Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dün Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Avukat Metin Feyzioğlu İskenderun’daydı. Önce gazeteciler cemiyetinde kısa bir konuşma yaptı. Sonra bando eşliğinde (Antakya’dan gelmiş. Bizde daha önceleri belediye bandosu varmış ama şimdi yok. Kesinlikle bizim bir belediye bandosuna ihtiyacımız var.
Belediye başkanı ve meclis üyelerine duyurulur) Ticaret ve sanayi odasına geçerek burada bir konferans verdi. Bando eşliğindeki kısa yürüyüşe yoğun bir kalabalık eşlik etti. Sevgili okuyucularım İTSO’daki konferansın içeriğini zaman olmadığı için bugün yazamıyorum. Ancak yarın daha geniş olarak sayfamda bulabilirsiniz.
Hızlı adımlarla eve dönerken düşünüyordum. Ve geçen yılki yazımı anımsıyorum aynı günlerde aynı duygular içindeymişiz!!!!
“Bu günlerde yürüyüş yapmanın zevki bambaşka oluyor” diye başlamışım. Ve devam etmişim. Hafiften esen serin rüzgar kafamdaki bütün karışıklığı önüne katıp havaya savuruyor. Seviyorum bu yüzden, bazen yalnız, bazen arkadaşlarımla yaptığım ağaçların arasından kocaman bir ateş topu gibi görünen güneşin batım saatlerinde yürüyüş yapmayı. Ancak yine bir sürü şikayet alıyorum meditasyon gibi yaşadığım bu bir saatlik yürüyüş sonrası da. Selam verdik almadın, baktık görmedin türünden. Gariptir herkes bilir aslında böyle olmadığımı ancak yinede o saatlerdeki derinliğime laf ederler. Sanki alışkanlık olmuş laf sokmak. Olsun çokta önem vermiyorum zaten.
Çünkü hayatın elimizden kayıp başkalarının ne yapacağımızla ilgili dayatmalarına boyun eğecek kadar ucuz ve basit olmadığının farkındayım… Sağlıkla, sevgiyle ve sayılamayacak kadar çok güzelliklerle bize sunulan bu hayatı, “O ne yaptı? Bu ne dedi? O, bu şu,” diyerek geçirmek ilk başta yaratılışımıza ihanet olur diye düşünüyorum artık.
Ve düşünüyorum neden bu kadar özel ve güzel olan bu hayata son verir insanlar bir tek kurşunla? Onları bu kadar zayıf ve bu kadar güçlü yapan düşünceleri mi yoksa kaderleri mi? Kadere bir yere kadar inanırım ama yaşam koşulları, duygusal çalkantılar, şiddetli git gel durumlarını da göz ardı edemem. Acaba olayın, kader olabilmesi için bütün bu veriler, doğru zamanda doğru yerde mi buluşur, olgunlaşır ve eyleme geçecek kadar güçlenir? Sonrada kader olup çıkar? Belki? Çok zor sorular bunlar! Çok… Bu yüzden düşünüyorum ki, kendimizden yanıt almayacağımız soruları, kendimize sormayalım en iyisi.
Ve hayatımızı bize dayatıldığı gibi değil de bize sunulduğu gibi yaşayalım. Doğru yanlış kavramı olmadan sen ben o olmadan bütün sunduklarını, görerek, içleştirerek, geniş zamanlar da sere serpe…
Ve aslında hayata yeniden başlayalım, sanki yeni doğmuş gibi. Yeniden öğrenelim A, B, C’yi, yeniden sevmeyi, sevilmeyi, biz olmayı.
Valla çok düşünüyorum bu sabah, dün akşam yürüyüşünde rüzgara savurduğumu sandığım bütün düşünceler, sabah toplanıp, toplanıp gelmiş kurulmuş tam ortasına kafamın. Çık oradan çıkabilirsen. Oysa dışarıda bahar bekliyor günleri sayılı. Ve bir şiir yazmak istiyorum ve portakal çiçeklerini koklamak, belki de, olursa, neden olmasın? Aşık olmak istiyorum yeniden. Ve derin, derin soluk alıp vermek istiyorum.
