Sanat Sayfası
Değerli okurlarım, belli bir kesimden arada bir şu ifadeleri duyarız. Memnun oluruz ya da olmayız ama mutlaka duyarız. O sözler nasıl olmuş da belleklerine yerleşmiş anlamakta güçlü çekiyorum. “Aşk ya da futbol garın mı doyurur…”
Tabi ki konumuz futbol değil ama milyarları peşinden koşturan o spor için de aynı ifadeyi kullanıyorlar, aynı insanlar. Aşkın ne olduğunu bilmeyenler, aşkı yaşamamış olanlar! Aşkın ne olduğunu en son kütükler anlar. Aşkın “a”sı ateştir. Bilene…
Ne mart ayında damlarda dolaşan kediler, ne de tren vagonları gibi ardı ardına sokaklarda dolaşan köpekler bilir aşkı! Aşkın “a”sı ateştir!…
Kızıl aslanın ismini değiştirsen bile, pençesi körelmez! Bir de, ateş, yaktığına sevdalıdır… Gerisi… Yanan odun… Kütük… Dedim ya, en son kütükler anlar aşkın ateş olduğunu. Çeksen gelmez, çıkaramazsın yananı içinden!
Aşkın ilk adımı ateştir ve her adımı… Aşka dokunmak ateşe dokunmaktır. Aşk, sanki ateşin su olanıdır da, içtikçe susatanıdır! Koynunda kor taşımayanın aşk üstüne laf demesi, dilsizin şarkı söylemesi gibidir…
Gerçeğe sevdalansan da ateştir “a”sı aşkın veya sevdan dünyadaki bir hayal olsa da! Fakat “Dünya bedeni” çekemediğinden aşkın yükünü, kimi zaman aşığa “deli” gözüyle bakan avam…
Nefs’atı depreştikçe fırlayan, zırlayan delilereyse “aşık” der! Şah’ı cihan taht’ı dünyadan çalan şirpence, duymadığı bir kere “ah” nidası sevdalanır sevdalıya… Dünyanın en akıllı insanları bile, aşık olduklarında aptallardan farksızdır.
Aşk yaramaz çocuklar gibidir. Ne laftan anlar, ne de sözden! İki kişi birbirine aşık olur, evlenirler ve çoluk çocuğa karışırlar. Buna aşk denilemez. Bunlar Türk filmlerinde olur. Aşkta kavuşmak yoktur, yaşam alt üst olur ve bu nedenle de kimseye tavsiye etmem.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
Gariplerin Ölümü Yürek Dağlar…
Değerli okurlarım, dilediğin kadar zengin ol, sağlıklı ve mutlu ol. Sonunda ölüm vardır ve ondan kaçamayız. Diktatörde, kral da olsan günün birinde emanetçi gelir, emanetini alır, gider. Daha önceleri de söylediğim gibi, onun ne şikesi vardır ne de müsamahası. Öyle şeyler düşünüp de kendimizi avutmayalım.
Bir zamanlar mektuplaşmak vardı ve en önemli iletişim aracıydı. Sözü buraya getirmişken çocukluğumdan kalan bir anımı sunmak istiyorum.
Evin oğlu sekiz aylık asker ve bu arada babası vefat ediyor. Aile şaşkın ve yoksul ve de okuma yazma bilen yok. Mahallenin ileri gelenleri birliğine bir telgrafla durumu bildiriyorlar. Asker izinli olarak geliyor evine girer girmez kızılca kıyamet kopuyor. Ağıtlar yakılıyor, gözyaşları sel olmuş. Gaz lambasının ve gaz ocağının kullanıldığı dönemden söz ediyorum.
Evin anası oğluna yaşlı gözlerle şunları söylüyor. “Oğlum baban öldü, askerliğin bittiğinde bize sen bakacaksın…” Hiç unutmuyorum ifade aynen böyleydi.
Gariplerin ölümü yürek dağlar. Asker olan o genç adamın yerinde kim olmak ister. Zaten babası gündelikçiydi ve i,ş bulup çalışırsa ekmeğini kazanacaktı. O zamanlar teknoloji de, yoksulluk da insanlarda derin yaralar açıyordu.
