Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Hepimiz çok zaman kendi hayatımızı yaşamadığımızdan şikâyet ederiz. Oysa yaşadığımız hayat, yaşamayı düşündüğümüz hayat değilse bile bize biçilen hayattır. Ve yaşıyorsak onu, istemeden olsa da… Kabul etmek zorundayız diye düşünüyorum bu sabah gözümü açtığımdan beri güne. Neden mi? Çünkü aynı çemberin içinde döne, döne yorulan arkadaşımın değişiklik özlemelerinden yoruldum.
Değiştiremiyorsan hayatını sen değişmek zorundasın ki onu en azından rahat yaşayabilesin. Yoksa aynı çemberde dön dur durmaları hem seni hem de seninle yaşayanları canından bezdirir. Demek istediğim şey bükemediğin eli öpmek değil asla ve katha. Bükemiyorsan bükülme ama kabul et ve kabul etmek zorunda kaldığın hayatı kendi ruhunla zenginleştir. Yoksa özlediğin hayat bile olsa yaşadığın ruhunla zenginleşmiyorsa yine arayış içindesin hiç bir zaman bulamayacağın şeyleri.
Bu umutsuz çırpınışları içimi acıttı aslında. Ve kızdım “değiştir, at geçmişini yeniden başla” dedim. Ama yok o cesaret. O zaman buyurun dönmeye devam o çemberde. Gerçekten içim acıyor, acıtıyorlar. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte diyorum. Yase
& & & & &
Esrarengiz Ölümler
Güney Afrika’nın Cape Town şehrindeki bir hastanede devamlı esrarengiz ölümler oluyordu. Hemşireler haftalardır üst üste her Cuma günü 311 numaralı yoğun bakım odasına yatırılan hastaları ölü bulmaktaydılar. Bu sırlı ölümlere uzun süre açıklama getirilemedi. Herkes meselenin çözülmesi için seferber oldu.
Uzmanlar odanın havasını bakteriyolojik bakımdan kontrol ettiler. Güney Afrika’nın önde gelen bilim adamları ölenlerin aileleriyle üç hafta boyunca görüşmeler yaptılar. Hatta işin içine polis girdi ve akla gelen her ihtimal tek tek değerlendirildi, ancak onların araştırmaları da sonuçsuz kaldı. Ve tabi bu arada 311 numaralı odadaki hastalar sebepsiz ölmeye devam ediyorlardı. Son çare olarak hastaların kaldığı 311 numaralı yoğun bakım odası devamlı gözetim altına alındı ve sonunda odadaki ölümlerin sebebi ortaya çıktı.
Sonuç çok trajikomikti. Cuma sabahı saat 6’da odaları temizleyen temizlikçi kadının, hastanın bağlı bulunduğu solunum cihazının fişini çekerek kendi elektrik süpürgesinin fişini taktığı ve işini bitirince sonra solunum cihazının fişini tekrar yerine takıp gittiği görüldü.
& & & & &
Çatlak Kova
Bir zamanlar efendisinin evine her gün nehirden su taşıyan bir köle vardı. Köle boynunda taşıdığı bir sopanın iki ucuna birer kova asar, bu kovaları nehirden aldığı su ile doldurur ve eve getirirdi. Ancak kovalardan birisi birkaç yerinden delinmiş eski bir kovaydı. Dolayısıyla, nehirde ağzına kadar doldurulan suyun ancak yarısını tutabilirdi eve kadar. Diğeri ise yep yeni ve sağlam bir kovaydı. Suyu hiç sızdırmadan taşırdı. Tam iki yıl bu böylece devam etti. Sucu köle nehirde iki tam kova dolduruyor, efendisinin evine geldiğinde ise geriye sadece bir buçuk kova su kalıyordu. Deliksiz kova bu başarısıyla gurur duyuyor ve “Ben işimi tam görüyorum” diyerek böbürleniyordu. Zavallı delik kova kusurundan dolayı utanıyor ve kendisinden beklenenin sadece yarısını yapabildiği için hep üzülüyordu. İki yıl boyunca deliğinden su sızdırmayı içine sindiremediği için, bir gün dile gelip nehir kenarında sucuya şöyle dedi: “-Ey sucu insan! Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum.”
“-Niye ki?” diye sordu sucu. “-Neden utanıyorsun?” “-İki yıl boyunca, yan tarafımdaki çatlaklar yüzünden sular akıp gitti ve yükümün sadece yarısını efendinin evine götürebildim. Benim kusurum nedeniyle sen de gayretlerinin karşılığını tam alamıyorsun.”
