Değerli Okurlarım, aşk dediğimizde nedense akan sular duruyor. Bazı dostlarla sohbete oturduğumuzda oldukça ilginç sözler de duyuyorum ve daima dinlemedeyim. “Ne aşkı meşki canım, insan sadece kendini mutlu etmeye çalışır, bir başkasını mutlu etmeye çalışsa bile, yine kendi mutluluğu içindir.” Buna benzer bir sürü, aşkı hafife alan abuk subuk sözler…
Aşk, insanların kendini aldatması değildir, bir çıkmaza girmektir ve bunu bilerek, isteyerek yapmaktır. İki insan birbirine aşık olur, evlenirler, çoluk çocuğa karışırlar. Bu dediğim masallarda ve hikâyelerde olur. Gerçek yaşamda olmaz. Nerede o yoğurdun bolluğu…
Aşk, ateşin kendisidir, yakar, kavurur. Yine de ses çıkarmaz, sonucuna razı olursun, yine de mutlusundur. Olacak şey değil, hiç böyle anlamsız bir şey olur mu? Tabi ki olur… Gerçekten âşıksan, kavuşamayıp ve aradan yarım asır geçmesine rağmen unutamıyorsan, bunun adı “Aşktır” beyler, bunun başka bir ismi yoktur. Ancak, bu önemli konuda dostlara şöyle bir öneride bulunabilirim…
“Aşık olmaya heveslenmeyin. O bir uçurumdur ve Büyük Sahra gibi bir bataklıktır. İnsanı lime lime eder, ufalar ama öldürmez. Toplumda sessizsindir. Yani genel olarak her şeye eyvallah diyen bir yapıya sahip olmuşsundur. Böyle şeylere gerek var mı bilmiyorum…
Aşkı yumuşatıp sevgiye dönüştürmek lazım… Bu bizim elimizde, yapabileceğimiz bir hadise. Çünkü aşkın kavuşamamaktan ileri gelen, tamamen hayallerimizin büyütebileceği oranda, sanki tozdan, buhardan yapılma bir duygu olduğunu anlamak ve onu sevgi ile karıştırmamak gerekir diye düşünmekteyim. Sevgi ile her ayrılığın üstesinden, yani her kaybın daha kolaylıkla altından kalkabileceğimizi söylemeye çalışıyorum…
Efendim, okurlarıma sunduğum bu öneriler, küçücük bir paragraftan ibaret değil şüphesiz. Şimdilik bu kadarla yetiniyorum. Belki başka bir baharda…
Sonuç olarak, sevgiyle yola çıkmak daha akılcı olur. Aşk, doğrudan ateşle oynamaktır. Sevgi sıcak suyla yüz yıkamak gibidir.
Gerçekçi olmak gerekirse; sevgiyle yürümek, sevgiyle gerçekleri yakalamak, genelde mutluluğu yakalamaktır diye düşünüyorum. Peki aşık olanlar pişman mı dersiniz? Kesinlikle hayır… Aşk beyaz renklidir, hiçbir zaman gri olmaz…
Gerçek aşıklar, çevrelerinde saygındır, yerleri bellidir…
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
Müthiş Haberciler
Değerli Okurlarım, uzun yıllar önce, haberleri radyodan dinlerdik. Şimdi TV’lerden izliyor ve de dinliyoruz. İnsanların gördüğü olaylar hakkında fikir yürütmesi daha gerçekçi oluyor doğrusu. Bir spor kanalında, güncel spor manşetlerini sunanlar var ya. Sanki lütfen okuyorlar, onlardan başka spiker yokmuş gibi, insan dişlerini gıcırdata gıcırdata izliyor.
Kılık kıyafet dersen, nanay… Hitap etme, hoptirinna şinanay… Program sunucularının favorileri neredeyse ağızlarına girecek. Sanki tamirci ya da kaportacıda çalışıyorlarmış gibi, kirli paslı bir gömlek.
N’oluyor? Spor programı sunuyorlar, hem de canlı… Daha bitmedi. Resmen yedi kez evlendiğini bildiğimiz (gayri meşru kaç defa evlenmiştir onu bilen yok) bir sanatçıya soruyorlar;
“Tamam mı, devam mı?”
“Neye?”
“Ayrıldığınızı duyduk, bir daha evlenmeyecek misiniz?”
Herkesin gözünün içine baka baka, gözlerini ayırarak; “Neden evlenmeyecekmişim?”
Öyle komiklikler oluyor ki, inanın tiyatroya gitmesine gerek yok. Kanallar birkaç kişinin hegemonyasında, evire çevire dinletiyorlar, helal olsun. Şunu söylemeye çalışıyorum, günde iki gazete okuyorsanız ve de kanalları izliyorsanız, hiçbir hastalığınız kalmaz. Çünkü gülmekten kırılırsınız. Her kahkaha da, bir kalem pirzola yerine geçmez mi?
AB genişlemeden sorumlu bir komisyon üyesi Pekin’i ziyareti sırasında ilginç sözler yumurtlamış. “Çin bir tehdit değil, bir fırsattır. AB olarak Çin’i değerlendirsek iyi olur” demiş. Buyurun bakalım, biz girebilir miyiz, giremez miyiz diye papatya falı açarken, elin adamı Çin’e sulanıyor. Türkiye üzerinden Çin AB’ye girerse, ya da yine Türkiye üzerinden AB Çin’e girerse n’olur dersiniz?
Olmaz olmaz demeyeceğiz ama yok-yok öyle şey olmaz, önce biz gireceğiz… AB zaten öyle bir şeye cesaret edemez, Kasımpaşalı’nın cakasından ve gül gibi adamın havasından çekinirler. Kasımpaşalı ne der biliyor musunuz?
“Ananı… Al Da Git” der.
Ya gül gibi adam ne der? Onu da sonra söyleyeceğim.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Sıra Sana da Gelecek…
Adamın biri, karizma ve saygın olma adına çevresine olanca eziyeti yapmaktan geri durmuyormuş. Çevresi o kadar sıkıntılı günler yaşıyorlarmış ki; birisi bir gün gözünü karartmış ve şöyle seslenmiş o kişiye… Artık değiştirin ya da bir kez daha değiştirin kendinizi…
Görmüyor musunuz herkes sizden korkuyor, belki de şerrinizden… Telefonumu dinlerler diye, yatak odama kamera koyarlar, haysiyetim iki paralık olur diye, uyduruk bir iftira ile süresiz hapse atılırız diye, soruyorum size, altın nesil idealinizi korkutarak mı sağlayacaksınız?
Davanızı topluma nefret ettirerek mi hakim kılacaksınız? Böyle yaparsanız, kim inanır sizin timsah gözyaşlarınıza?
Titreyerek kendinize gelin… Bu milletin sağı solu yoktur. Anladın mı? Zaten kısa süre sonra, birisi Samsun’dan gelecektir. Biliyor muydun? Kim söylemişse söylemiş… Helal olsun, mangal gibi yürek varmış…
Günün Sözü
Abdestsiz Namaz Onlara Mahsustur!
Öcal’dan İnciler
İnsan Olabilmek Kolay Değildir…