Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Havalar bırrr soğuk valla Allah yardımcımız olsun. Faturalar sildi süpürdü bütçeyi, ısınmaya para kalmadı. Eh şimdi ısınanlar ısınsınlar paranın soğuk yüzü ile. Ve acayip gündem martavalı ile yok Sezen Aksu‘nun kendisi gibi acayip şarkısı, yok bilmem nelerde neler… Yani sanatçı dediğin toplumun nabzını tutar, hassas noktalarını bilir ve bilir ki gündem hemen değişir. Oysa içinde bulunduğumuz durumda kim takar ki Sezen Aksu’yu ya da şarkısını, yoksulluk, soğuk ve hastalıkla uğraşırken. Ah keşke herkes azıcık gerçekçi olabilseydi. Gerçek sıkıntılar yerine abuk sabuk şeylerle oyalanmasaydı.
Ve tarikatlar ve gencecik çocuklar pat pat diye intihar edip gidiyor. Ve biz elimiz, kolumuz, dilimiz bağlı bakıyoruz, içimiz kavruluyor ama çare bulamıyoruz. Toptan ruhumuzu tedavi etmemiz gerekiyor, yüreğimizi temizlememiz ve herkesin inancı kendine dememiz gerekiyor. Kimse kimse için cennete ya da cehenneme gidemez. Allah, peygamber efendimize bile -seni kullarım üzerinde vekil kılmadım- demişken. Yaşamak, umut güneşten doğar.
Ve soğuklar ve korona hanımın mahdumları maşallah dünya allak bullak olsa da onlar kendi yerlerini çok iyi koruyorlar ve bizler onlardan korunamıyoruz…
& & & & &
Takdis Gecesi
Ve sevgili okuyucularım. Bugün (dün) yani 19 Ocak Çarşamba günü kutsanma bayramını kutluyoruz. Yani bugün Hz. İsa’nın, Hz. Yahya tarafından Ürdün Şeria nehrinde yıkandığı (vaftiz olduğu) gün.
Allah bizlere Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde ve tabi Bakara süresi 285’te bütün peygamberlere inanmamızı ve aralarında ayrım yapmamamızı söyler. Bizlerde bu doğrultuda bütün peygamberlere ve kitaplara inananlar olarak, bu özel günü, Hz. İsa’yı anma ve ona duyulan hürmeti ifade edebilme günü olarak kutluyoruz. Halk arasında –Kıdes- denilen gün 18 Ocak günü öğleden sonra başlar 19 sabahına dek sürer, buna Kıddes gecesi ve günü denir. Yani Kutsanma, kutsal sayma, dua etme, Allah’a şükür etme…
Ve o gece melekler aklanmış paklanmış, ağaçlar reyhan, zeytin bütün tozundan, sıcağından yıkanmış, diğer bütün yeryüzü ve yerüstü yaratıklar neşe ile dile gelmiş ve Şeria nehrinde bu yıkanmaya şahit olmuşlardır. Hz. İsa yıkandıktan sonra nehirden çıkarken etrafı temizledi ve orada ibadet etmeye başladığında Zeytin, Reyhan ağaçları ve diğer bütün ağaçlar, dağlar, taşlar, nehirler, denizler, melekeler, insanlar, hayvanlar, börtü böcekler dile gelip onun peygamberliğine şahit olmuşlar, kutsal kitaplarda yazdığına göre…
Ve halk bu günde ve gecede Kuran okur, Allah’a yalvarır, çeşitli yemekler, tatlılar yapılır, insanlar kendi aralarında ve yoksullara özelikle yoksullara bu özel ve güzel tatlılardan ikram eder. Zeytin ve Reyhan dallarını suda bekletip onlarla yüzlerini yıkar, saçını tarar ve rahatsız olan yerlerine sürerler…
Doğrusu bu özel ve güzel günlerin yardımlaşma ve ruh huzuru üzerindeki etkileri çok olumlu olduğu için sevdiğim şeyler oluyorlar. Ancak her zaman söylediğim gibi inanç kişi ile Allah arasındadır. Ve evde kalması gerekir. Ancak yine de kültürel değeri olduğu için gündeme gelmesinde bir sakınca olmayabilir diye düşünüyorum. Ve bu gecede ve günde bütün dünyaya sağlık ve esenlik diliyorum, korona hanım ve mahdumlarına kötü söz söylemek istemiyorum ancak bir an önce çekip gitmeleri için yalvarıyorum. Ve şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım. Yase
& & & & &
Kederli Kız
Ariane, kıyılarında dalgaların kudurduğu, Naksos adasında yaşıyordu… Aşktan nasibini alamamış kederli kız Ariane, sevgilisi Theseus tarafından terkedilmişti.
Bu acıyla ağlayıp sızlıyor, Theseus’a beddualar ediyordu. Bazen kıyıda kumlar üzerine uzanıyor, kumları gözyaşları ile ıslatıyordu. Bazen de denize hakim yüksek bir kayaya çıkıyor ve Theseus’u götüren mavi geminin uzaklarda kayboluşunu tahayyül ederek, ayrılık gününü içi yanarak anıyor ve bağırıyordu: “Theseus! Duygusuz, taş gibi bir yüreğin var! Seni hangi dişi aslan dünyaya getirdi? Senin yanında ne kadar mesuttum. Her şeye boyun eğen bir köle gibi sana hizmet etmedim mi? Senin yorgun ayaklarını yıkayan ben değil miydim? Yatağının üzerine erguvan renkli örtüyü kim yayıyordu? Beni bu ıssız adada bırakıp gideceğine, babamın evine götürseydin. Bundan sonra ben ne yapabilirim? Benim kederimi kim dağıtacak, bana kim ümit ve teselli getirecek? Kıyılarında azgın dalgaların gürültüler çıkararak parçalandığı bu adada ben nasıl yaşayabilirim? Derin ve korkunç deniz beni babamdan ve tanıdıklarımdan ayırıyor. Hayatımın ilk baharında, bu kayalık, ıssız adada terkedilmiş bir halde ölecek miyim?”
