Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Garip konular, garip gündemler, gerçekleri gizlemeye yetmiyor. Ne kadar gündelik sıkıntılarınızdan başınızı kaldıramıyor gibi görünseniz de, ayrılıklardan canınız yanıyor olsa da, yeni bir sergi hazırlığı içine giriyor olsanız da, elinizde çok güzel bir kitap olsa da. Aslında korkmaya başladınız bile yani ben açıkça korkuyorum artık. Bütün günümü ve hatta gecelerimi de kapsayan çalışmalarıma rağmen. Komşularımızdaki ateşin bize de sıçrayacağından korkmaya başladım. Okuduklarımdan gözlemlediklerimden falan… Belki hiçbir şey olmayacak ki dilerim korkularımın nedeni yalnızca kendi paranoyamdan kaynaklanıyor olsun. Çünkü yurtta sulh cihanda sulh ilkesini ve dileğini bir an bile aklımdan çıkarmış değilim. Ve bu akan kardeşkanı hepimizi çok etkiliyor.
Sağduyuya sığınıyorum her zamankinden çok ve herkese bunu tavsiye ediyorum. Savaş kötü bir şeydir. Ve keşke savaşmak zorunda kalmasa insanlar diyorum. Konuşa, konuşa halledebilseler mesellerini ne olur ki? Havaların soğuğu, ayrılığın acısı, yorgunluğun ağırlığı insanı ister istemez paranoyak yapabiliyor. Ve bu günlerde depresyon değil ama kendimce bir paranoya yaşıyorum her halde komşularımızdan etkilenerek. İşimden başımı kaldırdığımda çevreme hiç önceden görmemiş gibi bakıyorum. Örgülerini uçuşarak koşan okullu kızlar ve kahkaha atan inşaat işçilerine, telefonla muhabbet ede-ede yoldan geçenlere, köpeklerini gezdiren ve pisliğini yerde bırakanlara ve çekirdeğini çıtlatarak yere atanlara, halısını evin önüne silkeleyenlere hayretle bakıyorum.
Güne gitmeye hazırlan kadınlara ve belediyenin sosyal tesislerine sığınmış oturan orta yaşlı erkeklerin ne olduğunu bilemediğim ancak tahmin edebildiğimi sandığım söyleşilerine de hayret ediyorum. Oysa dünyanın en doğal şeyini yapıyor herkes. Kendini yaşıyor. Neden hayret ediyorum? Belki ben de hayret ediliyorum? Çıkıp dolaşmak, günlerde boy göstermek saç baş ile uğraşmak varken kendini bir çatı katına ya da atölyenin o herkese açık ve herkese kapalı yüreğine mahkûm etmenin mantığını çözmeye çalışanlar da vardır. Bazen imreniyorum bende öyle olsam diyorum bazen, bazen her zaman değil.
Ve bu günlerde yine kendime hayret ediyorum. Sıradan bir insan olduğumu unutup her şeyi çok fazla ciddiye aldığımı düşündüğümden… Herkes ağzından çıkanları duysun istiyorum, savruk olmasın sözler düşünceler. Öylesine sırf konuşma olsun diye konuşmasın insanlar. Yani susmanın erdemi çok büyüktür saçma sapan konuşmadan değil mi ya?
Ve yine düşünüyorum ki insan yedisinde neyse yetmişinde de öyleymiş. Bunu söyleten yaşanmışlardır. Bundan öncede yazmıştım. Daha ilkokul sıralarında dilekçe yazmayı öğrenmiştik. Ve her zaman kendimi bildiğimden beri yersiz sözler ve saçma sapan şeyler canımı sıkmıştır. Çok gerekmedikçe bana bir şey sorulmasını sevmezdim çünkü okuduğum kitapla ya da yoğun düşüncelerimle arama kimse girsin istemezdim. Ve bana bir şey sorulduğunda ya da şaka falan yapıldığında çok sıkılırdım, sinirlenirdim. Ve çok ama çok ciddi olarak benimle konuşmak isteyen dilekçe yazsın derdim. Alaya alınacağımı bilmeme rağmen…
Ve şimdi bu günlerde kendimi böyle algılıyorum çok esnediğim halde yüreğim bir mangal değil bir fırın genişliğinde olduğu halde bazen yani şimdiki gibi zamanlarda mümkünse kimse bence saçma sapan sayılacak konuşmalar yapmasın isterim. Ve mümkünse dilekçeyle başvursun benimle konuşmak için. Bazıları… Ve yürek inciten konuşmaları artık affetmiyorum. Kimse affedilirim diye yürek kırmasın kardeşim (kendimle dalga geçiyorum ama gerçekten istiyorum). Ve bende kendimi yaşıyorum. Biliyorum şimdi bazıları gülümseyerek bıyık altından okuyordur bu yazdıklarımı. Alay edebilirler anlayışla karşılarım ancak bende buyum kardeşim.
