Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Gazetemiz köşe yazarlarından, değerli deneyimli, güzel insan gazeteci Kubilay Aksay hocamız sol ayağındaki rahatsızlıktan dolayı 3 yıldır gördüğü tedavinin ardından uzun zaman sonra gazetemiz idarehanesine gelerek, bizleri ziyaret etti. Baston yardımı ile yürüyen Aksay, oldukça sağlıklı olduğunu, tedavisinin ise devam ettiğini söyledi. Canı yürekten hoş geldin diyoruz. Ve bundan sonraki tedavi süresinin esenlikle, başarılı geçmesini diliyoruz. Tedavi için 3 yıl uzun bir zaman ancak sonuçları bakımından müthiş. Hocamız tedavinin tamamlanmasının ardından daha rahat yürüyeceğini söylüyor. Ve bu hali ile tüm ilçeleri tek-tek dolaşarak gönül verdiği Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’ne destek ve halktan oy istediğini söylüyor. Sırf kendi egoları için partiye küsen, kişilere tavır alan ve parti değişikliğine gidenler bence bu deneyimli ve ayağından muzdarip olduğu halde “CHP’nin kaybetme lüksü yok” diyerek canını dişine, peşine de ailesini katarak oy istemek için dolaşan büyük ama küçük insandan ders almalılar diyorum. Aslında bu durumda kişisel egoların esiri olan bu insanların CHP’ye pekte yararı olacağını da sanmıyorum ya neyse. Çünkü “ben” diyen insanlar benliklerinin esiri olurlar her zaman. Ve rüzgâra göre yön değiştirirler. Ne CHP’nin ne de demokratım diyen bir partinin bu tür insanlara ihtiyacı olamaz. Olmamalı.
Ve sevgili okuyucularım. Bugün bilgisayarımı açtığımda ‘Google 20 Mart Perşembe günü İlkbahar Ekinoksu başlattı’ başlığı ile karşılaşmıştım ki bilgisayarını açan herkes bu başlığı görmüştür ve benim gibi meraklanıp detaylarını okumuştur. Yani ne yalan söyleyeyim 20 Mart’ta gece ile gündüzün eşitlendiğini biliyordum ama buna ne dendiğini okul da öğretmediler valla bu yüzden bilmiyordum hemen daldım İlkbahar Ekinoksu da Allah aşkına neymiş diyerek. Başlığın üstünü tıkladım. Yazının tamamı karşımda ama bir sürü kalabalığı var. Onları ayıklayıp sadeleştirmek gerekiyor diye düşündüm paylaşmak için. Hoş bendeniz paylaşmayacağım yazıları da ayıklayarak okurum bazen.
“Ilım” sözcüğünün latince kökeni aslında ekinoks sözcüğü imiş. Ve “eşit geceler” anlamındaymış. İlkbahar Ekinoksu yani (ılımı) Güneş ışınları 21 Mart ve 21 Eylül tarihlerinde ekvatora dik düşer. Her yerde gece ve gündüzler eşit olur. Bu duruma ekinoks denir. Ekinoks, gökküresinde gök ekvatoru ile tutulum düzleminin kesiştiği iki noktadan her birine denir. Yerin dönme ekseni tutulum düzlemi ile 23,5 derecelik bir eğim yaptığından, Güneşin yıllık hareketi sırasında, yılda iki kez gök ekvatoru ile tutulum düzlemi kesişir. Bunlardan biri 21 Mart dolaylarında gerçekleşir. Öteki ise bundan tam 6 ay kadar sonra 23 Eylül tarihinde olur. Güneş bu tarihlerde iki kez tam olarak ufkun doğu noktasında doğar ve batı noktasında batar. 21 Mart’ta gerçekleşene İlkbahar Ilımı ya da Aries’in ilk noktası (Yaz Ekinoksu da denilir) adı verilir. 23 Eylül’dekine ise Sonbahar Ilımı (Kış Ekinoksu) adı verilir. İlkbahar ılımında, Güneş Ekvatorun güneyinden kuzeyine, Sonbahar Ilımında ise Ekvatorun Kuzeyinden Güneyine geçer. 21 Mart tarihi aynı zamanda Kuzey Yarımkürede ilkbaharın, güney yarımkürede ise Sonbaharın başlangıcı kabul edilir. 23 Eylülde bunun tersi olur.
