Değerli okurlarım, sanat yazılarımda nedense sık-sık “ölümden” söz etmeye başladım. Bizim kuşağın arada bir fire vermesinden mi, sağlık sorunlarımın gündem oluşturmasından mı? Bundan pek emin değilim ama yine de ölüm denen o ilahi emri ya da sonsuz ayrılığı yazmam gerektiğine inanıyorum.
Ölüm, mutlaka hiçbir faninin kısa sürede istediği ve kapısını açık tuttuğu bir hadise değildir. Sanırım yaşamayı çok arzu ediyoruz da ondandır. Sağlıklı ve uzun yaşamayı kim arzu etmez ki? Bizlerin, Yaradan’a yakarırken bile, “Beni Ölümsüz Kıl” diyebilme lüksümüz ya da şansımız var mıdır sizce? Fakat sağlıklı bir uzun ömür dilememizin bir sakıncası da yoktur.
İnsanları ürküten, korkutan, daha doğrusu bizlere ifade ettiği şey, bilmesek de ayrılıktır. Düşünün ki, çok sevdiğiniz birini ellerinizle toprağa veriyorsunuz, o andan itibaren anıların dışında o kişiyi görebilme lüksünüz, şansınız yok. Ölümle gelen ayrılık bizim ikinci temel hissimizdir. Birincisi de, ölümlerden ölüm beğen derler ya, onun gibi bir şey.
Bunun da adı: Kişinin Kendini Değersiz Bulması! Bu duyguyu düne kadar bilmiyordum. Yakından tanıdığım birinin kendini değersiz (Bir işe yaramaz) bulması sonucu, sık-sık bunalım yaşaması, çöl fırtınasına kapılmış gibi çaresizliği, bu duygunun çok ürkütücü olduğunu, ölümden de beter olduğunu (Bana göre ) ifade ediyordu.
Ölüm korkusunu istesek de, içimize sindirmeliyiz. Çünkü Ondan kaçış yoktur ve sık-sık söylediğim gibi, öyle bir lüksümüz de bulunmamaktadır. Oysa kabullenme duygusu en büyük fazilettir. Bu duygu, insan olmayı kolaylaştıran, insan olmanın yükünü azaltan, hayatımızı zorlaştıran isyanlardan kurtaran önemli bir yaklaşımdır.
Hayata geldiğimizde, ölüm dediğimiz o ilahi olaya randevu veriyoruz. O randevusuna çok sadıktır, hiç unutmaz. Son nefesimize kadar acılar da bizimle beraber olacaktır. Koşullar ne olursa olsun, acısız yaşam düşünülemez. Yüce Yaradan’a mutlak bağlılığımız bile acılarımızı ortadan kaldırmaz, sıfırlamaz.
Ancak, yaşam dediğimiz o önemli olay acılarla dolu olsa da, hafifletici yönleri de bulunmaktadır. İnsanların bulunduğu konumlarına bakmadan, samimi olarak sevebilmek, yardımcı olabilmek, en önemli bir ibadet olduğu gibi, acıları aza indiren, rahatlatan tarif edilemez yaklaşımdır. Bu konu da, İsa Aleyhisselam; “Elinde Mum Varsa, Şamdana Koy Herkes Aydınlansın” buyurmuşlardır. Bu ulu söz, bütün insanlar ve bütün medeniyetler için geçerlidir.
Hasta ziyaretlerini sevmeyiz ama sevmekte çok büyük faydaları vardır. Herkesin içinde benlik duygusunu göz ardı edemeyiz. Ziyaretler hasta dostumuza moralle birlikte değer verdiğimizi de göstermektedir. İnsanlar kendilerinin değerli olduğuna inanırlarsa, acılar azalır ve yaşamları kolaylaşır. Bizim kuşağa ve tüm insanlara sağlıklı uzun ömürler dilerim.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
Armudun Sapı, Üzümün Çöpü
Değerli okurlarım bütün canlılar belli bir yaşa sahiptir. Biz insanlar doğarken şanssızlık eseri ölmeseydik ve de yaşarken de bir terslik olmadıysa yine de ölümsüz olamayız. Limit 90, azami 100’dür. O kadar yaşayanlara da ne mutlu. Her şey yalan da sadece ölüm gerçek! İnsanlar bunu bildiği ve de inandığı halde, kısacık ömürlerinde ellerinden gelen bütün edepsizliği yaparlar, işte buna inanmak mümkün değil. Yüce Yaradan kullarını biraz arsız yaratmış, nedeni bu olmalı diye düşünüyorum.
Efendim, bu “armudun sapı, üzümün çöpü” nerden kaynaklandı? Bakın size anlatayım. Evlilikten söz etmeye çalışacağım. Evlilik öylesine kutsal bir kurumdur ki; Hafife Alınmaz, Tepeden Bakılmaz, Saygı, Sevgi, Özveri ve de İnce Ayar İster. Bunlardan yoksunsanız ve karşınızdaki de size ayak uyduruyorsa, el ele tutuşup mahkemeye gidersiniz. Bunları bırakalım şimdi! Evlilikte, armudun sapını, üzümün çöpünü düşünenler sanmasınlar ki bu ciddi konuda olgunlaşıp, tecrübe kazanıyorlar. Tam tersine, var olan tecrübeleri de zafiyet göstermektedir.
