Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Kaç gündür kendiliğinden yazılıyor öyküler, kıssalar ve şimdi şiire geldi sıra. Bendenizle birlikte uyandı Abbas…
Abbas
Haydi, abbas vakit tamam.
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı
Dinsin artık bu kalp ağrısı
Şu ağacın gölgesinde olsun
Tam kenarında havuzun
Aya haber ver, çıksın bu gece
Görünsün şöyle gönlünce
Bas kırbacı sihirli secadeye
Göster hükmetiğini mesafeye
Ve zamana katıp tozu dumanı
Var git.
Böyle ferman etti cahit (benim fermanımda bu )
Al getir ilk sevgiliyi beşiktaş tan
Yaşamak istiyorum gençliğimi baştan.
Cahit Sıtkı Taranca
& & & & &
Diyorum ki işte sevgili okuyucularım. Bazen ne yazacağınıza siz karar vermiyorsunuz. Dağarcığınız dökülüveriyor sizden habersiz önünüze. Ne varsa gizlediği sanki “biz yazarız sen yorulma, kendini bizim kadar bilemiyorsun” diyorlar ve devam ediyorlar dökülmeğe. Valla bende şaşıyorum nasılda biliyorlar ne zaman nasıl döküleceklerini acaba bir yerlerde var mıdır “a tam bu sabah bende böyleyim” diyen.
& & & & &
Ateş ve Su
Ateş bir gün suyu görmüş. Yüce dağların ardında sevdalanmış, onun deli dalgalarına. Hırçın hırçın kayalara vuruşuna, yüreğindeki duruluğa… Demiş ki suya “gel sevdalım ol hayatıma anlam veren mucizem ol.” Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa “al” demiş. “yüreğim sana armağan” sarılmış ateşle su birbirine sıkıca, kopmamacasına. Zamanla su buhar olmağa, ateş kül olmaya başlamış, ya kendisi yok olacakmış ya aşkı, baştan alınlarına yazılmış kaderi de, yüreğindeki kaderi de alıp gitmiş uzak diyarlara su. Ateş kızmış yakmış ormanları. Aramış suyu diyarlar boyu, günler boyu, geceler boyu. Bir gün gelmiş suya varmış yolu; bakmış o duru gözlerine suyun. Biraz kırgın biraz hırçın…
Ve o an anlamış aşkın bazen gitmek olduğunu ama gitmenin yitirmek olmadığını… Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla. İşte o zamandan beridir ki ateş sudan, su ateşten kaçar olmuş. Ateşin yüreğini sadece su, suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş.
& & & & &
KOŞMA
Bir daha o fırsat geçer mi ele,
Dün gördüm bu günde göresim geldi.,
Gülüşü o kadar hoştu ki hele,
Lebinden goncalar düresim geldi.
Hem küçük hem güzel hem utangaçtı,
Gözleri gözümden daima kaçtı.
Saçları ne güzel ne ipek saçtı.
Öpüp okşayarak öresim geldi.
Yüzü benziyordu bahar ayına,
Kaşları can yakan aşkın yayına,
Hasretle kapanıp hak-ı payına
Yüzümü, gözümü süresim geldi.
Yusuf Ziya Ortaç
& & & & &
Ve dökülmeğe devam ediyorlar belki defalarca yazmış olsam da bu öyküyü, boynum kıldan incedir bu gün dağarcığımdan gelenlere, onların muhakkak bir bildiği vardır?
Gül Yaprağı
Uzakdoğu’da bir Budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki Budist, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra söz’süzlü konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki Budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı… (Anonim)
& & & & &
Ve bugünkü yazı benim denetimimden uzak kendiliğinden yazıldı. Bazen kendinizi kendinize bırakmanız gerekebilir sevgili okuyucularım. Bu o kadar zor olmamalı, bir zamanlar benim için çok zor hatta olanaksızdı, şimdi hiç sesimi çıkarmıyorum, ne dökülmek isteniyorsa içimden duygularla ilgili izin veriyorum ama sizde dikkat etmişsinizdir bazı şeylere artık izin yok. Ya köşeden bucaktan ya da hiç… İnansam işe yararlılığına!! Amma hem inancım hem de güvenim yok artık hiçbir şeye. Ve yine “haydi Abbas” diyesim var sabırsızlıkla “haydi, haydi” Sevgiyle, sağlıkla hep birlikte kalın sevgili okuyucularım. Yase
Not: Yorumlarınız için çok teşekkürler.
Günün Şiiri
Mükemmel Olmayan
İnsanların Sıradan Çatışmaları
evet ben değersiz biriyim be şekerim
sen bunu söylerken bilmediğin kadar
suçlarımla, yalan vaadlerimle,
burun karıştırma huyumla, çorapsız ayaklarımla
ezilmesine izin verenlerden intikam almaya
bu çocuk
bir sabah erken kalkacak
hepsi hepsi
sorularının zavallılaşmasını seyretmeye bir bir
nası da sevmiyosn beni di mi?
bahane şey be, şu hayat, şu sen, şu ucu
kıvrık gülüşün ve şu sokmayı beklemek
ve madem ki
seviştik ateşle oynadık
intikam keyifli duyguymuş be şekerim
ve acemilikle birden önerdiğim
dolu bir hayat, düzenli gardroplar hayat
veya sadece soğanın cücüğü masada hayat
yanlışmış
onun yerine bir sabah aryasında
iskeleye yanaşan bir şehir hatları vapuru gibi
titreyişimi seyredişini seyretmek
yuuuuuuuuuuuuuh be
tevazu muydu kalçalarının büyümesini beklemek
bir bir
şimdi bağıracaksın
ama bağırmakla sorunlar çözülmez ki
göm yastığa başını
madem ki
kendinden umut kesilmeyecek adam olamadım
içtiğin her sigarayı bundan böyle ben çekerim,
ciğerime, be şekerim
Enis AKIN
Karanlıklar Ülkesi
Çöller ülkesinde, ölüler gölünün yakınında,
sessizliğin aysı ufkunda
bu tuz kıyıları sokuluyor düşünceme.
Neden bu gri sudan aynaya
kurşun ve ceset rengi aynaya süzülüyor ruhum.
Bazı çığlıklar duyulmalıydı. Çığlıklar ise yok.
Çadırlara vurulmalıydı,
develer yüklenmeliydi alacakaranlıkta.
Ama her şey sessiz.
Çöl yaklaşıyor ölüm kıyılarıyla usuldan.
Kımıldamıyor durgun su.
Yalnız ruhum göz atıyor bu cüzamın,
bıkmak bilmeyen yorgun kanatların
gri enginliğine.
Pär LAGERKVİST / Çeviri: Aytekin KARAÇOBAN
Günün Fıkrası (Berke’den)
Temel ile Çöpçü
Temel İstanbul’a taşınmış bir akşam oturduğu apartmanın kapıcısı gelip. “Çööp” diye bağırınca. Temel cevap vermiş “ihtiyacccımız yok.”
Günün Sözü
Zayıflar asla affetmez. Affedebilmek güçlülere özgüdür.
Mahatma GANDHİ