Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Efsane insan Mandela bugün son yolculuğuna uğurlanıyor bütün dünya tarafından. Güney Afrika’nın ilk siyah avukatıydı. Ve daha üniversitede okurken ırkına karşı yapılan haksızlıkların ayrımda ve mücadelesinde idi ve mücadelesi devam etti. Efsane olmak için çalışmadı. Halkının özgürlüğü ve eşit haklara sahip olması için çalıştı. Onu efsane yapan da buydu. Suçlandı, hapis yattı, sonunda çıkıp cumhurbaşkanı oldu, 5 yıldan sonra istifa etti. İlk gençliğimizin idol kahramanlarından biriydi. Bu yüzden, ölümüne kayıtsız kalmak olanaksız…
Ve gidenin yerine yenisi gelmiyor ne yazık ki? Saygıyla anıyoruz. Ve yine deniz kestanelerinin öyküsünü anımsamadan geçemiyoruz.
Ve düşünüyorum insan hakları evrensel beyannamesi, kadınlara verilen seçme seçilme hakkı- ki böyle bir şey dünyada ilk Atatürk tarafından Türk kadınlarına verilmiş ancak yıllar sonra diğer ülkelere örnek olmuş ve uygulanmaya başlanmış.- Şimdi seçiliyoruz ve seçiyoruz ama ne kadar? İnsani haklarımız var ama her saniye birinin hakkına tecavüz ediliyor ve ediyoruz. Kadınsal haklarımız için ev ortamında bile mücadele vermek zorundayız. Gün geçmiyor kadın cinayetleri, tecavüz ve aşağılama olayları yaşanmasın. Basına yansıyanlar belki yüz binde bir olaylar!
Ve yine düşünüyorum ki zaman içinde değişen bir şey yok. Evet, haklar veriliyor, teknoloji gelişiyor refah artıyor ancak insanın kendisi değişmiyor. Ders almıyor kendinden çok karşısındakini düşünmüyor. Şekli değişiyor özü aynı kalıyor. Özünde kayırmacılık, vahşet, despotluk var. Ve azıcık sevgi olduğunu sandığı bir şeyler var. Ve kendini “seviyorum saygılıyım, demokratım, hak yemeyenim” diye kandırıyor ya da belki doğru söylüyor? Demokratlığı da, saygıyı da, sevgiyi de yalnız kendi için istiyor. İstemeyen de, ya kendini kandırıyor ya da gerçekten öyle ama öylesi çok azınlıkta.
Ve sevgili okuyucularım hava soğuk ülkemiz kar altında. Ve elektrikler saniye başı kesiliyor. Artık bu kesintilere bir çare bulunması gerekmiyor mu? Işınlama devrinde, çağ dışı yaşamaya devam ediyoruz. Ve şimdilik sağlık sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalalım sevgili okuyucularım. Yase
O ve Eski Duvar Saati
Çoktandır kırılmıştı camı ve çarkı
Parmağı ile çeviriyordu akrebi, yelkovanı
Zaman boyun eğmişti ona, sandalyenin üzerine çıkmış
Gülümsüyordu;-saat yedimi dokuz mu olsun
İstiyordu işte.
Saat on iki mi olsun- o da oldu. Yalnız bilemiyordu,
Belirleyemiyordu bu on bir, sekiz dokuz.
Gündüzün mü gecenin mi-
Daha çok gecenin olsa gerek.
Şu iki sarı kemik siyah tahtanın içinde.
Ve küçük elmaslı tarağı ölü kadının, masanın üzerinde.
Yannis RİTSOS
Şarkım
Şarkım ne gelip geçici övgüler düzer
ne de başkalarına ün katar,
yoksul ülkemin
kök salmıştır toprağına.
Orada, her şeyin bittiği
ve her şeyin başladığı yerde,
söylerim o her zaman yiğit ve derin
sonsuza dek yeni olacak şarkıyı
Yannis RİTSOS
Bir Sözcük O
Bir şey bilmiyorum – dedi – bir şeyim yok, bir şey değilim
buradaysam, dünyanın içinde, çakılmış bir büyük kanatla göğsüme,
o’dur öğrendiğim tek sözcük, söyler ağlarım-
onu tanıyorum, onunla varım, onu haykırırım rüzgâra-
uykusuz ıssız gecelerde öldürenlerin öğrettikleri
onca taşın taşlanmanın altında – yalnız bir sözcük:
Özgürlük, Özgürlük, Özgürlük.