Birçoklarımızın evlerimizden ayrılışları değişik olabilir. Tahsil için, iş bulmak, askerlik, sağlık sorunları, ekmeğini gurbette aramak gibi, baba ocağından ayrıldığımız olmuştur. Gurbete çıkanlar için yapılan dualar, kova ile su dökmeler ve evin oğlu gidinceye kadar gözyaşlarını göstermeyip dik durmaya analar babalar ve de kardeşler, yavuklular vardır.
Sallanan mendiller, eller, dualar, ter kokan sekiz köşeli şapkalar vardır. Yuvaya dönenlere hasretle sarılmalar, yatağına özlem duymak, doğup büyüdüğü mekânla hasret gidermek, anasının yaptığı biberli kemmunlu aşı özlemek, amelelikle ekmeğini kazanmaya çalışan babanın nasırlı ellerini saygıyla öpmek vardır.
Ayrılıklar da çeşitlidir. Evinden sessizce, kimseyle dalaşmadan ayrılıklar, bir anlık sinirle baba ocağına dönüp bakılmayan ayrılıklar, dönüşü olmayan gidişler… Tıpkı ölüm gibi!
Fazla ciddiye almasak bile, ailesinin ilgisini çekebilmek için yakın şehirlere gidip kendine bir iş bulduktan sonra kafasını toparlayıp tekrar yuvaya dönenler vardır ki, bazı ailelerde böyle yaramaz çocuklar ortaya çıkıyor. Bazı dönüşlerde de üzücü ve yürek dağlayan sürprizler oluyor.
Teknoloji fukarası olduğumuz dönemlerde kişi gurbetten dönüyor. Gelir gelmez sarı ineği ya da evin kedisini köpeğini soracak değil. Çiftçi bir aile olduğundan evin büyükleri tarladalar. İkindi zamanı işleri biter düşüncesi hâkimdir.
Hava kararmadan annesi gelir ve hasret giderilir. Gurbetten gelenin içine kurt düşer ama hayra yorumlar. Nereden bilsin babasının aylar önce öldüğünü… Her eve dönüş, anlatmaya çalıştığım gibi sevinç yumağı ya da mutluluk yansıtmıyor. Birçoklarında kahredişler, lanet okumalar, hayıflanmalar, mezarlıkları ziyaretten geçiyor.
Eskiden gurbet dönüşlerinde bu ve buna benzer hüzünlü olaylar yaşanıyordu. Şimdi öyle mi? Teknolojinin zirvesindeyiz. Konuşmaktan öte, kişiyi görüyorsun, gurbetteki ne haldeyse bilgin dahilinde oluyor. Bizler epeyce yol kat ettiğimizden ve de anılarımız iz bıraktığından olmalı ki maziyi unutamıyoruz. Eskileri unutmamalıyız, iyi bir kılavuzdur.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Güzellerin Yedikleri
Güney Amerikalı kadınların, esmer teni, siyah saçı ve beyaz dişleriyle ün yaptığını bilmeyen var mı? Zaten koyu esmer ve siyah derili olanlarda sarışın olur mu? Dişleri kirli bile olsa beyaz gözükmez mi? Bu da bir gerçek!
Bu esmer güzeli bayanlar, kesinlikle yağlı yiyecekleri mutfaklarına sokmuyorlar. Özellikle sabahları toplu halde spor yapıyorlar. Bol-bol da su içmeyi de ihmal etmiyorlar.
Mutfaklarında bolca baharat ve acı biber bulunduran bu güzeller bu sayede kusursuz bacaklara sahip olduklarını ve seksi göründüklerini çekinmeden söylüyorlar. Buna itirazımız yok. Biz ne diyoruz ki? Israrla, İSOT yiyin diyoruz.
Öcal’dan İnciler
Aşk Dünyanın En Güzel Belasıdır
Günün Sözü
Zengin Olacağına Ahlaklı Ol!