Ve sevgili okuyucularım ilkbahar geldi en çok bunun ayrımında olanlar bahçecilerdir sanırsam. Bendeniz de çok ayırımındayım, bir defa hapşı tıkşılar başladı sokakta, yürüyüşte her yerde. Bu kötü ama iyileri de var tabi hem de bir sürü. Doğa süslerini takındı salınıyor güneşin aşkıyla. Sokağımızdaki okulun bahçesinde turunç ağaçları çiçek açmış. Milyonlarca ve o çiçeklerin eşsiz kokusu bütün sokağı sarmış ve ağaçlarımın yukarda bendenizle birlikte yaşayanların çiçekleri ve kokusu ve üzerimdeki hafifliğin en büyük nedenleri her yıla inat ve onlarda ilkbaharın müjdecileri.
Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte ve oyumuzu kullanalım. Adı hiçbir yolsuzluğa karışmamış olanlara. Yüzümüze bakacak yüzü olanlara. Yase
Şubat Güneşi
Koltuğunun altında bir yığın kitapla. O zaman oyunları daha zengin, günleri daha neşeli geçerdi. Ve geceleri bir başka olurdu. Kuzenleri onlara korkunç hikâyeler anlatırdı, çocuklar titreşerek hikâyenin sonunu beklerlerdi. Babaanneleri diğer odadan “yeter artık hadi uyuyun” dediğinde hemen yorganı başlarına dek çekip uyurlardı.
Bazı geceler korkuyla birbirlerine sokulduklarını görünce babaanneleri kuzenlerine “Oğlum nereden uyduruyorsun bu korkunç hikâyeleri” derdi. Sabah olunca yine tavukların ardına düşerler. Gece ki korkuyu gecede bırakırlardı. Bisiklete binip dağ bayır gezerlerdi üçü birlikte. Kuzenleri Semih, William Shakespeare okurdu. En sevdiği yazarlardan biriydi. Tiyatro oyunlarını, şiirlerini, sonelerini nerdeyse hafızlamıştı çocuk. Romeo ve Jülyet’i bazen de Makbet’i okurdu çocuklara. Çocuklar can kulağı ile onu dinlerlerdi. Daha sonraları kendi aralarında rol dağıtımı yapar, Makbet oyununu günlerce çalışarak ezberler ve arkadaşlarına izletirlerdi. Komşu çocukları çam ağaçlarının arasına dizdikleri sandalyelere oturur ay ışığında oyunu izlerlerdi. En uzun boyluları cadı olurdu. Beyaz çarşaflara bürünür karanlık ağaçların arasından aniden çıktıklarında bütün çocukların tüyleri diken, diken olurdu. Sopaya at gibi binmiş olan Makbet dıkıdık, dıkıdık diye sesler çıkarak karanlıklara dalarken cadılar aniden karşısına çıkar. Ve kehanette bulunurlar. Makbet Semih olurdu. Cadılardan biri Selim diğeri köyden uzun boylu bir arkadaşları olurdu. Leydi Makbet rolünü ise sarışın saçları uzun bir kız arkadaşlarına vermişlerdi. Çocuklar büyük bir ciddiyetle oynarlardı rollerini. Seyirci çocuklar seslerini soluklarını tutmuş onları izler küçükler korkar büyüklere sığınırlar. Büyüklerde köpeklerine sarılırdı. Babaanneleri yine kızardı onlara “Oğlum öyle neşeli bir şey yok muydu oynayacak yazık değil mi bu çocukları cadılarla korkutuyorsunuz” diye. Arkası Yarın