Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Kışı yaşamadan bahara erdi bile zaman. Kışı yaşamadan bahara erince zaman bence baharın hiç keyfi olmuyor. Baharı özlemek lazım keyfini çıkarmak için ama biz hiç özlemiyoruz ki kendini özletmiyor ki… Kıştan yerini çalmış hükmünü sürüyor. Deniz kenarı cennet bu günlerde bir çok insana… Okulu kıranlar, öğrenciler çocuğunu güneşlendirmeye gidenler, yaşlılar çoluk çocuk herkes sahilde ayrıca sosyal tesisler dolu, sahildeki petek pastanesi de. Ha… Petek pastanesi demişken… Tam önünde park var çocuk parkı. Ve caddeye açılan bir ara yol. Çok merak ediyorum araçları ile oraya gidenler ana caddeyle kesiştiği yerde ara sokağın çıkışında en ufak bir yağmurla birken sulardan rahatsız olmuyorlar mı? Kendi hesabıma tamda eski devlet hastanesinin karşısındaki kaldırımdan inip karşıya geçerken çok rahatsız oluyorum. Yolu geniş bir C alarak kesmek zorunda kalıyor oradan geçmek zorunda olanlar. Yani sahilin en güzel ve en kullanılan yerinde bu durum çok kötü çok…
Bakın gerçekten insaflıyım ve gördüğüm şeylere hemen atlamıyorum. Bekliyorum önce, zaman veriyorum nasılsa yapacaklar diyorum ama orasının nasılsası çoktan bitmiş hem de çok çoktan. O yoldan herkes geçiyor. Belediye başkanı da geçiyor, vatandaşlarda bendenizde. Kimse burada biriken yağmur sularından şikayet etmez mi Allah aşkına yoksa yalnız ben mi görüyorum. Ben ki en dalgın en kör sağır yürüyenlerdenim. Oraya hemen geniş bir mazgal yapılmalı o güzelim sahilin sırf bu ara sokağın caddeyle kesiştiği yerde biriken sular yüzünden havasına zeval gelmesin diye en azından canım.
Ve sahilde akşamüzeri orta yaşlı hanımlar da ikişer üçer saçları kuaförden çıkma, üzerinde baharlık açık renk çok şık mantolar. Ayaklarında topuklu zarif ayakkabılar nazlı, nazlı yürüyüş yapıyorlar. Azıcık bir esinti çıkınca “a hava serinledi” diyerek ipek boyun bağlarını biraz daha sarıyorlar boyunlarına sonra yine devam ediyorlar alçak sesle konuşmaya.
Ve aynı saatlerde bizim ve bizim gibiler yürüyüş yapıyor. Bazısı başı önünde, bazısı manken yürüyüşlü dimdik, bazısı tombul tombalak ama yinede elinde bir torba çekirdek, çitliyor. Sahilde balık tutanlar spor aletlerinde spor yapanlar ve hiçbir şey yapmadan sahildeki taşların üzerine tünemiş düşünen insanlar. Etrafta gerçekten acayip bir dinginlik bir sessizlilik var ve iskeleye düşüyor yolum. Orası başlı başına bir âlem çok seviyorum orayı bana İstanbullu ve eski İskenderun’u anımsattığı için. İşte bu, bahardan rol çalan kış günlerinde İskenderun sahilinden minicik bir resim… Sanırsınız ki bahar ve güneş her şeyin üzerini örtmüş, ne içinde bulunduğumuz durum “ki bendeniz çok huzursuzum bu durumdan.” Ne de sahilde turlayan siyasi parti otobüsleri umurlarında değil sahildekilerin. Sanki ağır bir uyuşturucu ile herkes bir hoş olmuş! Ve denizde onlara uymuş ya da onlar ona?! Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım sevgili okuyucularım. Yase
Şubat Güneşi
Aniden çalan telefon sessizliği delip onları derin uykularından uyandırdı. Ahmet kollarında tuttuğu kıza baktı. Zeynep ter içinde kalmıştı. Kızı yavaşça kendinden uzaklaştırdı. Kız sesi duymuştu ama ne sesi olduğunun ayrımında değildi. Hala içi acıyordu. Acıdan sırılsıklam olmuştu.
