Azıcık Empati

0
90

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah?  Komşumuz Suriye’deki korkunç  ötesi durum hepimizi derinden yaralıyor. Gün geçmiyor ki yeni, yeni şeyler duymayalım, yaşamayalım en son duyduğum bazı semtlerde ateşkes ilan edildiği  yönündeydi. Bu yazı yazılırken hala devam ediyor ve başka yerlerde de ateşkes sağlanmış olsun diliyorum.

Sokaklarda, sahilde, otobüslerde, dolmuşlarda yerli halktan çok Suriyeli var. Her yerde çalışıyorlar. Empati yapmaya çalışıyorum ve herkesin empati yapması lazım dememe rağmen gerçekten insan başına gelmeden bazı şeyleri anlayamıyor olabilir diye de düşünmeden yapmıyorum.  Ama yinede bazı şeyler yaşanmadan da anlaşılabilecek kadar çarpıcıdır. Dün yürüyüşten dönerken fırından ekmek almak için eve yakın olan fırıncıya uğradım. Köşe başında dört çocuklu bir aile duruyordu. Giyimleri görünüşleri görmüş geçirmiş olduklarını yansıtıyordu. Anne ile baba o kadar endişeli konuşuyorlardı ki yanlarından geçtiğimin ayrımında olmadılar bile Arapça konuşuyorlardı. Yanlarından geçerken başımı önüme eğdim endişelerinin ağırlığını üzerimde algılayarak. Çocuklar boy sırasına göre duvara dayanmış onların kararını bekliyor. Ağızlarından, çıt çıkarmadan…

“Yangından kurtulduk ama şimdi ne yapacağız?” der gibiydiler. Bendenizde ne yapacağımı bilemedim onlara da ekmek alsam mı, kabul ederler mi onları incitmiş olur muyum?  Bilemedim. Yoksul gibi değillerdi. Ama bunu kim bilebilir ki? Ama yinede fırından çıkmak ki ömrümde toplam beş kez geldiğim bu ekmek satan yerden çıkarken görünmek çok ama çok canımı acıttı ağırıma gitti. Belki beni görmemişlerdi bile ama yinede ekmeği arkama saklayarak başım önümde suçlu gibi kafamda bin bir düşünceyle ağırlaşarak oradan uzaklaştım. Bin kez dönmeyi düşündüm ama ne diyecektim ki? Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki komşumuzdaki yangın hepimizi kavuruyor. Kaygımız büyüyüp katmerleşiyor. Lokmalar boğazımıza dizliyor. Ve hepimiz düşünmeliyiz ki onların yerinde bizde olabilirdik. Bize ne yapılmasını istiyor isek o durumda bizde onlara yapmalıyız. Ve onları bu duruma düşürenleri  insanlık affetmeyecek, tarih affetmeyecek, Allah affetmeyecek. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte. Yase

& & & & &

Bir Bardak Sütün Hatırına

Howard, yoksul bir ailenin çocuğuydu ve okul giderlerini karşılamak için kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu. O gün hiçbir şey satamamıştı, karnı da çok açtı. Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan yiyecek bir şeyler istemeye karar verdi. Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı. Yiyecek bir şeyler yerine: “Affedersiniz, bir bardak su rica edebilir miyim?” diyebildi yalnızca. Genç bayan çocuğun aç olabileceğini düşünerek kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra “Çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?” diye sordu genç bayana.

Genç bayan: “Borcunuz yok” diyerek yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti: “Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini beklememizi öğretti bize” dedi. Çocuk: “O halde çok teşekkürler, yürekten teşekkür ederim size” dedi.

Howard Kelly evin önünden ayrıldığı zaman kendisini yalnızca bedensel olarak değil, ruhsal olarak da güçlü hissediyordu.

Yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar çaresiz kalınca hastalığıyla ilgili araştırmalar yapılması için onu büyük bir kente gönderdiler. Dr. Kelly konsültasyon yapması için çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını kurtarmak için elinden geleni yaptı. Uzun süren tedaviden sonra bayan sağlığına kavuştu. Dr. Kelly denetlemesi için önüne getirilen faturaya şöyle bir baktı ve üstüne bir şeyler yazarak zarfın içine koyup hasta bayanın odasına gönderdi. Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline. Açmaya korkuyordu. Hastane faturasını asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu. Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş bir not dikkatini çekti. Kağıtta şunlar yazılıydı: “Hastane giderlerinin tamamı bir bardak süt karşılığı ödenmiştir.”

Şubat Güneşi

Annesi son nefesinde, “lütfen tatlım güneş gibi olduğunu unutma sevdiklerin sana ihtiyacı var. Şimdi önünde bulutlar var biliyorum ama lütfen onları uzaklaştır, sen güçlüsün, sen benim küçük kızımsın. Keşke seni böyle bırakmak zorunda olmasaydım. Ama gitmek zorundayım sende güçlü olmak zorundasın bebeğim. Lütfen kendini bırakmayacağına okulunu bitireceğine söz ver. Ancak bunları bilirsem rahat öleceğim” demişti.

