Günaydın sevgili okuyucularım nalsısınız bu sabah? İskenderun’da seçimler zorlu geçecek gibi görünüyor! Çünkü adaylar sağlam. Eğer İskenderun halkı parti gözetmese Sayın Seyfi Dingil başta götürür diye düşünüyorum. Hoş parti gözetse de İskenderun halkı yine Seyfi Dingil aradan çıkıp başta götürecek seçimi çünkü oy birliği ile seçilmiş üzerinde polemik yapılmamış, kimsenin itirazı olmayan her kesimden sevilen bir insan. Ve partinin oy potansiyeli belli. Bir iki oynama yapabilirsi de önemli olmaz İbrahim Gül de onun gibi üzerinde hiç polemik yapılmamış bir aday ve geçen seçimlerden itibaren alt yapısını güçlendirmiş genç bir arkadaş. O da çeşitli kesimlerden destek görüyor. Seviliyor. Sayın Yusuf Civelek ise yine üzerinde hiç polemik yapılmadan atanmış bir aday olmasına rağmen parti içindeki adını bir türlü koyamadığım kavga gürültülerden yakasını kurtaramamış, buna rağmen duruşunu hiç bozmamış İskenderun’a yıllarca yapılamayanları beş yıl içinde yapmış, havadan cıvadan nem almadan çalışmış bir başkan.
Ve başkan adayı, yani denenmiş. Ve bence sınıfını geçmiş bir aday olmasına rağmen parti içi huzursuzluklarından oyları diğer partilerce bölünme tehlikesi yaşıyor. Ona muhalif olanlar Ercüment Kimyon’a oy verebilirler diye düşünüyorum. Ancak ona verilen oylar seçilmesine yetmeyecektir büyük olasılıkla ama Yusuf beyden alınmış olacağından sayın Dingil’in işine yarayacaktır bunu hiç bir şey bilmeyenler bile bilebilir. Sayın Kimyon bilmiyor olabilir mi hiç sanmıyorum. Üstelik onun hayalci olduğunu da sanmıyorum. Ancak son dakika gelişmeleri olabilir her zaman. Benim yüreğimden geçen adayı soruyorsanız. Kafamdaki adayı daha bulamadım derim. Çünkü ben mükemmelli isterim ve gerçek hayalci aslında bendenizim bunu da çok iyi bilirim. Ve iyi olan kazansın diyorum sağlık ve sevgiyle kalalım şimdilik sevgili okuyucularım hep birlikte her zaman ön yargılardan uzak. Vicdanı hür olarak… Yase
Şubat Güneşi
Saatlerce, deniz kenarında dolaşmış, kendini avutmağa çalışmış, boş gözlerle taş sektirmişti durgun suda bir ara sükûnetini kaybedip çıldıracağını sanmış avazı çıktığı kadar “Hayır, izin vermeyeceğim gidemez, gidemez” diye bağırmış sesi kayalara çarparak kendine dönmüştü. Etrafta kimse yoktu hava kızın çığlığından kararmıştı, gök kızarmıştı utancından. Deniz susmuştu çaresizliğinden…
Evet, çaresizlik en baskın duyguydu! Daha sonra, çeşitli doktorlar, tahliller, adını anımsayamayacağı yeni duyduğu bir yığın şeyler ve sonuç hep aynı! Her şey yerli yerinde… Bir şey yok. “Peki, ben neden böyleyim? Sağlam gideceğim herhalde diğer tarafa” diye şaka yapıyordu Can. Ancak şikâyetleri gittikçe artarak devam ediyordu. Sürekli düşüyordu işe giderken arabasını ise hiç kullanamaz olmuştu. Hızla kilo kaybediyordu. Zeynep gerçeği kimseyle paylaşmamıştı. Üstelik doktorun söylediği sözler aklından çıkmıyordu “sen söyledin öleceğini ben değil” Ölecek demek ha bir ayak ağrısı kimseyi öldürmez ki ama ölecek işte. Hatta başladı bile! Diye, diye kedini yiyip bitiriyordu. Can’dan bile daha çok ağrı çekiyordu. Ve bunu paylaşacak kimse yoktu yanında. Yusuf Ankara’da okuyordu. Ancak fırsat buldukça İstanbul’a gelebiliyordu. Bu yüzden Zeynep kendini daha çok yalnız ve kimsesiz algılıyordu.
Sonunda Ankara’ya gittiler ve olan oldu. Nöroloji profesörü Zeynep’in arkadaşının babasıydı. Ve çok dobra bir adamdı. “20 binde bir görünen bir vaka karşısındayız ne yazık” demişti. Can’ın yüzüne karşı… “Yapılacak bir şey yok” hastalığın adı ALS “Bu da ne?” demişlerdi ilk kez duyuyorlardı böyle bir hastalık adı! Can Zeynep’e “Sen biliyor musun?” diye sorar gibi bakmıştı. Zeynep başını sallamıştı “bilmiyorum” anlamında. “Yani” diye devam etmişti profesör anlatmaya “Amiyotrofik lateral skleroz, ilerleyici bir sinir sistemi hastalığı. Hastalık motor sinirleri etkiler. Motor sinirler beyinden omuriliğe, oradan kaslara giderek hareketlerimizi düzenler. Bu hastalık motor sinirleri etkileyerek kas hareketlerine engel olur. Hastalığın ileri evrelerinde felç gelişir. Buna karşılık genellikle akli yetenekler etkilenmez. Hastalığın adının anlamı omurilikte kasları besleyen yan (lateral) taraftaki sinirlerin zarar görmesiyle kasların beslenememesi ve katılaşmasıdır. Ve karşımızdaki tablo ne yazık ki bu”
Zeynep ile Can yan yana oturuyorlardı profesörün karşısında. Diğer koltukta ise Can’ın babası. Hepsi duyduklarından şoka uğramış, dehşetle duyduklarını anlamaya çalışıyorlardı. “İyileşme olanağı yok mu?” diye bağırmıştı Zeynep ağzı dili kurumuş sözler ağzından toparlanarak çıkmıştı. Can duyduklarının yorumunu bile yapamayacak kadar şaşkındı.
