Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İlkokulda iken 1 Mayıs’ta bahar bayramını kutlamak için öğretmenlerimiz bizi kırlara götürürdü. Okulun önünde kocaman otobüsler durdu, sabahın erkeninden. Biz çocuklar rengârenk giysilerimiz uçucu neşemiz ve heyecanımızla bekleşirdik kolumuzda yemek sepetlerimiz. Okul kapısının önünde diğer arkadaşlarımız gelene dek. Akşamdan dua ederdik o gün yağmur yağmasın diye. Ama inadına sabah yağmasa bile tam kırlar kırmızı gelincikler, yeşil, mavi kır çiçeklerinin arasına yayılmışken bütün kaygılığımızla aniden bastırdı bardaktan boşanırcasına. Otobüslere zor atardık kendimizi. Zavallı öğretmenlerimiz çok ıslanırdı hepimizi toparlayana dek. Hevesimiz kursağımızda dönerdik evlerimize ertesi gün boğazımız şişmiş olurdu bu kaçınılmaz sondu en azından bendeniz için.
İlköğretimde asla gönlümüzce kırlara yayılamadık yağmur yüzünden 1 Mayıs’ta öyle kalmış belleğimde. Büyüyüp de liseye başladığımızda işler değişmişti artık hem içimizde ukde olan kırlara yayılmayı ki şimdiye dek ukdedir. Hem de yeni, yeni oluşan siyasi fikirlerimizle 1 Mayıs’ın yalnızca bahar bayramı değil. İşçilerin birlik ve dayanışma bayramı olduğunu öğrendik. Ve şahit olduk kanlı bir mayıslara ve içimiz de ukdemizle hiçbir zaman 1 Mayıs’ı bahar, işçi ve dayanışma bayramı olarak kutlayamadık. Yasaklamalar, provokatörler karşılıklı inatlaşmalar derken birlik ve dayanışma günü olan günde ne yazık ki, hepimiz dünya işçileri yaşam işçileri olduğumuz halde istediğimiz gibi toplaşamıyoruz. Peki ilk ne zaman 1 Mayıs bahar bayramı, işçi, dayanışma bayramı olarak ortaya çıktı diye sorarsak. Çok gerilere gitmemiz gerekir. Ta 1856’ya… Günde 18 saat çalışan taş ve inşaat işçileri, ilk kez 1856’da Avustralya’nın Melbourne kentinde, günde sekiz saatlik iş günü için Melbourne Üniversitesi’nden Parlamento Evi’ne kadar bir yürüyüş düzenlemişler.
Ardından 1 Mayıs 1886’da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bıraktılar. Şikago’da yapılan gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Luizvil’de (Kentaki) 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi, birlikte yürüdü. O dönemde Luizvil’deki parklar, siyahlara kapalıydı. İşçiler, sokaklarda yürüdükten sonra hep birlikte Ulusal Park’a girdi. Her eyalet ve kentte, siyah ve beyaz işçilerin birlikte yaptığı gösteriler, gazeteler tarafından, ‘Böylece önyargı duvarı yıkılmış oldu’ şeklinde yorumlanmıştı.
Bu gösteriler 1 Mayıs’ı izleyen günlerde tüm harareti ile devam etti. 14 Temmuz – 21 Temmuz 1889’da toplanan İkinci Enternasyonal’de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada “Birlik, mücadele ve dayanışma günü” olarak kutlanmasına karar verildi. Böylece ikinci gösteri 1890 yılında yapılabildi.
Zamanla 8 saatlik işgünü birçok ülkede resmen kabul edildi. 1 Mayıs böylece işçilerin birlik ve dayanışmasını yansıtan bir bayram niteliğini kazandı. Günümüzde sosyalist ülkelerde (Çin Halk Cumhuriyeti, Kore Demokratik Cumhuriyeti, Vietnam, Laos, Küba, Venezuela, Nepal, Bolivya) ve daha birçok ülkede tatil günü olan 1 Mayıs’ı işçiler büyük kitle gösterileriyle kutlar; bazı ülkelerde 1 Mayıs siyasal bir eylem olarak kutlanır.
