Değerli Okurlarım, babaların gölgesi serindir… Babalarımız sırtımızı dayayacağımız bir çınar ağacıdır. Baba parası nedense tatlıdır. Özellikle erkek çocuklar için, babanın ölmesi daima erkendir! Efendim, bugün ne anneler, ne de babalar günü. Şimdilik sıradan bir gün olduğunu düşünüyorum. Sıradan bir gün deyip geçemeyiz. Bazılarımız en sevdiklerini böylesine bir günde toprağa vermişizdir.
Bu makaleyi neden yazdığımı anlatmak istiyorum. Daha önceki yazılarımda çaresiz aileler ama özellikle babalar için bir laf sarf etmiştim. Kendimi bir anda onların yerine koydum. Günümüzde buna “EMPATİ” deniliyor bildiğiniz gibi. Çoğu zaman annelerin gölgesinde kalsa da, babaların yeri bir başkadır. Hele doya-doya da göremediysen daha bir başka oluyor.
Çaresiz, naçar kalmış çok babalara rastladım. Okulların açıldığı gün çocuğuna defter kalem alamadığı için bir köşeye oturup gözyaşı döken babaların aczine tanık oldum. Onların acılarını yüreğimde hissettim.
Çok enteresan bir ülkede yaşıyoruz. Açlık sınırında, bu sınır içinde yaşayan ailelerin “YÜREKLİ BABALARI” İnsanlık dışı ücretle, hem sigortasız ve hem de ateşle gaz tüplerinin arasında çalışıp can veren “ŞEHİT BABALAR..” Çocuklarına onurlu bir yaşam sağlayabilmek için, günlerce aç kalmayı göze alan “HAYSİYETLİ BABALAR” Mütevazı halinden, çocukları etkilenmesinler diye, onların okullarına bile gidemeyen “ÇARESİZ BABALAR…”
Babalar yüreklidir, babalar asildir, babalar fedakârdır, onlar da ağlar. Babalar da ağlar… Ağlamasınlar mı? Gözyaşlarını kimsenin görmesini istemez, gözyaşlarını saklarlar ve de bazıları da içine akıtır gözyaşlarını. Diğer taraftan, şehit olan her neferi kendi çocuğu gibi içine sindiren, yüreği parça-parça olan “Vefakâr ve cefakâr babalar” İstiklal Marşını yürekten söyleyen, vatan ve bayrak için can veren “Asil Babalar”
Öbür taraftan; ülkemizi talan eden, yağmalayan, öksüz yetim hakkı yiyen, Allah’ı, kitabı kimseye bırakmayan ama kefenin cebi olduğuna inanan zavallı babalar…
Bugün, bu makaleyi yazdığım için kendimi şanslı sayıyorum. İçimizdeki baba sevgisi, onlara olan saygımız tazelendi ve de çoğaldı. Onlar için sık-sık dualara yöneldik, onlara yaptığımız yanlışlar için “AF” dilemeyi hatırladık. Babaları hayatta olanlar; ne mutlu sizlere, uzakta da olsalar, ulaşmanız mümkün. Babalar kin tutmazlar, yaklaşın yanlarına, çekinmeyin, bir beklentileri yoktur. Sadece sizin kokunuzu hissetsinler, onlar için yeterli. Bunu esirgemeyin.
Unutmayın ki; onlar sizin için dünyadan tat alamadılar ve sizler uğruna yaşlandılar. Sizler de hep genç kalacak değilsiniz, onlar gibi yaşlanıp ve geriye doğru baktığınızda “VAH” demeyin. Fırsat elinizdeyken lütfen değerlendirin!
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Sanat Yazısı
Hep Büyümeye Özeniriz
Değerli Okurlarım, hiç bir çocuğun yaşından daha küçük gösterilmesine izin vereceğini sanmam. Hep yasça büyük gözükmek vazgeçilmez bir tutku olmuştur nedense. Daha sonraki yıllarda yaşlarda küçültmeler başlar ya, oraya daha sonra geleceğim.
Her yaşın kendine has önemi ve özelliği vardır. Örneğin 25-35 yaşlarındaki insanlara yetişkin deniliyor. Bu dönemde kendinizce okumuşsunuz, çalışmışsınız, askerlik bitmiş ya da anne olmuşsunuz, kiminiz de yalnız yaşamayı tercih etmişsinizdir.
Özetleyecek olursak, bize sunulan kısa ömürde, çocukluktan çok uzak, ama bilgelikten de bir o kadar uzak bir noktada, tecrübe eksikliğinizi bilgi ve birikimlerinizle tamamlamaya çalışarak geçirmek zorunda olduğunuz önemli bir dönem.
Bu güzel ve genç yaşın en büyük dezavantajı, tecrübenin sihirli bir kelime olarak algılanması. Her şeyi yapıyorsunuz ediyorsunuz, gözlemliyorsunuz ama tecrübe etmemişsiniz veya etmişsiniz ama yeterince değil. Bazı püf noktalarını içgüdülerinize yerleştirememişsiniz.
