Tarihsel bir doğum gününü kutlamak amacıyla kaleme aldığım bu yazıda, simgeler aracılığıyla, hatıralarımızı saklama yetimiz belleğe vurgu yapabilmek için seçtim başlıktaki sözcükleri.. Ki bu anlamla geçmişimizdir belleğimiz, geçmişimizle ilgili hatıralarımızın sürdürülmesiyle belirgindir.. Yalnız saklayıcı değil aynı zamanda hatırlayıcıdır çünkü..
Arapça hafıza (muhafaza da aynı köktendir) sözcüğünün Türkçe karşılığıdır bellek.. İzlenimleri, algıları, anıları, yaşanılan ve bellenen konuları ve bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama ve yeniden canlandırma yetisi anlamıyla tanımlanır sözlüklerde.. Ki, sözcükler de dahil hafızamızda muhafaza ettiğimiz her ne varsa, “simgesel” işaretleridir zaten yaşamdan bellediklerimizin..
İz, işaret, anlamlı, bel köklü bellemek sözcüğünden türetilmiştir bellek.. Belek denir anadan üryan doğan bebelerimizi sarıp sarmaladığımız örtünün adına.. Başka bir belgeye gerek var mı? Besbelli ki, insana özgü bir durumdur belemek.. Mecazen, her ne kadar, durgun ve anlamsız bakmayı tanımlansa da “bel bel bakmak” deyimi; gerçekte tam tersi, anlam içeren bir iz, işaret arayan bakmayı tanımlar diyebiliriz bel sözcüğünün kök anlamından hareketle.. Ve tam da bu bağlamda, belleyebileceği bir belirti görebilmek için gözlerini belerterek (irice açarak) bakar bize beleklerdeki bel bağımız, (gelecekteki umudumuz) bebelerimiz.. Anlam arayan bakışlarının iziyle çizer tarihi zihin haritalarını çocuklarımız.. Bellek, hatıralarımızla belenen geçmişimizdir bu anlamda.. Ve bugünümüzdür belleğe vurgu yapan belirlenimli simgeler aracılığıyla her hatırlayışımızda.. Belirli geçmişin belirsiz geleceği olmayacağına göre, geleceğimizdir elbette..
Evrende olanların, olacakların, olup bitenlerin nedensellik bağlantısı içinde belirlendiğini; her olayın, başka olayların gerekli ve kaçınılmaz bir sonucu olduğunu öne sürerek hayatı anlamaya çalışan ve doğruluğu mantıksal tutarlığı yanında bizatihi tecrübelerle sabit olan bir düşüncedir belirlenimcilik.. Ki gündelik yaşamda her hangi bir konu üzerinde tutarlı ve geçerli olabilmesi için belirlenimci bir düşünce içinde söyleriz görüşlerimizi.. Mesela, önce sonuç yargımıza temel olacak veriler anlamında sıralarız tecrübelerle sabit belirli nedenleri.. “Netice itibarıyla” diyerek bağlarız sonra özet bir cümle ile o konu üzerindeki düşüncelerimizi.. Bir şeyin karşılaştırılan değeri bulunur itibarın anlamında.. Sonucu oluşturan belirli nedenlerin benzer nedenlerle karşılaştırılan değeri bulunur neticenin itibarında da..
Beşeri tarih itibarıyla “levhi mahfuzda” kayıtlıdır mesela insani hayatımızın barış içinde bir arada yaşamasının anlamı.. Ve fakat ah, “Hâfıza-i beşer nisyân ile ma’lûldür!” Beşeri hafızamızın bir hastalığıdır yani unutkanlık! Sıkıştırılmış zaman aralığı tanımıyla “asrın içindeki biz insanların hüsranıdır” barışa yönelik çalışmayı unutmak! Unutan beşer, önce “nekr” ile (ki tanımamak demektir) şaşar, sonra “mekr”e (ki tuzak demektir) düşer yazılıdır, “zikri, fikri, şükrü” hatırlatma amaçlı Hakkı tavsiye levhalarında.. Dolayısıyla beşer olarak biz, “şaşıp düşmemek” için, sonuçta açığa çıkan yaşanmış bir olayın belirli nedenlerini sıralayıp, yaşayabileceğimiz olası benzer sonuçlar arasında nedensel bağ kurarak anlamaya çalışırız hayatımızı.. Yaşadığımız “an” taneciğinin, an öncesi geçmişle bağlantısını, an sonrası gelecekle ilişkilendirerek yaparız bu bağlamda “levhi mahfuzda” kayıtlı belleğimize vurguyu.. Çünkü biliriz hafızamızdadır beşeri bütün gücümüzün kaynağı.. Biliriz tarihin levhalarında kayıtlıdır toplumsal belleği insanlığımızın..
Yer altında saklıdır yeryüzünün geçmişten geleceğe anlaşılabilir tarihi.. Bir jeologun elindeki kayaç levhada kayıtlıdır mesela gezegenimizin yaşı.. Geçmişten geleceğe, üzerinde yaşayanların tarihi de saklıdır onda.. Bir arkeologun elindeki kil tablette kayıtlıdır mesela gezegende bir zamanlar gezenlerin tarihi.. Bu anlamla belleğimizdir toprak..
Saklıdır mesela beleğimiz ve belleğimiz olan vatan topraklarımız üzerinde kıyamda duran “Süleymaniye’de” bir zamanlar kıyamda olan muhteşem Osmanlı’nın tarihi.. İstanbul surlarında açılan gediktedir mesela yeni çağların belleği.. Toplumsal hafızamızda “muhteşem” simgelerle hala kayıtlı olsa da, kaleminin ucu kırılmıştı emperyalistler tarafından 1919’lu yıllarda Osmanlı’nın.. Diğer bir ifadeyle muhteşem tarihinin zikrini, fikrini, şükrünü unutunca, nekr içinde kendine yabancılaşmış ve düşmüştü emperyalistlerin tuzağına! Ki netice itibarıyla Mustafa Kemal, kaleminin ucunu kılıçla açarak çıkmıştı, tarihimizin muhteşem simgelerini bugünümüze taşıyabilmek için 19 Mayıs’ta Samsun’a Ve dökmüştü elbette emperyalistleri de denize..
“Biz ilhamımızı doğrudan doğruya yaşadığımız hayattan alıyoruz. Bizim yolumuzu çizen, içinde bulunduğumuz yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve milletler tarihinin bin bir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir” sözünün sahibi Mustafa Kemal, kendisine doğum tarihini soran bir gazeteciye, mecazen “19 Mayıs” cevabını vermişti.. Gerçekte ise, simgesel gün aracılığıyla toplumsal hafızaya vurgu yapmaktı amacı.. Bu duygu ve düşüncelerle kutluyorum Mustafa Kemal’in doğum gününü..
Selam ve saygılar…