Ama biz bugün arkadaşlarımızla havaya inat çocukluk ukdelerimizi gidermek için kırlar açılmayı düşünüyoruz. Ve bizde işçiyiz ve bu işçi dayanışma günüde diğer işçi kardeşlerimize el olacağız. 1 Mayıs bahar birlik, berberlik ve dayanışma bayramımız kutlu olsun. Dilerim bu güne dek yaşadığımız olumsuzlukların hiçbiri yaşanmaz ve birlik beraberlik mesajları yeri göğü kaplar. Sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte, her zaman, her koşulda sevgili okuyucularım… Yase
Şubat Güneşi
“Affet beni Can seni çok üzdüm ama inan artık üzmeyeceğim” demişti. Can garip bir önsezi ile. “Sıra bende” demişti. “Belki ben üzerim seni.” “Hadi oradan kötü çocuk, beni, üzersen ellerimle öldürürüm” diyerek boynuna sarılmıştı çocuğun. Şimdi Ahmet’in boynuna sarıldığı gibi…
Ondan sonraki günlerde çocuklar birbirlerini hiç yalnız bırakmamışlardı. Zeynep okulu bir yıl daha ertelemişti. Sevdiğinden ayrı yaşamak istemiyordu. Birlikte geçsin istiyordu her anı.
Soğuk gecelerde Can onu paltosunun içine alır birbirlerine sarılmış vaziyette sımsıcak Yeşilköy sahilinde yağmur altında yürüyüş yaparlardı. Zeynep o kadar huzur bulurdu ki bu yürüyüşlerde, annesinin acısı sızım, sızım işlerken içinde yinede mutlu olduğunu algılardı. Çocuk onun her halinden anlıyor en az annesi kadar şefkat gösteriyordu. İkisi seneye aynı okula gitmeği tasarlıyorlardı. Zeynep Can’a kitap okuyacak, Can onun matematik ödevlerini yapacaktı. Birlikte sinemaya, tiyatroya klasik müzik dinlemeğe gidiyorlardı. Sanki zamanla yarışları vardı bilinçsizce. Bir anlarını bile boşa harcamıyorlardı. Belki bu yüzden, Can, ilk “ayağımda bir ağırlık var” dediğinde, içi ürpermişti Zeynep’in.
“Abartma” demişti çocuk “yeni aldığım botlardan olabilir.” Ama nedense abartması gerek gibi gelmişti Zeynep’e. İçi görünmeyen binlerce el tarafından sıkılmıştı sanki. Kız anlam veremiyordu bu sıkıntıya. Birlikte gezerken bile eski neşesini bulamıyordu artık. Hoş zaten her şey o kadar çabuk olmuş gelişmişti ki, şaşkına dönmüştü herkes.
Zaten o şaşkınlığı değil miydi doktora. “Ölecek mi” diye sorduran. Çorap söküğü gibi gelişmişti her şey ansızın ve çarçabuk. 6 ay demişti doktor, oysa daha üçüncü ayda çocuk çok ağırlaşmıştı. Şaşkın, üzgün ve çaresizdi herkes. Müthiş bir hüzün gelip yerleşmişti her yere. Şaşkınlıktan kurtulup can verme derdine düşmüştü Zeynep. Belki enerjisini sevdiğine aktarabilirdi, bunun için bütün gün oğlanın yanından ayrılmıyor ellerini tutuyor. Sevgiyle gözlerine bakıyordu. Fakat nafile her an çocuk kayıyordu yıldız gibi ellerinden yakalayamıyordu kız. Üzüntüyü serbest bırakmıştı artık umutsuzca. Ama yinede Can’a kendini bırakmaması için yalvarıyordu.
