Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Referanduma üç ay kaldı, herkes konuşuyor, ikiye ayrıldı insanlar “evet”çiler “hayır”cılar diye. Evet de diyebiliriz Hayır da diyebiliriz ancak birbirimize hakaret etmeden, tahammül etmek zorundayız. Birileri çıkıyor, resmini gördünüz padişah torunlarından biri. Hiç derdim değil kim olduğu ama resmi görünce vay be dedim. Modern, havalı, kendinden emin üstelik zengin. Parlamenter sistemden şikâyeti varmış? Canına yetmişmiş! Valla yorum yok. Söylenecek bir şeyde! Yani herkes vicdanı ile baş başa kalacak eninde sonunda. Bu yüzden dikkatli olmak gerekiyor konuşurken diye düşünüyorum. Ve keşke artık birileri çıkıp bu seçim değil bir referandumdur desin ve anlatsın içeriğini şöyle tane tane herkes anlasın.
& & & & &
Ve tecavüz olayları vahşet boyuta ulaştı sevgili ülkemizde ama hiç yokmuş gibi davranıyoruz. Gözlerimiz vicdanımız kapalı sanki…
Saniye başı birileri birilerini taciz ediyor, çoluk çocuğa hatta bebeklere tecavüz ediliyor. Ama bu vahşete dur diyecek nerede? Kadınlarımız ve siyasilerimiz politikayla ve siyasetle bu kadar uğraşırken keşke çocuklarla ve çocuk tacizcileri ile de azıcık uğraşsalar. Ve empati yapabilseler…
& & & & &
Ve sevgili okuyucularım ‘Mutlu Güney’, ‘Acı Deniz’ Ziya Ünsel’in iki kitabı. 1941 yılındaki İskenderun ve Hatay’ı anlatan. Tavsiye diyorum İskenderun’un o günlerini bir gezgin gibi kaleme almış rahmetli Ziya Ünsel. Ancak bu kitaplarında Hatay’ın siyasi durumuna hiç değinmemiş! Yalnızca izlemiş, gezmiş ve yazmış. Belki de böylesi daha iyi olmuş. Ancak her şey gördüğü gibi gülük gülistanlık değildi aslında kendi araştırmalarımdan anladığım kadarı ile. Ziya Ünsel bardağın görünen tarafını yazmış. Bendenizin beklentileri çok olduğundan azıcık düş kırıklığına uğradım tabi. Ancak yine de bir gezgin gibi anlattığı yerler, mekanlar çok dikkatimi çekti ve İskenderunluların, 1941 yıllarındaki İskenderun nasılmış diye merak edenlerin bu kitapları okumalarını öneriyorum.
Ve Kemal Düz’ün “Bir Başka Dünya Hatay” kitabını çok beğendim, öneriyorum. Muhakkak okuyun sevgili okuyucularım. Ve Musa Artar ve Müslüm Kabadayı’nın kitaplarını da çok beğendim. Tatilde çocuklara ve büyüklere tavsiye ediyorum.
Ve sevgili okuyucularım elimde bir dolu kitap var, hem okuyorum, hem yazıyorum, hem dağıtıyorum sokağımızdaki okumayı seven çocuklara ve büyüklere… Sizde kendi sokağınızda bunu yaparsanız inanın çok güzel bir şey yapmış olursunuz. Çünkü bizler ne yazık ki bu gidişle okumayı unutacağa benziyoruz. Çok az okuyan bir millet olduk. Okumadan, öğrenmeden konuşan ve hep konuşan…
Ve şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım, ayrımsız gayrımsız hep birlikte her zaman. Yase
& & & & &
Ve Ziya Ünsel’in “Acı Deniz” kitabından bir şiir
Denizde Günah İşlemişiz
Bir sabah denizin dayanılmaz maviliğindeyiz,
Sular bile soyunuk temiz.
Nimfo çığlıklarıyla bir masal dünyası ötemiz.
Engine avere açıldığımız o gün
Sandal küpeştelerinden denize atlamışız
Sandal küpeştelerine asılı yorgun
Aynı halkada ellerimiz
Islak omuz başlarında tuzlu öpüşler,
Ve denizin örtüsü altında günah işler
Birbirine değen derimiz.
Balıklar kadar nazlı,
Balıklar kadar masum
O gün denizde günah işlemişiz.
& & & & &
Gerçek Sevgi
“-Bebeğimi görebilir miyim?”
Kucağına yumuşak bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağı açtı ve şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu! Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını döndü ve camdan bakmaya başladı.