“Çok üzgünüm elimizden ne yazık ki bir şey gelmiyor. Tıp buna daha çare bulamadı. Ancak hastayı şikâyetlerine göre rahatlatabiliriz şimdilik.”
Zeynep “Can temiz havada dolaşır, kötü hiçbir alışkanlığı yok. Sportmen bir insan bu hastalık neden Can’ı buldu?” diye inlemişti.
“Zeynep’çim bu hastalık genetik değil çok belirgin bir nedeni de yok ancak yoğun kimyasallarla temas hastalığı tetikleyebilir diye düşünülüyor. Ancak neden ne olursa olsun hastalık Can’ı bulmuş çok üzgünüm ve ne yazık ki yapılacak bir şey yok. Metin olmalısınız. Yalnızca vitamin verebilirim” demişti profesör gizleyemediği bir üzüntüyle. Odadan çıkarken; “Gördün mü Zeynep, ne özel bir adammışım. Ancak yirmi binde bir olan bir vaka beni buldu. Eh artık bana da bu yakışır doğrusu” demişti. Gözpınarında akmadan duran bir damla yaşla.
“O kadar sevinme bakalım, belki sandığın kadar özel değilsindir beyefendi. Büyük ihtimalle yanılıyorlardır bence” diye yanıt vermişti. Kulağına bile yabancı gelen bir sesle Zeynep. “İşte kaderimiz bu ne yapalım? Ne oldu benim güçlü sevgilime, hadi ama ben iyiyim asma suratını elimizde daha birkaç ay var” demişti dönüş yolunda. Ve hemen ilave etmişti. “Şubat güneşim beni ısıtmaktan vaz mı geçiyor yoksa?”
Bademcik ameliyatında ilk annesi söylemişti ona “Şubat güneşim” diye. Zeynep, narkozun etkisinden çıkar çıkmaz, annesine gülümsemişti. İşte ilk o an Şubat Güneşim doğdu yeniden demişti annesi. “Bir parlar her tarafı ısıtır sonrada kara bir bulutun ardına gizlenir. Fakat hiç nazlanmaz, sürekli bulutla kavgalıdır parlamak için. İşte benim kızım bu!!” Çok hoşuna gitmişti bu benzetme, fakat sonra gelişen olaylar onu zorla Şubat Güneşi yapmıştı.
Günün Şiiri
ANNE
Bütün bir hafta, aralıksız
Annemin görüntüsü geçti gözlerimden
Kolunda ağır çamaşır sepeti
Çatı katına tırmanırken
Ve ben yaramaz, delişmen çocuk
Bağırır, tepinirdim yerimde
Bıraksın da koca sepeti
Çatıya beni taşısın diye
O, söylenmeden, bana bakmadan
Çıkar, sererdi çamaşırları
Göz kamaştıran aklıkta çamaşırlar
Sallanır, döner, hışırdarlardı.
Ağlamak için çok geç şimdi;
Annemi uçuşan kır saçlarıyla
Görüyorum gökyüzü sonsuzluğunda
Göğün suyuna katarken çivitini…
Attila JÒZSEF-Çeviren: Ataol BEHRAMOĞLU
Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil;
Erdiğim sırları söylemek elimde değil;
Aklım düşüncenin derin denizlerinden
Bir inci çıkardı ki delmek elimde değil.
Gören göze güzel, çirkin hepsi bir;
Aşıklara cennet, cehennem, hepsi bir;
Ermiş ha çul giymiş, ha atlas;
Yün yastık, taş yastık, seven başa hepsi bir.
Ömer HAYYAM
Günün Fıkrası
İtiraf
Ferit ölüm döşeğindedir. Karısı Cavidan da bu son anlarında onun yanındadır ve çok üzgündür. Kocasının elini tutar ve gözlerinden yaşlar boşanır. Ferit son gücüyle fısıldar: “Cavidan!” Cavidan yaşlı gözlerle; “sus sevgilim!” der. Ferit; “Cavidan sana itiraf etmem gereken bir şey var” der. Cavidan; “Kendini yorma sevgilim. İtiraf edecek hiçbir şey yok!” der. Ferit ısrarla; “Hayır var! Huzur içinde ölmek istiyorum” der. Cavidan susar ve dinler. Ferit devam eder; “Kız kardeşinle yattım. En iyi arkadaşın ve annenle de yattım” der. Cavidan sükuneti bozmadan ve kocasının elini bırakmadan cevaplar; “Biliyorum sevgilim. Seni o yüzden zehirledim zaten”
Günün Sözü
Sen anılması güzel olan söz ol. Çünkü insan, kendisi hakkında söylenilen güzel sözlerden ibarettir.
Mevlâna Celâleddin-i Rûmî