“Can” diyordu “Can lütfen kendini bırakma. Daha çok erken inan kurtulacaksın.” Fakat kendisi inanmıyordu ki söylediğine başı düşüyordu çocuğun göğsüne. “Zeynep yapma bak ben sona geldim. Sana çok teşekkür ediyorum. Lütfen bana söz ver. Hayatına yeniden başlayacaksın.” “Evet söz başlayacağım ama sen daha gitme daha seninle yaşanacak çok şeylerimiz var.” “Zeynep bunlar yakışmıyor sana, beni üzüyorsun ama.” “Söz ne istersen onu yapacağım” diyerek çocuğun, süzülmüş yanaklarından öpmüştü.
O gece olan olmuştu. Zeynep odada Can’ın yanı başında oturuyordu. Sanki ikisi de bugün son gün olduğunu biliyor gibiydiler. Can’ın annesi acayip kötülemiş soluk almak için dışarı çıkmıştı, kadın delirmek üzereydi, tek oğlu ellerinin arasından kayıp gidiyordu onlar da ancak seyrediyordu. Zeynep Can’ın elini eline almış saydamlaşmış biçimli eli elinde sıkıyordu biraz ısıtmak için. Dudaklarını şah damarına yaslamış damardan geçen hafif kana hayat vermek için. Canından can katmak için. Ama ne yazık gittikçe hafifliyordu kanın geçişi. Başını kaldırıp delice çocuğa bakmıştı. Çocuk gözlerini yummuştu. “Can” diye selenmişti yavaşça “beni öpmeden mi gidiyorsun?” Çocuk gözlerini son bir gayretle açmış dudaklarını hemen yanında duran kızın yanağına belli belirsiz dokundurmuştu. Sonrada hemen gözlerini yummuştu, gözlerinden bir damla yaş fışkırmıştı. Zeynep delice parmağını saydam boynunda gezdirmiş dudakları ile can vermeğe çalışmıştı. Neden sonra birileri onu çekerken artık cansız olan bedenden “Daha ölmedi şah damarı atıyor. Ölmedi!” diye bağırıyordu!
Ahmet birden sesi soluğu kesilen kızın sırtını hafif, hafif ovarak “hey uyudun mu küçük sahip?” dedi. “Senide hiç hareketsiz bırakmaya gelmiyor ha hemen boyut değiştiriyorsun. Hu neredesin?” Arkası Yarın
Günün Şiiri
Kosmosun Kardeşliği Adına
Kosmos da bizden başka düşünen var mı
var
bize benzer mi
bilmiyorum
belki bizden güzeldir
bizona benzer mesela ama çayırdan nazik
belki de akarsuyun şankına benzer
belki çirkindir bizden
karıncaya benzer mesala ama tıraktörden iri
belki de kapı gıcırtısına benzer
belki ne güzeldir bizden ne de çirkin
belki tıpatıp bize benzer
ve yıldızlardan birinde
hangisinde bilmiyorum
yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz
hangi dilde bilmiyorum
yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz onunla
Tovariş diyecek
söze bu sözle başlayacak biliyorum
Tovariş diyecek
ne üs kurmaya geldim yıldızına
ne petrol ne yemiş imtiyazı istemeğe
Kola-kola satacak da değilim
selamlamaya geldim seni yeryüzü umutları adına,
bedava ekmek ve bedava karanfil adına
mutlu emeklerde mutlu dinlenmeler adına
“Yarin yanağından gayrı her yerde her şeyde hep beraber”
diyebilmek adına
evlerin
yurtların
dünyaların
ve kosmosun kardeşliği adın
Nazım Hikmet
Günün Sözleri
Acizler için imkansız, korkaklar için müthiş gözüken şeyler kahramanlar için idealdir.
Arkadaşlar! Gidip, Toros dağlarına bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiç bir güç ve kuvvet asla bizi yenemez.
Mustafa Kemal Atatürk