Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Seçimler öncesi son günlere damgasını vuran olay Diyarbakır’da patlayan bomba oldu. Ne yazık ki yaralılar var. Hepsine geçmiş olsun diyoruz.
Bir sürü şey var aslında bu sabah dağarcığımda, dizilmeyi bekleyen sayfalara, satır-satır. Ancak onları, ayıklayıp seçecek, seçtiğini toparlayacak, dizecek enerji nerde? Keşke bir şey olsa (belki vardır) şöyle kulağa takılacak minnacık bir çip. Ne zaman kendimizi dağınık, kayıp, enerjisiz algılasak, biz kendimizin ayrımında olmadan o anlasa durumumuzu ve devreye girse. Konuları ayıklayıp sıra, sıra dizse ve önümüzdeki ekrana yansıtsa ne harika olurdu değil mi? Hiç elimiz değmeden!! “Pardonn daha başka ne isterdiniz, duyamadımmm?” diye sorarlar adama valla. Neyse ya düşte mi kuramayacağız yani. İyi ya düşte kurmayız (adamlar yapmışlar bile böyle bir şey.)
Kafamızı toparlayıp bir şeylerde yazamayız, zaten kafa toparlanacak gibi değil, içinde davullu zurnalı bir kalabalık var. Yapılacak bir şey yok. Bizde kafadan olmayan, hazırla yetineceğiz artık. Mail kutumuza gelenlerle… Ancak onları da seçmek gerekiyor. O kadar abuk sabuklar geliyor ki kazara okumadan bir paylaşın köşenizde sonra ne olur bilmem!!
Kendi hesabıma dostlarımın yolladığının dışında bana gelen bütün mailleri okumaya bile gerek görmeden siliyorum. Bazen de hiç bakmıyorum yüzlercesi birikiyor. O zaman Berke’yi ya da Emre’yi özlüyorum. Onlar ne güzel silerlerdi her şeyi. Ben uğraşamıyorum valla. Gerçekten çok sabırsızım, yazım gitsin, tamam, hemen kapatırım bilgisayarı. Ne maillerime bakarım ne de msn’yi açarım. Zaten iki üç saat bilgisayar başında oturmuşum, birde bunlarla mı uğraşacağım? Ancak hiç işim olmayacak “hadi bir bakalım neler var” diyeceğim. O zaman, ancak bazılarını okurum, bazılarını kaydederim, bazılarını da hemen silerim…
Zahmet olmasa havam yerindeyse de yanıt veririm artık ayıp olmasın diye. Ve insanlar tuhaf ya çok tuhaf. Yani gazetedeki sayfama saatlerce yazarım ve yazmağa devam ederim, kendimi bıraksam ama mesajlara yanıt vermeğe gelince elim varmaz, çok zoruma gider ayıp olmayacağını bilsem yanıtta vermeyeceğim ya. Oysa bir zamanlar cep telefonunda mesaj yazma uzmanıydım, saniye başı mesaj yazardım, şimdi ise??? Ama bakın yorumları hemen yanıtlarım çünkü onları okuyucularımdan alıyorum ve onlar olmasa ben neden yazıyorum ki? Bana yön veriyorlar, bazen eleştiriyor, motive ediyorlar. Onlara saygımda sevgimde sonsuz doğrusu…
Ve tabi kıskanmasın bazı mail atanlar onları da bazen sayfama taşıyorum şimdiki gibi. Ve ben çok beğendim ve kafam bütün kalabalığına rağmen seçimini iyi yaptı sanırım.
Şimdilik sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Sizde bardağı bırakın, sizden önemli değil ki? Yase
& & & & &
Bardağı Yere Bırakın…
Profesör elinde içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı. Herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ve ardından sordu: “Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?”
“50gr! …. 100gr! ….. 125 gr!…” diye öğrenciler yanıtladı.
“Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem” dedi profesör, “ama benim sorum şu ki: Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”
“Hiçbir şey…” diye yanıtladı öğrenciler. “Tamam peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?” diye sordu profesör bu kez…
“Kolunuz ağrımaya başlardı efendim” diye öğrencilerden biri yanıtladı. “Haklısın, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam ne olurdu?”
“Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı, batar vs gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!” Tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler.
“Çok iyi. Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu? ” diye sordu profesör.
“ Hayır….” diye yanıtladı herkes…
“Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?”
Öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar.
“Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?” diye tekrar profesör sordu.
“Bardağı bırakın düşsün!” diye öğrencilerden biri yanıt verdi.
“Kesinlikle!” dedi, profesör. “Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsın. Bir sorun yokmuş gibi görünür. Uzun bir süre düşünürsün. Başınız ağrımaya başlar. Daha uzun düşünün. Artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana neden olur. Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir, Fakat daha önemlisi onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır (bardak gibi). Bu şekilde strese girmez ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz! Bu yüzden Sevdiklerinize şunu hatırlatın; “Bardağı yere bırakın bugün!”
Günün Şiiri
Sisler Bulvarı
elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk
sisler bulvarı’na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk
sisler bulvarı’nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarıda bulutlar yürüyordu
terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım
yenikapı’da bir tren vardı
sisler bulvarı’nda öleceğim
sol kasığımdan vuracaklar
bulvar durağında düşeceğim
gözlüklerim kırılacaklar
sen rüyasını göreceksin
çığlık çığlığa uyanacaksın
sabah kapını çalacaklar
elinden tutup getirecekler
beni görünce taş kesileceksin
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!
sisler bulvarı’ndan geçtim sırılsıklamdı
ıslak kaldırımlar parlıyordu
durup dururken gözlerim dalıyordu
bir bardak şarabda kayboluyordum
gece bekçilerine saati soruyordum
evime gitmekten korkuyordum
sisler boğazıma sarılmışlardı
bir gemi beni afrika’ya götürecek
ismi bilmiyorum ne olacak
kazablanka’da bir gün kalacağım
sisler bulvarını hatırlayacağım
kırmızı melek şarkısından bir satır
lodos’tan bir satır yağmur’dan iki
senin kirpiklerinden bir satır
simsiyah bir satır hatırlayacağım
seni hatırlatanın çenesini kıracağım
limanda vapur uğuldayacak
sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçları yatıyordu yoksuldu
bütün yaprakları sararmıştı
bütün bir sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki İstanbul’du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlık bana dokunuyordu
eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım
hiç kimse beni anlayamazdı
on beş sene hüküm giyerdim
dördüncü yılında kaçardım
belki kaçarken vururlardı
sisler bulvarı’ndan geçmediğim gün
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray’da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum
Attila İLHAN