Yannis RITSOS
Şubat Güneşi
Yağmur
Fark ettiğinde ise çok geç kalmıştı. Birden bire şimşekler çakmaya başlamıştı karşı kıyıda, gök bin bir parçaya bölünüyor, her parça bir renk oluyordu, göz kamaştıran parlaklıkta. Müthiş inanılmaz bir güzellik!! Zeynep bayılıyordu bu güzelliğe hemen ardından gök gümbür, gümbür gürledi. Gök gürültüsünden ve şimşeklerden korkmazdı bir çok kişinin aksine. Bu yüzden yerinden kalkmak için acele etmedi ancak keşke tam şimdi acele etseydi çünkü şimşekler ve gök gürültüsü ışık hızında yayılarak yaklaştı ve Bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı bile. .Zeynep Deniz kenarındaki taşların üzerine oturmuştu oradan gün batımın izlemek çok daha keyifli gelmişti ona. Ama şimdi oradan kalkıp kaldırım kenarına gidebilmek için bile çok gayret göstermesi gerekecekti.. Etraf birden zifiri karanlık olmuştu, deniz kabarmış dalgalar taşların arasında patlıyordu. Serin kanlılığını koruyarak şimşeklerin çakmasını bekledi her iki şimşek arasında bir adım attı ve sonunda kaldırımı buldu, ancak bacakları yer, yer taşlara çarpmaktan yırtılmıştı. Hiç dert etmedi. Çocukluğundan beri ne karanlık nede gök gürültüsü onu korkutmuyor, aksine onu sakinleştirip, kendini güvende algılamasını sağlıyordu. garip bir şekilde anlaşıyorlardı!! Ama merak ediyorum şimdi bu kesif karanlık yağmur ve gök gürlüsün de evin yolunu bulabilecek miydi? Korkmadan yada sinirlenmeden korkusuz küçük hanım?
Tab iî ki hemen bulmadı Tabiî ki nevri şaştı. Evin yolunu bulabilmesi için bisiklet yolundan yürüyüş yoluna oradan da kaldırıma inmesi gerekiyor ki gündüz bile olsa şaşırdı
Ve şaşırdı bir müddet döndü durdu yürüyüş yolunda kırmızı toprağa bulandı ayakları ve “panik yok” diyerek kendini yüreklendirmeye çalıştı. Ama kim olsa korkardı yani ben olsam korkudan ödüm patlardı. Aslında oda çok korkuyor ama işte kendine yediremiyordu..
Bende Üzerine düşmeyeceğim tabi Karakterini değiştirmek elimden gelmez. Çamurlar içinde patinaj yaparak ilerlemeye çalışırken yeniden çakan şimşeğin ışığında karşıdan birinin geldiği gördü. İşte o an korkmak mı sevinmek mi lazım bilemedi. Karşıdan gelen hemen elini uzattı “yardım edeyim” gerek yok dedi ve hemen ekledi hangi yöne gideceğimi şaşırdım.
“Zeynepp sizsiniz değil mi? Sesinizden anladım.” Evet ben Zeynep.” Sesleri yağmurun hışırtısında kayboluyordu. Elimi tut şimdi hadi acele et. Diye sertçe bağırdı karşıdan gelen. “Ben Ahmet hani otobüste tanışmıştık ya. Anımsadın mı? “ Çoktan unutmuştu Zeynep ve yüzünü görse anımsamazdı çünkü zaten yüzüne bile bakmamıştı çocuğun ama buna rağmen emre itaatsizlik etmedi bütün korkusuzluğuna rağmen elini uzattı .eli sımsıcak geniş bir avuç tarafından sımsıkı sarıldı. Yine kendini bir garip algıladı ve yine kaçmak istedi. Elini telaşla çekmeye çalıştı ama sıcak ve geniş avuçtan kurtaramadı. İşte tam o an anımsadı Ahmet’ti.
“Hadi arabam şurada hemen bu balçıktan kurtulalım, ya sen komik misin ne işin var bu havada” diye söyleniyordu bir yandan da. “Hasta olacaksın”
“Komiğim işte sende dedin ya.” diye yanıt verdi ama sesi yağmurda kayboldu duyulmadı bile. Bir şey mi dedin? Demedim. Dedi oda duyulmadı. Sucuk gibi kemiklerine dek ıslanmıştı ayakları bacakları kanıyordu. Ama o sanki bir şey olmamış gibi sakince yürüyordu, Ahmet elinden tutup adeta sürükler gibi koşar adım gidiyordu ama patinaj yapa yapa kırmızı çamurda.
Caddeye inip arabaya binene dek sanki aradan günler aylar geçmiş gibi geldi Zeynep’e. Arkası Yarın
Günün Fıkrası
İki tane çiftçi biri Adanalı diğeri Kayserili… Sohbet ediyorlar. Tabi haliyle zenginlikleri ile övünecekler. Kayserili tarlalarının çokluğundan işçi yetiştirememekten üzümlerin her sene telef olmasından bahsedince Adanalı atlıyor.
“Benim çiftlikte sabah güneş doğmadan biniyoruz arabaya akşam oluyor biz hala çiftliğin öteki ucuna yetişemiyoruz. Çaresiz geri dönüyoruz.”
Kayserili hiç bozuntuya vermeden yapıştırıyor; “Yav bizimde vardı öyle bir arabamız ama geçenlerde sattık, illet onlarla yolculuk yaa…”
Günün Sözü
Yardımlar tıpkı çiçek gibidir. Ne kadar taze ise o kadar insanları memnun eder.
CHİLLON