Özellikle, anneleriyle beraber yaşayanların mutluluğu yakalama olasılıkları oldukça az. Annelerimizi suçlu olarak göstermiyorum. Annelerin özverisi ve de o kişiye sunduğu olağanüstü rahatlıktan söz etmeye çalışıyorum. Çünkü o kişi evlendikten sonra, aynı özveriyi rahatlığı ve belki de fazlasını eşinden isteyecek, bekleyecektir. Bana göre o istekler kopma noktası olacaktır. Bu anlattıklarım cicim aylarından sonra olur.
Belli bir ömre sahip olmamıza rağmen gözümüzü karartıp evlenerek çoluk çocuğa karışıyoruz. Onları anasız babasız bırakma riskini üstleniyoruz, bu bir gerçek. Mutlu olmak kolay mı sanıyorsunuz? Evlenenlerin büyük bölümü belasını buluyor ya da ölümünü istiyor. Mutsuzluğun da, olumlu ya da olumsuz getirisi götürüsü vardır. Mutsuz olanların çoğu ya yazar olur ya şair. Daha çok şair olurlar. Filozof da olurmuş ama Eflatun’dan başka filozof duymadım.
Bildiğiniz gibi, erkekler evleninceye kadar değil de evlendikten sonra geleceklerinden endişe etmeye başlarlar. Hele birde güvenceleri yoksa bu söylediklerimin ışığında sizlere bir örnek sunmak istiyorum; evinize gelen konuklarınıza çerez ikram ediyorsunuz. (fındık, fıstık, badem, leblebi vs.) Dikkat edilecek olursa, öncelikle kaliteli olanlar tüketilir. Daha sonra leblebilere, çekirdeklere sıra gelir. Bunun aksini düşünmek mümkün değildir.
Eğer evlilikte rötar yapmışsanız farklı bir durum olmaz. Ya geriye kalan leblebilerle ya da geriye kalan çekirdeklerle idare etmek durumunda kalır ya da tabakta başka bir şey var mı diye şöyle bir karıştırırsınız, sakın ola ki ne alaka demeyin. Arada bir ucu açılmamış Antep fıstıklarına denk gelebilirsiniz. Bu ucu açılmamış fıstıklar var ya. Herkes ellemiş, azgına götürmüş ama kıramamış, sözde bakir kalmıştır. Ulaşanlarında dişinin gücü yetmemiş ya da diş kırılır korkusuyla bırakılmıştır. İşte o Antep fıstığı lezzetlidir mutlaka ama diş içinde büyük bir risk taşımaktadır.
Yaşı geçmiş bir kız ne kadar güzel olursa olsun, onun bazı şeylerinden şüphe edilir. Aksini kimse iddia etmesin, genel olarak böyledir. Yemezler. Nedense her şeyin en iyisini arıyoruz, bulunca da yetinmiyoruz, daha iyisini bulmaya çalışırken elimizdekini de kaçırıyoruz. Yaşamımızda önümüzden kaç çerez tabağı geçmiştir. Bu duruma ciddi yaklaşırsanız sonu da iyi olur. Fırsat altın tabakta bir kez gelir. Farkında olmazsanız havanızı alırsınız. Bu sözlerde yalan yanlış, hile hurda yoktur. Dinlemenizi öneririm.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Birlikte Uyumak mı?
Anladığınızı biliyorum ya, yine de söylemekte yarar görüyorum. Zaten bunun saklanacak tarafı yok, gün gibi aşikâr. Kadınlarla birlikte uyumak, erkeklerin büyük bölümünün genç yaşta terki dünya etmelerine neden oluyor. Bu hadise çabucak olmasa bile, sporcuların kondisyonlarını 90 dakikaya yayması gibi, yıllara yayılıyor. Ellisinden erkeklerin çoğu ömür tüketiyorlar yani yaşamıyorlar.
Bu yaşam biçimi eskiden daha büyük boyuttaydı. Teknolojinin sıfır çektiği dönemde, mum ya da gaz lambasında fazla oturulamayacağı için, erken yatağa giriliyor ve tahmin ettiğiniz gibi düzinelerle çocuk sahibi olunuyordu. Şimdi durum biraz farklı! TV’lerde diziler var, futbol maçları oynanıyor, derken gece yarısını deviriyorsunuz, bu şekilde de bazı erkekler direkten dönüyor. Öyle bile olsa, birkaç saat beraber yatmak bile, beyin ve düşünme gücünü olumsuz etkilediği gibi, stres hormonlarını tetikliyor. Onlara ne güç vermişsin Ya Rabbi!
Günün Sözü
Şiddet ve Hiddet Acizliktir
Öcal’dan İnciler
Gücün Varsa Bağışlayıcı Ol!