyandık cumartesi günü ve akşama kadar da öyle kaldı. Ve sahil tıklım tıklımdı kuşkusuz. Çoluk çocuk yayılmışlardır güneşin sıcak kollarına. Ancak trafik yine keşmekeş ve bisiklet yolu, yürüyüş yolu, kaldırım falan bir birine dolanmış her yerde herkes her zaman yazdığım ve yazacağım gibi ve Tanrı’dan dileğim bir gün yalnızca övmek için yazacağım günler gelsin artık bir an önce. Belediye Başkanı Sayın Seyfi Dingil; “İskenderun’u güzel günler bekliyor. Amanos Tüneli Projesinin startı ile birlikte özellikle şehrimizin konumu büyük önem arz edecek. Ulaştırma sektöründe İskenderun Altın Çağını yaşayacak” diyor.
Geçtiğimiz Perşembe günü belediye meclis salonunda yoğun bir katılım ile başlayan toplantıda. Sanıyordum ki şehir içi trafikten konuşulacak. Ancak Amanos tüneli baş konuydu. Oysa daha Arsuz yolu bitmemişken, şehir içi park sorunu haledilememişken, gerçek bir bisiklet yolu bile yokken. Toplu ve raylı ve denizden toplu taşımacılığın eseri bile yokken ortalıkta. Doğrusu Amanos tüneline sevinmek ya da heyecanlanmak bendeniz için çok zor.
Her gün nerdeyse yazıyorum; bizim sokak curcuna okul sokağı sözde. Bir damla yağmur yağsın her taraf vıcık, vıcık bin tane su gideri var bir tanesi işe yaramaz. Gelirler, kazarlar, giderler birde o kazılan yerlerin izi kalır kumu çimentosu falan. Sonunda sokak sakinleri bir tarafları kazdı, deldi oradan gidiyor su; ancak o kadar kötü görünüyor ki eski filmlerdeki arka sokakların açık lağım çukurlarını ve oradan çıkan kocaman lağım farelerini düşündürüyor bana. Dehşet bir şey!
Ve ne yazık ki gerçekten de fareler çıkıyor oradan, sokak sakinleri bundan da şikayetçi. Herkes kapısını sıkı, sıkı kapamak zorunda kalıyor. Düşünüyorum da acaba bizi gerçekten aptal falan mı sanıyorlar? Bu sokakta oturmaktan artık mutlu değilim hatta en sevdiğim sahilde yürümekten de. Ben sokağımda sahilimde, çarşımda, pazarımda gönlümce dolaşamayacaksam bana ne Amanos tünelinden canım. Hani ekmek vermiyorlar buyurun pasta yemeye diyorlar gibi geliyor bana. Bu durum. Bir yere gideceksiniz trafik keşmekeş. Her yerden dolmuşlar fırlıyor onlarda mutlu değil bundan.
Yine dönüyorum, geçenlerde yazmıştım belediye otobüslerini, birkaç belediye otobüsü koysanız ne olur? Eskiden vardı nasıl olmuştu da şimdi olmuyor? Sonra eski yapılar bu günlerde yıkılıyor yerine gökdelenler dikiliyor. Musluklar altından falan neden bunlara park alanı bırakma zorunluluğu getirilmiyor. Her apartmanın zemin katında park yeri olmalı, ruhsat verilirken bu şart koşulursa olmaz mı?
Çarşıda çevre düzenlemesi yapıyorlar, kaldırımları falan değiştiriyorlar, tabi güzel şeyler bunlar ama bendeniz, ara ve arka sokaklarda ne zaman temiz-temiz yürüyebilirim, ne zaman sahilde her saniye bir bisikletliyle burun buruna gelmeden yürüyüş yapabilirim, ne zaman belediye otobüsüne bilet basıp binerim, ne zaman denizyolu ile Arsuz’a gidebilirim. Engelli vatandaşlar için ne zaman park alanı olursa ve taşıma araçları buna uygun olursa ve belki çok istemiyorum ama neden olmasın dağları deliyorlar tramvay fazla mı gelir ki? Düşünün tramvay olsa trafik ne kadar rahatlardı? Bunlar olursa belki azıcık oturduğum şehirde mutlu olabilirdim. Şimdi kendimi yalnızca aptal ve mutsuz hissediyorum. Ve beni böyle hissettirdikleri için çok kızıyorum. Ve heyecanlanmıyorum hiçbir büyük projeye.
Ve sevgili okuyucularım. Mustafa Kemal Üniversitesinde ikinci dönem harçlarına zam gelmesi kuşkusuz çok ama çok sıkıcı bir şey… Gerçektende birçok öğrenci ile görüştüm okulu bırakmayı düşünüyorlar. Eğitim paralı olur mu nasıl bir şey bu. Ve son günde açıklandı. Çocuklara parayı bulmak için bile zaman bırakmadılar iki gün içinde. Bulanlar bankaların önünde kuyruk oldu. Tabi bendenizde kuyruktaydım. Berke’nin okul harcını yatırmak için. Hayır bu gidişle gerçekten mutsuz ve aptal olacağız, konuşsan duyan yok konuşmasan kendi kendini yiyorsun ve mutsuz olunca antidepresana başvur… Çevremde herkes kullanıyor bu yüzden de uyuşuk bir toplum olduk. Belki bizden istenende bu…
Neyse valla uyuşuk ve aptal ve de mutsuz olmamıza rağmen sevmekten vazgeçmiyoruz ve birlik beraberlik içinde olmak istiyoruz her zaman ki gibi. Ve sağlık tabi hepimiz için. Yase
& & & & &
Karadut’un Hikâyesi
Bir zamanlar birbirlerine aşık iki genç vardı. Kızın adı Tispe, delikanlının ki ise Piremus idi. Bunlar yan yana evlerde otururlardı. Birlikte büyüdüler ve çocukluklarından beri birbirlerine karşı aşk beslerlerdi. Fakat aileleri görüşmelerini istemezler, birbirlerine uygun olmadıklarını düşünürlerdi. Oysa onlar birbirlerini ölesiye seviyorlardı. İki evin arasında gizli bir çatlak vardı aileleri bunu bilmezler onlarda geceleri burada buluşur o aradan birbirlerine seslerini duyurur aşklarını dile getirirlerdi.