Bebeğin kulakları yoktu… Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği, sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı. Aradan yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula başladı. Bir gün okul dönüşü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı. Hıçkırıyordu. Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı; ağlayarak:
“Büyük bir çocuk bana ucube dedi.” Küçük çocuk bu kadersizliğiyle büyüdü. Arkadaşları tarafından seviliyordu ve oldukça da başarılı bir öğrenciydi. Sınıf başkanı bile olabilirdi eğer insanların arasına karışmış olsaydı. Annesi, her zaman ona “Genç insanların arasına karışmalısın” diyordu, ancak aynı zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu. Delikanlının babası, aile doktoru ile oğlunun sorunu ile ilgili görüştü;
“Hiçbir şey yapılamaz mı?” diye sordu. Doktor; “Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir” dedi. Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı. iki yıl geçti bir gün babası:
“Hastaneye gidiyorsun oğlum, annen ve ben, sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır” dedi. Operasyon çok başarılı geçti ve adeta yeni bir insan yaratıldı. Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu. Yıllar geçti, bu gün babasına gidip sordu:
“Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbir şey yapamadım.” Bir şey yapabileceğini sanmıyorum” dedi babası, “fakat anlaşma kesin, şu anda öğrenemezsin, henüz değil.” Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi.
Hayatının en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu. Babası yavaşça annesinin başına elini uzattı; kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru itti. Annesinin kulakları yoktu. “Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu” diye fısıldadı babası. “ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi?”
Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir, ancak kalptedir! Gerçek mutluluk, gördüğün şeyde değil, asıl görünmeyen yerdedir. Gerçek sevgi, yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir!
Günün Şiiri
Falanga
çıkarın rüzgarın kelepçesini
size soracak sonra yıldızlar
dağlar koşacak denize doğru
günler ise özgürlüğe doğru
çıkarın rüzgarın kelepçesini.
çıkarın sözün ağzından kilidi
size soracak sonra geleceğimiz
evlere giden kanlı giysilerle
baharda açan kardeşim gelincik
çıkarın sözün ağzından kilidi.
çıkarın ışıkların peçesini
hapishanelerin taş avluları
ve mezarlarda dolaşan analar
şarkılarımızın ecılı ezgileri
çıkarın ışıkların peçesini.
birlikte yürüsün gölgeleri
birlikte yürüsün ölülerimizin.
onu tanımıyordum hiç görmemiştim
sinemanın önünde buluşacaktık
yakasında bir kırmızı karanfil
benim elimde ikiye katlanmış
bir avgi olacak.
buluşma saati geçti
kimse gelmedi.
anlamıştım
sintağma alanına kaçmaya başladım.
peşimdeler.
geceye kadar koştum
koyu bir karanlığın içinde.
barba hristos’un anlattıkları
hep aklımdaydı, eski kapetan.
bir gün başkaları da bizi anlatacak
hazır olalım sözlerin
pas tutmayanı için
çamura bulanmamış çığlıklara.
adımız buydu diyelim
yerimiz buydu, işte tarih
ölü ellerle değil
sevgiyle yarattığımız
işte gökyüzü
adımız buydubir aşk adı
rüzgarımız denize doğru
ak köpüklü denize
eşitliğin barışın kardeşliğin
yeleleri terli kanatlı atına.
ak köpüklü denize.
poseidon’ un altın arabasıyla
dolaşmaya.
“günlerce dolaştılar ormanlarda
ve korularda ve pınar başlarında
ve bütün ırmakların kıyılarında
onu aradılar, artemisi.
sonunda bir denizde yıkanırken
buldular, artemis başladı kaçmaya
o kaçtı, onlar kovaladı, o kaçtı
naksos adasına vardılar.
orada artemis ansızın yok oldu
yerini sütbeyaz bir dişi geyik aldı.
iki kardeş artemisi unutup, geyiği kovalamaya
başladı bu kez, birbirlerinden ayrıldılar
ağaçların arasındaydılar.
bir süre sonra otos geyiği gördü
ephialtes de görmüştü.
tam ortalarındaydı geyik.
birden mızraklarını savurdular.
o anda geyik kayboldu gitti.
otos’un mızrağı ephialtes’e
ephialtes’in mızrağı otos’a.
öldüler.
poseidon’un oğullarıydılar.”
Behçet AYSAN
Günün Sözü
Büyük insanlar şu dünyada büyük acılar çekmek zorundadırlar.
Dostoyevski