Başka Sabahlar

0
51

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Havalar yazdan kalma yine sıcak ve hastalıklı. Çevremde herkes şu ya da bu şekilde hasta, mıy-mıy ve garip bir şekilde gece haşat gündüz canavar! Yapmakta oldukları işler onlara enerji veriyor  ve hastalıklarını unutuyorlar ama gece olunca her tarafları kırım, kırım kırılıyor  ve naz niyazlarından geçilmiyor. Bense tam tersi gündüz güneşten kaçan gece ise karanlıktan beslenen hayaletler gibiyim. Bütün mıy-mıylığım, nazım niyazım güneşe. Geceye ise sevgim ve enerjim kalıyor. Gündüz yapmak zorunda olduğum şeyleri ancak toparlayabiliyorum. Ve bu ufak yollu bir işkenceye dönüşebiliyor bazen bu günlerde bazen de bir yolculuğa davet.

Örneğin bu sabah simyacı takıldı aklıma. Simyacı kitabını okumuşsunuzdur. Paulo Coelho’nun ilk baskısını 1988 yılında yaptığı ve bizim ancak 2000’lerde okuduğumuz kitabın adı bütün dünyada yankılar yapan ve benim okuduğumda ilk sizinle paylaştığım çünkü paylaşılmaya değer bulduğum muhteşem bir kitap, adeta bir öğreti adeta bir felsefe adeta bir macera sıradan ama sıradan olmayan. Romanın kahramanı İspanyol koyun çobanı.

Santiago tapınakta gördüğü rüyanın peşine düşerek hazinesini aramak üzere piramitlere doğru yol alır. Yolda başına gelmeyen kalmaz. Slam kıralı ile görüşür zengin olur parasını yitirir, madeni altına çeviren simyacılardan simya  yapmayı  öğrenir. Ve eşkıyaların eline düşer başına gelmeyen kalmaz. Ve sonunda gerçek hazinesini bulur. Aradığı yerde değil. Bıraktığı yerdedir hazinesi!

Ve bu sabah gözlerimden uyku akarken, umutsuzca simyacı geldi aklıma bende simya yapıyorum her halde dedim kendime. Oysa önce sınandığımı düşünüyordum. Bir sınav olmalı bu yaşadıklarım diyordum. Ve ‘aslında sınavlar simya yapmaktan başka nedir ki?’ dedim kendime. Bir hedefim var bir isteğim. Aynen Santiago gibi… Ve o hedef belki yanı başımdadır hala göremedim, bulamadım hala dolaşıyorum yıkıntılar arasında ve elime geçenleri yitiriyorum öylesine. Hırsızlar her tarafımda, birisi paramı  çalarken bir diğeri zamanımı  çalıyor. Hem de içimi yakacak kadar, öylesine çalıyorlar ki artık hiçbir şeyi saklamıyorum ne zamanımı ne düşüncelerimi  ne paramı ne pulumu… Hırsızlık olmasın diye adı. Ve elim bomboş ilerlemeye devam ediyorum, yeni kazançlar elde etmek için ve kazandığımı yeniden yitirmek için. Böylece belki gerçek ve tek kazancı bulabilir mi? Dolaşırken kıyılarda köşelerde tahta bir tabure üzerine siniyorum…

Slam kralı  değil yanımda oturan. Kendi kralımı buluyorum, bütün kralların kralını, yanı başımda oturuyor. Saatlerce konuşuyorum, saatlerce o söylüyor ben dinliyorum. Hatta o söylerken ben ağlıyorum. Ve kalkıp gittiğinde, “gerçek sona daha çok var, uzun bir yol, dikenli taşlı, derin uçurumlu ve ancak daha  sonra” diyorum. Ohh, git, git biter mi bu yol? Tevekkülle baş eğiyorum. Eğilip bana bunları sunan eli saygıyla öpüyorum. Gidilecek yollar, kaybedilecek zaman ve kazanılacak hediye için, daha çok gözyaşı, daha çok kayıp yaşamam gerekiyor. Bana sunulanı kabul ederken aniden ortaya çıkan korkunç bir kuşku içimi kemiriyor! Ya bu benim yolum bir simya yolu değilse? Ya bir aptalsam, sırf başarısızlığımdansa kaybetmem? Ya ben bir son avcısı değil de, sıradan bir çetenin eline düşmüş değersiz bir eşyaysam? Ya geçip gittiğim yollar gerçek değil de bir düşse? Ve bir korkaksam, aslında hiçbir zaman yola çıkmayan? Ve belki bu kuşkular, belki gerçek “son” için gerekiyorsa?

Gözyaşlarımı içime akıtıp kalkıyorum mihnet sunan eli öpüp alnıma koyuyorum. Düş mü gerçek mi bilemediğim hayatıma dönüyorum. Giyiniyorum her zamankinden başka  giysilerimi… “Oooo” diyor görenler.” “Bazen sıradanlıktan çıkmak gerek” diyorum…

Bilmediler tabi nerden bilsinler daha iki dakika önce onlarla buluşmadan kendimle olan randevumda simyacı olduğumu ve bir kuşkucu… Hem simyacı, hem can üfleyici,  hem  kişisel kaprislilerle uğraşan, bir  sabah seyyahı olduğumu… Seyyahlığım sürerken sıradan olmayan  benliğimle… Sağlık ve sevgi ile kalalım her zaman diyorum sevgili okuyucularım. Bazı  sabahlar  gerçekten başka olabiliyor… Yase

Günün Şiiri

Belki Yine Gelirim

Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum, bir sağnak patlasa
bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
ama bir tufan az mı gelir yoksa, yine de
yırtılan ve parçalanan birşeyler olmalı mutlaka
hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler

Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent
ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü

Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini
bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki
onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan
kadınları güzelleştiren herhalde onlardı
“Tükürsem cinayet sayılır” diyordu birisi
tükürsek cinayet sayılıyor artık
ama nerde kaldılar, özledim gülüşlerini onların

Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara
tek yaprak bile kımıldamıyor nedense
ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar
alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor
kanımın pıhtılarında güllerin serinliği
ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki
Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum
okuduğum bütün kitaplar paramparça
çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma
bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent
bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
sırnaşık aydınlar, arabesk hüzünler
bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma

Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor
ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere
kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak
Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık
biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri
ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

İçimde zaptedilmez bir kırma isteği
dizginlerini koparan bir at sanki bu
soluksoluğa kalıyorum her sonbahar
ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa
bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum
bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim

Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa
birgün gelirsek hangi kent güzelleşmez
şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı
geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye
Devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür
sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
bir gök gürlese bari diyorum, bir sağnak patlasa
bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
oysa ne kadar sakin sokaklar, kent ve bütün yeryüzü
ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün

Ahmet TELLİ

Günün Sözü

Yapılmış şeyler üzerinde konuşmak lüzumsuzdur, geçmiş şeyleri ayıplamak da manasızdır.

KONFÜÇYÜS
Aptallar, utanılacak bir şey yaptıkları zaman mazeret diye o işi her zaman yaptıklarını söylerler.

Bernard SHAW

Hayata yeniden başlasaydım, saniyelerin nabzını tutardım.

DOSTOYEVSKİ

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here