Sucu eski delik kovaya acıdı ve şefkatli bir sesle şöyle dedi: “-Efendinin evine dönerken, yol kenarındaki çiçeklere bir dikkat et istersen.” Gerçekten de, tepeye çıkarken, delik kova yol kenarındaki enfes yaban çiçeklerini gördü ve bu onu birazcık neşelendirdi. Ama yolun sonunda yine kederlendi, çünkü yükünün yarısını yine çatlaklardan akıtmıştı. Bu başarısızlığından ötürü sucudan yine özür diledi. Sucu kovaya şöyle dedi: “-Yolun sadece senin tarafında çiçekler açtığını, diğer tarafında hiç çiçek olmadığını fark etmedin mi? Bu neden böyle biliyor musun? Ben senin delik olduğunu baştan beri biliyordum ve bundan faydalanmak istedim. Senin tarafındaki yol kenarına çiçek tohumları ektim. Ve her gün dereden dönerken onları sen suladın. İki yıl boyunca bu güzel çiçeklerle efendimin masasını süsleyebildiysem, bu senin sayende oldu. Senin sayende, efendimin odası böylesine güzelleşti…
& & & & &
O ADAM
Dün pazardı hava güneşliydi.. Sabah güneşini içeri buyur etmek için balkon kapısını açtım. Sokakta bir kamyon homurdanıp duruyordu. Birileri bağırıyordu “az gel, sağ yap sağa kır, kır” diye. Ne oluyor diye çıktım baktım. Kamyon homur, homur, çamurlu ve yer, yer su birikintileri olan yolda patinaj yaparak ilerlemeye çalışıyor, eskilikten harap, yokuş çıkmış ihtiyarlar gibi nefes nefese soluklanıyor ki bu sokakta çalışma var ve araç trafiğine kapalı hatta bildiğim kadarı ile. Her yer yıkıntı çamur su deryası? Sağlı sollu kum yığınları da yolu iyice daraltmış ve bu kocaman hımbıl araç dönmek için uğraşıyor. Aracın dışındakiler sürekli sürücüye taktik veriyor. Şöyle gel böyle gel diye ve yolu açmaya çalışıyorlar. Onlar uğraşırken, kamyonun kasasında bir adam. Kalınlaşmış ve nasırlaşmış ellerini kasa tahtalarına yaslamış, başında solmuş harap bir bere üzerinde inşaat işçilerinin giydiği kıyafet öylece ayakta duruyor. Ne sokağın durumu ne de kamyonun dönmek için uğraşıları onu ilgilendirmiyor. Ayakta her şeyden habersiz o kadar heybetli duruyordu ki, sanırsınız Hz. Süleyman’ın tahtında oturuyor. Yerdeki insanlar yolundan kaçmak zorunda olan karıncalar.
Ve Hud, Hud kuşu inler cinler periler emrinde! Kamyon dönemiyor durmak zorunda kalıyor. Sürücüsü iniyor, kamyonun homurtuları durunca ve sürücü inince kasadaki adam şaşırıyor ne olduğunu sormak için aşağı doğru eğilip net olarak duyuyorum yukardan. “Ne oldu hayatım” diyor? Dilimi yutacaktım neredeyse? Bir an da bütün sinirlerim gevşedi, üzerime bir rahatlık geldi. Nedensiz mutlu algıladım kendimi? Çünkü bu “hayatım” sözcüğü, öyle laubali ya da değişik bir şekilde söylenmedi. En az benim kardeşime söylediğim kadar ciddi ve içten ve bir o kadar gür bir sesle söylendi ki acayip hoşuma gitti ya… Hiç ummadığım bir anda hiç ummadığım bir şekilde ve utanarak söylüyorum hiç ummadığım birinden –o da neden ki?- bu beklenmedik sözcüğü duymak ben denizi hem şaşırtmış hem de çok neşelendirmişti. Sokakta kıyamet kopuyor, sağ yap kır olmadı azıcık sol yap diyenler, küfürlü konuşanlar ve o adam…
Günün Şiiri
Özgür Birlik
Orman ateşi saçlı karım
Isı şimşeği düşünceli
Kaplan ağzında susamuru bel’li karım
En iri yıldızlar demeti ağızlı kokart ağızlı karım
Ak toprak üzerinde ak sıçan izi dişli karım
Amber dilli perdahlanmış cam dilli
Kesilmiş kurban dilli karım
Gözlerini açıp kapayan bebek dilli
İnanılmaz taş dilli karım
Çocuk elyazısı elifi kirpikli karım
Kırlangıç yuvası kenarı kaşlı
Kışbahçesi tavanı şakaklı arduvaz şakaklı karım
Cambuğusu şakaklı
Şampanya omuzlu karım
Buz altında kalmış yunus başlı çeşme omuzlu karım
Kibrit bilekli
Rastlantı parmaklı kupa beyi parmaklı karım
Kesilmiş saman parmaklı
Zerdeva koltukaltlı karım
Saint-Jean gecesi ve kurtbağrı koltukaltlı karım
Deniz köpüğü ve bölme kollu karım
Değirmen ve buğday karışımı kollu
Füze bacaklı karım
Umutsuzluk ve saat makinesi devinimli karım
Mürver ağacı iliği baldırlı
Baş harf ayaklı karım
Anahtar demeti ayaklı su içen gemi işçisi ayaklı karım
İncili arpa boyunlu karım
Val d’Or boğazı boyunlu
Sel yatağının ta içinde sözleşmek boyunlu karım
Gece göğüslü
Yakut potası göğüslü karım
Çiğ altında gül görüntüsü göğüslü
Günlerin açılan yelpazesi karınlı karım
Dev pençe karınlı
Dikey uçan kuş sırtlı karım
Civa sırtlı
Işık sırtlı karım
Yuvarlanmış dövülmüş taş ve ıslanmış tebeşir enseli
Ve biraz önce içilen bir bardağın düşüşü enseli karım
Tekne kalçalı
Avize ve ok tüyü kalçalı karım
Ak tavuskuşu tüyü sapı kalçalı
Duyulmaz dengeli
Kumtaşı ve amyant kabaetli karım
Kuğu sırtı kabaetli
Bahar kabaetli karım
Glayöl kasıklı
Altın damarı ve ornitorenk kasıklı karım
Yıllanmış bonbon ve yosun kasıklı karım
Ayna kasıklı
Islak gözlü karım
Menekşe zırh takımı ve mıknatıslı iğne gözlü karım
Uçsuz bucaksız çayır gözlü
Hapishanede içilecek su gözlü
Hep balta altında kalan odun gözlü
Su düzeyi gözlü hava toprak ve ateş düzeyi gözlü karım
Andre BRETON-Çeviri: Selahattin HİLÂV
Günün Sözü
Cehalet Tanrının laneti olduğuna göre, bilgi göklere uçabileceğimiz kanatlardır.
W. SHAKESPEARE