Bir işin teorisini iyi biliyorsunuz ama, pratiğe gelince abla ya da abi dediğiniz birileri geliyor, çabanızı taktir ediyor ama, kendi tecrübelerini size empoze ediyor. O kişiler haklı. Sizin tecrübeniz yok, fikirlerinizi test etmemişsiniz. Daha çok yolunuz var demektir.
Yukarıda da söylediğim gibi, her çocuk büyümeyi iple çeker. Büyümeye büyür de, onun için tatmin edici olmaz. Bir bakar ki önünde bir engel daha var. O büyük engelin adı TECRÜBE…
Yani 18’ine gelmiş rüştünü ispatlamış, bunların hepsi hikâye. Askerlik bitmiş, çocuklarınız da olmuştur belki. Buna rağmen 40 yaşlarındaki birisinin konuşmalarını dinlemek zorunda kalıyorsunuz. Siz kırka gelseniz bile o kişiler yetmişe geliyorlar örneğin. Şöyle de söyleyebiliriz. Kaç yaşına gelmişsek gelelim, mutlaka çevremizde bizden daha tecrübeli insanlar bulunacaktır bu kesin.
25-35 yaş dedik ya, oradan devam edelim. Bu dönem insanoğlunun son yılları gibi hızlı geçer. Ne olacaksanız bu yaşlarda olursunuz. Çok sıkıntılı dönemdir, çok çalışmak ve özveri ister. Bu dönem tecrübenin en aşağılarda, merakın ise en yüksekte olduğu en yetişkin zamandır. Bu yaşlarda aşık olunur mu, olunmaz mı onu bilmiyorum. Çok az tecrübeye sahip olan bu dönemin insanlarının tecrübelerine dayanarak toplumu etkilediklerine hiç tanık olmadım. Sadece bir doktoru genç-yaşlı herkes dinliyordu. Sonradan anladım ki, kendi branşında ki ilaçların kullanım şekillerini sunuyormuş.
Bir gerçeğin de altını çizmeden geçemem; Yaşayan herkesin yaşıyla mütenasip tecrübe kazandığını söylememiz oldukça zor. Sandalyede oturarak yaşlanan o kadar çok insan var ki. Tecrübe oturarak değil, içgüdülerimize bazı şeyleri salgılamakla olur. Az tecrübeli olduğunu söylediğimiz dönem (25-35) hem tecrübeden yana fukaradır ve hem de söylenenler batar. Tecrübesizlik yarası işte bu yıllarda insanları yakar.
Demek oluyor ki, yaşlanmak hep dezavantaj değildir, avantajlı yönleri de bulunmaktadır. Örneğin, birilerine “Ben sizin yaşınızı yaşadım ama siz benim yaşımı henüz yaşamadınız” diyebiliyorum. Havayı yumuşatmak için “Tabi ki yaşayacaksınız ve daha da fazlasını” diyerek onları açıktan motive etmeyi de unutmuyorum.
Çevremize şöyle bir bakacağız ve ak saçlı insanlar varsa derin bir oh çekip onların yanında yerimizi alacağız. Hem yaşadığımıza şükredeceğiz ve hem de tecrübe kazanacağımız birileri var diye sevineceğiz. Mademki yaşlılık güzel, yaşlılar neden gençleşmeye çalışıyor bunu da anlamak mümkün değil.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Müslüm Gürses’i Özledim
‘Yüce Dağda kar olsaydım’ı söylerdi ki, simsiyah duvar olasınız gelir… Bir ah Hüseyin’i söylerdi ki, kendinizi Kerbela’da sanırsınız. Bir senden vazgeçmemi söylerdi ki, dolunayı parçalayasınız gelir… Bir Haydar Haydar’ı söylerdi ki, kendinizi semalarda sanırdınız…
Bir ‘Tanrı İstemezse’yi söylerdi ki, kuşlar tüylerini döküyor sanırsınız… Bir itirazım varı söylerdi ki, sanırsınız yaradan üzülecek… Bir Olmadı Yar’ı söylerdi ki, kendinizi jiletlemeyi düşünürdünüz.
Bir “Paramparça’yı söylerdi ki, paramparça olacağınızı düşünürdünüz… Bir çiğköfte yerdi ki, sanırsınız kıtlıktan çıkmış… Bir rakı içerdi ki, sanırsınız dört kişinin yerine içiyor. O dostumdu, O’nu gerçekten çok özlüyorum. Rahat uyu Müslüm, mekânın cennettir inşallah…
Günün Sözü
Düşünmeden Öğrenmek Öğrenmeden Düşünmek Tehlikelidir!
Öcal’dan İnciler
Güzel Çocuk Tektir, Tüm Anneler Ona Sahiptir!