Aslında Zeynep avaz, avaz ağlamak istiyordu, güçlü olmak istemiyordu, hatta gölgelere karışıp yok olmak istiyordu. Fakat ne yazık ki bunları yapamazdı. “Anneciğim beni düşünme inan ki sandığından da güçlüyüm. Okulu da bitireceğim” demişti. O son gün son dakikalarında. Sanki her zamanki olağan konuşmalarını yapıyor gibiydiler. Oysa annesi son nefesini vermek üzereydi. Zeynep’in kollarında. Bir an gözlerini kapatmış sonra tekrar açmış kızına bakarak gülümsemişti sonra tekrar kapatmıştı. Kuruyan dudaklarından zorla şu sözcükler dökülmüştü. “Korkma kızım, sakın korkma.”

“Affet beni” demişti Zeynep. Duymadığını sanmıştı. Ama duymuştu. Son bir gayretle başını sallamıştı. Zeynep kollarının arasında yatan annesinin önce yüzünün sonra dudaklarının, önce morarmasını sonra, beyaza dönmesini, sonrada uyuyormuş gibi rahatlamasını gevşemesini izlemişti. Ancak neden sonra kalkıp doktoru aramıştı. Beş dakika kadar sonra doktor yanındaydı. Kız öylece duruyordu annesinin başında. Yaşlar sessizce dökülüyordu gözlerinden.

“Sen güçlü bir kızsın, bunun olacağını da biliyordun, lütfen sakin ol. Panik yapma olur mu?” demişti doktor raporunu yazarken. Zeynep çok kızmıştı adama, “Sanki panik yapan varmış?” gibi diye söylenmişti. Her saniye insanların ona sen güçlüsün demelerinden de gına gelmişti. Rahatça ağlayamayacak mıydı? Fakat ağlamadı. Akrabalar, tanıdıklar gelmeden, şefkatle annesinin yüzünü, ellerlini öptü. Sonra kalkıp gözyaşları içinde telaşsız paniksiz yapması gerekenleri yapmıştı. Önceden hiç görmediği bilmediği bir şeydi bu nasıl yapabilmişti kendi de şaşmıştı. Sonra yüzünü beyaz bir tülbentle örtüp yanına oturmuştu.

Gözleri annesinin tülbentin altındaki sevgili yüzünde ne kadar kaldı anımsamıyordu. Birileri onu çekiyordu. Can  “hadi biraz dinlen sonra yine gelirsin” diyordu.

Can, sevgili Can… Onun en büyük dayanağı idi ama Zeynep oradan ayrılmak istemiyordu. Ve kimseyi istemiyordu yanında. Annesi ile en azından bir saat yalnız kalmak istiyordu.  Buna hakkı vardı fakat kimse gitmedi onu yalnız bırakmadılar ne zamanki her şey bitti duyduğu acıdan iki büklüm olarak sustu ve öylece kalakaldı  günlerce, haftalarca, kimseyi görmedi, duymadı, konuşmadı, yemedi, içmedi. “Doktor dokunmayın şok geçiriyor” demişti…

Serum takmışlardı incecik koluna. Can gece gündüz yanından ayrılmamıştı. Yusuf’ta gelmişti Ankara’dan. Biricik  kuzeni sabah odasına girdiğinde kızı yatağa bağdaş kurmuş otururken bulmuştu… Gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu. Delikanlı yavaşça gelip yatağa oturmuş, ağlamasını sonlandırmasını beklemişti. Ancak daha sonra Zeynep Yusuf’un boynuna sarılmış iki çocuk birlikte ağlamışlar gözyaşları birbirine karışmıştı.

Neden sonra Zeynep, ağlamayı kesip gülümseyerek “Acıktım” demişti. “Çok acıktım” Yusuf “Aslanım benim” diye sıçramıştı. “Bende acıktım hadi aşağı inelim ikimiz hazırlayalım” “Ve şimdi dile benden ne dilersen prenses.” Sevinçle dönüp mutfağa koşmuştu. Zeynep ardından geliyordu. “Tanrım şükürler olsun Zeynep döndü” diye adeta zıplamıştı. Suları sıçratarak çaydanlığı devirerek… Ocağa koyabilmişti ancak.  Sonrada hemen Can’ı arayıp müjdeyi vermişti. “Bu ne gürültü ya iyi ki acıktım” Zeynep mutfağın kapısına tutunmuş sapsarı bir yüzle gülümsemişti. “Eşyaları devirmeden bir şeyler yapamam. Bilirsin Zeynepçim.” Arkası Yarın

Günün Şiir

Dağlar’da Ağlar

Sıra sıra dağlar.
Uzanmış…
Bulutların altında. sessizce ağlar…
Belli ki. bugün
Bu görkemli sarayda
Matem var…

Şimşekler çakıyor.!
Bulutlar çığlık çığlığa…

Her can sinmiş bir köşeye.
Halleri, korku dolu gözleri
Yürek dağlar…

Hani nerde…?
Geceye hayat veren
Yıldızlar…

Her gece yaşanan
Şatafat ihtişam,
Görkem’de
Nerde..?

Yoksa! boşuna…

Matem marşı çalmaz,
Gece yağan yağmurlar…

Melih BAKİ

Günün Sözü

Kendinizi boş, çaresiz ve yararsız hissediyorsanız kötü… Bu demek oluyor ki, tez elden despot bir yönetimi başınıza efendi olarak getireceksiniz. Akıllı despot bunu bildiği için köleleri arasında yararsızlık ve çaresizlik hissini pekiştirmeye çalışır.

Frank Herbert

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here