Ve korkularımı yenmeyi de becerebiliyorum çoğu kez. İyi düşünerek. Doğru bakarak. Ve güzel günler gelecek ve aslında her gün güzel bir gündür. Ve şimdilik sağlık, sevgi, birlik ve beraberlikle kalalım, kalın sevgili okuyucularım. Yase
NEYLE AÇIKLARDIM?
Bir filozofa sormuşlar: “Şansa inanır mısınız?”
Filozof: “Evet, yoksa sevmediğim insanların başarısını neyle açıklardım.
Günün Şiiri
BU DA ELLERİMDE BİR GÖZTAŞI
Ellerimde bir göztaşı, gözlerim boş gidiyordum
Ne bileyim, bir damlanın böyle deniz olduğunu
Şaştım, mavi bir fal gibi açılınca önümde
Giritli bir ölümüm varmış, bir balıkçı fitil gibi
Patlayacakmış avucunda otuz çubuklu gençliğim
Üç günde mi desem, üç gökte, üç kulaçta mi
Ben ki, o camgöbeği çiçekler açan ağaç
Kırılmaz bardaklar gibi tuzla buz olacakmış
Ne zaman boğulsam böyle yosun kokuyordu ışık
Sabahçı kahvelerde bir çiroz ötüyordu
Ve dalgalarımı geçen o deniz şoförleri
Böyle uyur düşlere bindirmiş gemiler
Uyuklar gibi üstünde mermer masaların
Bir tahta parçasıydım, osmanlı bir kazadan kalmış
Yüzüyordum, islam kaptanın ahşap ayağında
Öbür tahtalara öbür insanlara doğru
Cumhurdu mürekkep balığı, simsiyah yüzüyordum
Ne bileyim, bir korkunun böyle destan olduğunu
Ağardım, nişanlayınca gece ve yavrulayan yalnızlık
Ya da ilk insanın doğdugu, öldüğü dağdi Moby Dick
Nefes aldıkça filbahriler köpürüyordu sulardan
çanlar çalıyor kulaklarımda, yunuslar yarışıyordu
Alyuvarlar, dolkuşları ve rüzgar midyeleri
Dedim, dünya gibi bulut yok dünya üstünde
Ellerimde bir göztaşı, gözlerim boş gidiyordum
Ne bileyim, bir türkünün böyle Veysel olduğunu
Açıldım, çıkmaz bir sokak gibi, kapanınca denizde.
Can YÜCEL
ÖYLE BİR AŞK
Sırtımda çıplak
Islak nefesin
Bi gidip bi geliyor
Biz senlen yatmıyoruz ki
Yaşamıyoruz da
Hep yarışıyoruz
Sen mi ben mi
Önce kim
Ölümü öldürecek diye
Can YÜCEL
Günün fıkrası
PASAPORT
Amerika`da zencinin biri pasaportunu kaybetmiş. Tam da Türkiye’ye tatile gideceği gün. Aksilik bu ya… Uçağı kaçıracak, kara kara düşünürken yolda bir pasaport bulmasın mı? Hemen almış yerden,bir bakmış Leanardo di Caprio’nun pasaportu.. `ne olursa olsun` demiş ve şansını denemeye karar vermiş. Çıkarmış Leonardo’nun fotoğrafını, kendi fotoğrafını yapıştırmış. Uçmuş Türkiye`ye.
Atatürk hava limanında görevli gümrük memurunun karşısına geçmiş. Kim olabilir memur. Tabi ki temel… Temel almış pasaportu eline. adamın ismine bakmış: “Leonardo di Caprio`, fotoğrafa bakmış, bir beyaz.
Adama bakmış zenci… Bir kaç şaşkın bakıştan sonra temel öbür masaya seslenmiş, `Ula Cemal, bu titanik batmış mıydı, yanmış mıydı??????
ŞİMDİ YALNIZ KALDIM
Bektaşi dalıp gitmişti. Güzel ve sakin bir havada tanrıyla baş başaydı. Belli ki tanrı ile halleşiyordu. Onun dalgınlığını izleyen, yakınındaki masada oturan merakla sordu: “-Dalmış gitmişsin, kimin kimsen yok mu, yalnız mısın?”
Daldığı alemden ayrılmak zorunda kalan Bektaşi: “-Asıl şimdi yalnız kaldım” demiş.
Günün Sözü
Başkalarını sık sık affedin, ama kendinizi asla.
Publilius Syrus
Herkes başkalarını kendi gibi bilir. Bir insanı tanımanın en kolay yolu ona insanlar nasıl sence? diye sormaktır…