Bir gece ormandaki ağacın altında buluşmaya karar verdiler. Tispe ağaca Piremus’dan önce varmıştı. Gittiğinde avını yeni yemiş ağzından kanlar akan kocaman bir aslanla karşı karşıya geldi. Korkarak bir mağaraya doğru koşmaya başladı. Farkında olmadan yolda boynundaki eşarbını düşürmüştü. O sırada Piremus geldi gördükleri karşısında donup kalmıştı. Kocaman aslan ağzında kanlarla birlikte biricik sevgilisi Tispe’nin eşarbını parçalıyordu. O an aklına gelen ilk ve tek şey aslanın Tispe’yi öldürerek yediğiydi. Tispe’siz yaşayamazdı. Aklından geçen sadece aşkı uğruna canına kıymaktı. Belinden hançerini çıkardı ve göğsüne sapladı. Kanlar içinde cansız bedeni yere düştü. Tispe ise korkusunu bir kenara atıp bir an önce aşkını görmek için mağaradan çıkmaya karar vermişti. Ağacın altına geldiğinde o korkunç sahneyle yüzleşti. Piremus’un cansız vücudu yerdeydi ve elinde Tispe’nin düşürdüğü eşarbını tutuyordu. İlk önce genç kız olanlar karşısında ağlamaktan hiçbir şeyi anlayamamıştı. Ama eşarbı ve uzaklaşan aslanı görünce anladı.
Bir an ve mağarada düşündüğü o korkunç şey başına gelmişti. Ve onun öldüğünü düşünen Piremus aşkı uğruna canına kıymıştı. Tispe bir an bile düşünmeden hançeri aldı ve göğsüne götürdü. Onların aşkı ölesiye bir aşktı ölüm bile onları ayıramazdı. Eğer Piremus aşkı uğruna ölümü göze aldıysa o da hiç çekinmeden canına kıyabilirdi ve hançeri sapladı. Birden vücudu Piremus’un bedeninin üstüne yığıldı. O anda Tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istediler ve bu çiftin üstünde duran ağacı bunların aşkına adadılar.
Piremusun kanını bu ağacın meyvelerine, Tispe’nin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına verdiler. O günden beri kara dut ağacının meyvesinin çıkmayan lekesini, (Piremusun kan lekesini), dut ağacının yaprakları, (Tispenin gözyaslari) temizler.. Bilir misiniz dut ağacının meyvesinin lekesi çıkmaz ama elinize ağacın yaprağını alır ovuşturursanız lekenin gittiğini göreceksiniz…
Günün Şiiri
Tarih Kötüdür
İşte gençliğimin şiirleri
İlk gençliğimin güzel şeyler
Deli saçmaları beceriksizlikler
Şehvetle titreyen parmaklarla yazmışım onları.
Bir çocuk için en güzeli
Belki bütün yazdıklarımın en güzeli
Gövdemi ılık kirli
Pırıl pırıl bir havuzda düşlerdim
Göğsümde nilüferler su çiçekleri
Garip bir çocuk dediler bana
İçine kapalı, güçlü
Onun koluna girerdim
Zayıflığı çekerdi beni acımasız pırıltısı
Geceleyin kendini sevmesi organları
Çocukluğumun şiirleri
Hepsinde umarsız bir çığlık
Zavallı, traji-komik
Şanlı tarihim:
Ne zorbalar geçmiş beynimden
Ne haksız kıyımlar olmuş gövdemde
Kimler can vermiş hapishanelerde
Hangi sınıf egemen?
İlk şiirlerim, alaycı bir göz
Kirpiklerinde tohum
Düzensiz patlamalar
Yaralı omuzlarım
Biri kavga türküsü
Acemi, çığlık çığlığa, yarım
Bütün bunlar şimdi geçmişte kaldı
Çocukken yazdıklarım beni yüreklendiriyor
Bir budala gibi
Yoksul bütün halklar gibi
Şaşkın bir el yazısıyla
Ayaklanmalar tasarlıyorum.
Barış PİRHASAN
Günün Fıkrası
Temel’in eczanesine genç ve güzel bir kadın girmiş. Tartının üzerine çıkıp parayı atmış. Gördüğü kiloyu beğenmeyince, Manto ve ceketini çıkarmış ve para atıp tekrar tartılmış. Yine sıkılmış kadın. Eteğini çıkarınca, Temel atılmış, parayı atmış; “-Tevam edin puntan sonrasi müesseseden.”
Günün Sözü
Eğer aç ve kimsesiz bir köpeği alıp bakar ve rahata kavuşturursanız sizi ısırmaz. İnsan ve köpek arasındaki temel fark budur.
Mark Twain