Bir gün, gönlünde sayısız kederlerin dolup taştığı güzel saçlı bakire, bitkin bir halde kıyıya uzanmış ve kendinden geçmişti. İşte tam bu sırada rüzgarda uçuşan sarı saçları ile esrarengiz bir delikanlı, Naksos adasına çıktı.
Karaya ayağını basar basmaz, bu ıssız adanın güzel kızı genç Ariane’i uykunun kolları arasında gördü.
Esrarengiz delikanlı, sonsuzluğun ve yalnızlığın kralı idi. Uzay’ın uzanıp giden boş sesizliğine hükmediyordu. Bütün bunlara rağmen yaşamdan mesut olmasını biliyordu. Genç kralın gönüllerden kederi kovan, muztariplere neşe ve teselli getiren bir tabiatı vardı.
Güzel Ariane’e baktığında kalbi heyecanla çarptı, iri gözleri ile onun uyuyuşunu, bu güzel manzarayı doya doya seyretti…
Zavallı Ariane bir kayanın oyuğuna uzanmıştı. Uzun saçlı başını sol kolunun üstüne koymuş, sağ kolu da ilahi çehresinin parlak ve tatlı güzelliğini çerçeveliyordu.
Uyandığında genç kral ona yaklaştı: -“Güzel peri kızı”, dedi. “Sen şanlı bir kralın sevgilisi olmayı hak etmeden evvel Theseus’un ümitsiz aşığı idin. İlkbaharın neşesiyle canlanmadan önce kış soğuğu ile uzun zaman uyumuştun.” Böyle söylerken Kral, elindeki tacı, hoşuna giden bu güzel kızın dalgalanan saçları üzerine koydu. Fakat bu parlak taç, Ariane’in alnına dokunur dokunmaz; uzadı, göklere kadar yükseldi. Üzerinde bulunan kıymetli taşların, cevherlerin her biri, gökyüzünde birer yıldız oldu. Kralın Kraliçesini bulmasının ve birleşmelerinin hatırasını ebedi olarak saklamak için bu yıldızlar tacı, gökyüzünde çakılı kaldı. Artık Genç Kral’ın sonsuzluğu ve uzayın karanlığı yıldızlarla cümbüşlenmişti.
Ariane’in iffeti, yalnızlığı ve kalbinin hüznü ona günün birinde sonsuz mutluluğu getirmişti. Bunun için binlerce yıldır yıldızlar onlara bakmasını bilen mutlu insanlara göz kırparlar…
Günün Şiiri
Bu Zindan, Bu Kırgın, Bu Can Pazarı
Gördüler
Yedi cihan,
İn, cin Kaf dağının ardındakiler,
Kıtlık da kıran da olsa
Gördüler analar neler doğurur
Aman aman hey…
Dünyalar vardır elvan,
Bir su damlasında, bir kıl ucunda,
Meyvalar vardır, meyvalar,
Ağacı, omcası yok,
Sana vurgun, sana dost.
Beride Kabil’in murdar baltası
Ve kan değirmenleri,
Kader kahpesi.
Beride borazancıları o puşt ölümün,
Hazır ırzını vermeğe
Yiğitler vuruldukça.
Timsah kısmı çünkü yavrusunu yer
Akarsu duruldukça.
Cadı, yalan hamurunu dağ – dağ yoğurur
Aman aman hey
Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı,
Macera değil.
Yaşamak, sade “yaşamak”
Yosun, solucan harcıdır.
Öyle açar ki murat.
Susuz, güneşsiz de kalsa, koparılsa da
Şavkı, bulut güllerinden daha bir suna,
Daha bir burcu – burcudur.
Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı
Macera değil
Sardığım toprağımın altın sabrıdır.
O sert, erkek hüznüdür lahza başında
Cıgara değil.
Ve sevgilim uykusunda bağrır
Aman aman hey…
Meltemin bir tadı, ustura ağzı
Biri, kız memesi, tılsım,
Yağmurun bir damlası süzülmüş küfür,
Bir damlası, aşk.
Senin uykuların hayın,
Düşlerin kardeş.
Duyar mısın, anlayıp sızlar mısın ki?
Gece, samanyollarında rüzgar çıkıncaya dek,
Mısralarım kardeş – kardeş çağırır
Aman Aman hey…
Serabın bir sonu vardır,
Ufkun, sıradağın sonu.
Uçarın, kaçarın bir sonu vardır
Senin sonun yok.
Mandaların, kavakların pazarı olur,
Senin pazarın olamaz.
Sensiz nar çatlamaz, bebek gııı demez.
Beni böyle şair, divane etmez,
Kızımın çatal göğsü.
Senin yüzün suyu hürmetinedir
Buğdaylara, cevizlere yürüyen
Kara toprağın ak südü…
Bir bilsen kimlere tasa, kedersin,
Anlar mısın, şaşırıp ağlar mısın ki?
Bir bilsen kardeşlerim ne can çocuklar
Ve bilsen nasıl vurur beni bu duvar.
Akşam – akşam, kara sevdam ağarır
Aman, aman hey…
Ahmet ARİF
Günün Sözü
Büyük ve üstün insanın yanında bulunan bir kişinin yapabileceği üç yanlış vardır… Konuşmaması gereken yerde konuşmak (acelecilik), Konuşması gerektiği halde konuşmamak (buna gizleme denir), Büyüğünün yüzüne bakmadan konuşmak (buna körlük denir)
Konfüçyüs