Ve bir öykü yazmak istiyorum içinde inlerin cinlerin kötü cadıların olmadığı. Ve aslında hiçbir şey yapmak istemiyorum. Yalnızca boylu boyunca uzanmak ve düşlere dalmak istiyorum öylece. Ve sevgili okuyucularım gitmek istiyorum şimdi, bahar dışarıda bekliyor çünkü. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım diyorum hep birlikte ayrımsız gayrımsız. Yase
& & & & &
İyi Kötü
Leonardo da Vinci “Son Akşam Yemeği” isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı… İyi’yi İsa’nın bedeninde, Kötü’yü de İsa’nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda’nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı…
Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı. Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında, korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi.
Aradan 3 yıl geçti. “Son Akşam Yemeği” neredeyse tamamlanmıştı, ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı…
Leonardo’nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı. Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı.
Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı. Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler. Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı. Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu. Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü.
Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi: “Ben bu resmi daha önce gördüm” …”Ne zaman?’ diye sordu. Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı. “Üç yıl önce” dedi adam..
“Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce… O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa’nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti…
Günün Şiiri
Ağaç Diyor ki
Ben küçücük bir ağacım,
Yurdumun bir bahçesinde,
Topraklar tüterken görün,
Dallar da çiçeklensin de.
Her şeyimle yararlıyım,
İnsanoğluna dünyada,
Çiçeğim, yaprağım, gölgem
İri dallı zerdalimle.
Kuşlar mutlu şarkısını
Hep dalımda söylerler,
Şen arılar vızır vızır,
Kokuma koşup gelirler.
Sakın sakın dalımızı,
Çocuklar çekip kırmayın.
Çakınızla gövdemizde
Derin yaralar açmayın
Halim YAĞCIOĞLU
Herkes Gibi
Gönlümle baş başa düşündüm demin;
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.
Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.
Nazım Hikmet RAN
Sen Burada Bir Yabancısın
Bu rüzgârın tadı senin hiç tatmadığın
Bu yolcular bilmediğin bir yerden geliyor
Konuştukları dil ömrünce duymadığın
Gözlerini sakla sen burada bir yabancısın.
Akşam tren raylarına yağmur yağıyor
Devrilmiş bir sokak ayak basmadığın
Çarmıha gerilmiş afişler ıslanıyor
Karanlıkta bir kadın tanımadığın
Bir şeyler söylüyor anlamadığın
Şüphelli oteller üstüne geriniyor
Sen burada bir yabancısın saklanmalısın
Akşam tren raylarına yağmur yağıyor.
Attila İLHAN
Günün Fıkrası
Temel ve Dursun yaz tatillerinde Antarktika’ya gitmeye karar vermişler. Uzun bir yolculuktan sonra buzlar diyarına varmışlar. Bir rehber bulamadıklarından kendileri gezmişler uzun buz ovalarını. Ertesi sabah bir rehberle anlaşarak kıtanın en güzel yerlerini rehber eşliğinde gezip merak ettiklerini soruyorlarmış. Bir ara Temel rehbere seslenerek; “Pardon burada hiç beyaz kadın var mı?” diye sormuş.
Rehber “Tabii ki var, buradaki kadınların yüzde doksanı beyazdır” demiş.
“Peki siyah kadın var mı?”
“Eh bir kaç tane var bu civarda”
“Peki siyah beyaz kadın var mı?”
Rehber son derece şaşkın bir şekilde “Tabi ki hayır ben hiçbir yerde rastlamadım böyle kadına”
Cevaptan hiç de hoşnut kalmayan Temel Dursun’a dönerek; “Ula Dursun yoksa dün akşamkiler penguen miydi?????”
Günün Sözü
Kalp neyle doluysa, dudaklardan o dökülür.
Goethe
Biz bir öyküyü iki kez anlatmayı pek severiz, fakat onu bir kereden fazla dinlemeyi asla!
William Hazlitt
Giysilerini kendilerinin en önemli yanı sayanlar genellikle giysilerinden daha değerli olamazlar.
William Hazlitt
Çocuğuna küçük şeylerden zevk almasını öğreten, ona büyük bir servet bırakmış olur.
Atienne Gilson