Telefon çalıyor bakmam gerek diyerek Ahmet yattığı yerden kalktı başı zonkluyordu. Gözleri karanlığa alışınca kalkıp telefonun yanına gitti ahizeyi kaldırmadan derin bir nefes çekti. Telefondaki abisi Selim’di; “Ahmet uyuyor musun?” “Dalmışım ağabey ne oldu geliyor musun?” “Ne yazık ki gelemiyorum Ahmetçim her tarafı su basmış. Arabayı çalıştıramadım. Zeynep nasıl?” “Hala ateşi var bir türlü düşmedi ama genel durumu kötü değil.” “Burun kanaması durdu mu?” “Evet” “Şimdi ne yapıyor? Yatıyor ama huzursuz. Ateşi düşmese ne yapacağımı bilemiyorum.” “Korkma sakin ol. Ve ateşi çok yükselirse ılık duş yaptır ama sakın üşütmesin. Elektrik gelmedi değil mi?” “Hayır gelmedi.” “Nasıl ısınıyorsunuz şömine için odun var mı?” “Korkarım onları da tükettik.” “Bak ne diyeceğim Ahmet geçenlerde annemle konuşuyorduk garaja odun koyduğunu söylemişti ufak bir çuval ne olur ne olmaz diye. Oraya bir bak inşallah orda duruyordur. Sakın kızı üşütme Ahmet. Allah korusun zatürreeye dönmesin yoksa işimiz çok zor olur. Hastaneleri bile su basmış.” “Teşekkür ederim çok dikkat ederim.” “Bir şey olursa hemen ara olur mu saat kaç olursa olsun. Cep telefonun çalışmıyor mu?” “Şarjı bitti” İşte bu kötü oldu. Hadi şimdi kapatıyorum kendinize iyi bakın.” “Sağ ol sende abi” diyerek Ahmet telefonu kapattı. Kızın yanına gitti kız ter içinde yatıyordu.
Sönmek üzere olan mumlardan birini alıp annesinin odasına gitti dolabından çamaşır alıp geldi. Kızı uyandırdı. “Çok terlemişsin üzerini değiştirmem gerekiyor.” “Hım” diye oturdu. Zeynep. Ama elini kaldıracak hali yoktu.
Ahmet hızlı, hızlı kızın eşofmanının üzerini çıkardı. Sırtını havlu ile kurutup hafifçe ovdu sonra hemen annesin iç fanilasından birini giydirdi. Kız buz gibi soğuk olan faniladan ürperdi Ahmet ürperdiğini anladı ama devam etmek zorundaydı kalın yünlü bir kazağıda üzerine geçirdi. Sonra kendine çekerek sırtını sıvazladı. Kız bütün bunlar olurken hiç kıpırdamamıştı bile son olarak Ahmet kızın uzun saçlarını ikiye ayırıp hızlı, hızlı ördü. Oya’nın saçlarını da böyle örerdi. İki örgü yaptığı saçları taç gibi başın üzerinde tutturdu ama ipek gibi saçlar örgülerinden kurtulmaya başlamıştı bile. Kız yine tostoparlak olmuştu dizleri nerdeyse çenesine değecek gibiydi. Ahmet kızın üzerine battaniyeyi örtüp alnından ateşine baktı düşmüş gibiydi. Solukları da düzelmişti. Verdiği ateş düşürücü işe yaramıştı.
Ahmet “Zeynep uyurken bari aşağı inip şu odunlara bir bakayım” dedi. Sönmek üzere olan mumlardan birini alıp mutfağa girdi mum arıyordu. Annesi çok düzenli bir kadın, muhakkak bir yerde yedek mumları vardı. Mutfak dolaplarını tek, tek açıp el yordamı ile mum aradı. Sonunda bir kutu mum buldu. Kutuyu açıp mumlardan birini alıp sokak kapısına doğru yürüdü. Kapıyı açınca silik bir aydınlıkla karşılaştı. Kapıcı merdivenlere mum yerleştirmişti. Her katta bir iki mum vardı. Bu baya işini kolaylaştıracaktı. Hızlı, hızlı merdivenleri inip zemin kata indi. Garajın kapısını açtı.
Ayağını içeri atar atmaz bileklerine kadar suya battı. Elindeki mum karanlığı delmeye yetmiyordu bu yüzden bir an durup karanlığa gözlerinin alışmasını bekledi. Arabası da suyun içindeydi. Bir an şaşkınlıkla su içinde öylece durdu. Sonra yürümeye başladı. Ayakkabıları su dolmuştu ayakları ağırlaşmıştı zorla birini kaldırıp diğerini indirerek ilerliyordu. Eşofmanı dizlerine kadar ıslanmıştı su buz gibiydi Sonunda odun çuvalını buldu. Buldu bulmasına ama odun çuvalı da su içindeydi. Çuvalı bir eliyle sürükleyerek dışarı çıkardı. Korku filmlerini artmayacak bir manzaraydı doğrusu. Merdivenlerden çıkarken kapıcı ile karşılaştı. “Zemini su basmış sizin evde bir şey var mı?” diye sordu. Yukardan inmekte olan uzun boylu genç adam; “Hayır, bir şey yok. Size yardım edeyim” diyerek içinde düzgün kesilmiş odunların olduğu çuvalı Ahmet’in elinden aldı.
“Islanmış bunlar yanar mı acaba?” Sesi ve konuşması son derece düzgündü. “Bakacağız artık. Siz nasıl ısınıyorsunuz?” “Annemler çoktan uyudu bile üşüdüklerini sanmıyorum. Bende dolaşıp duruyorum zaten. Ama birazdan yatmaya gideceğim. Garajın bütün gider deliklerini açtım. Yoksa su bizim kata kadar yükselecekti.” “Çok iyi eline sağlık bir şeye ihtiyacınız olursa ben evdeyim.” “Sağ ol Ahmet ağabey oh işte geldik.” Ahmet kapıyı açtı. “Tamam, ben alırım içeri teşekkür ederim” Ahmet kapıda ayakkabılarını ve çoraplarını çıkardı eşofmanın paçalarını dizlerine kadar sıyırdı ancak sonra odun çuvalını şöminenin önüne kadar taşıdı.
Zeynep uyuyordu battaniyesi üzerinden sıyrılmıştı. Ahmet odunları çuvaldan çıkarıp şöminenin yanına dizdi. Sonra hemen banyoya gidip üzerini değiştirdi. Yeni çoraplar giydi üşümüştü. “Ama olsun deydi” dedi kendine “Odunlar daha su çekmemiş.”
Salona dönüp Zeynep’in üzerinden düşmek üzere olan battaniyeleri sıkıştırdı. Kız mışıl, mışıl uyuyordu. Şöminedeki ateşi maşayla karıştırdı. Sonrada sırtına bir battaniye alarak şöminenin önündeki mindere oturdu. Sırtını Zeynep’in yattığı koltuğun kenarına dayadı.
Gözlerini şöminede altın topakları gibi parlayan korlara dikti. Baktıkça renkleri kadife gibi bir açık bir koyu altın rengi oluyordu. Eskiden beri ateşi muhteşem bulurdu. Ateşe, aydınlığa veya güneşe bakılarak ibadet eden Zerdüştleri anladığını da… Arkası Yarın
Günün Şiiri
Ne İçindeyim Zamanın
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.
Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.
Ahmet Hamdi TANPINAR
Günün Sözü
Bir şeyi istediğimiz zaman hep onun çekici yanlarını görürüz, onu elde ettikten sonra da hep kötü yanlarını buluruz.
Jonathan Swift
Kendini ulusuna hizmet etmeye adayan siyasetçiye devlet adamı denir. Ulusun kendisine hizmet etmesi gerektiğini düşünen devlet adamına ise siyasetçi.
George Pompidou