Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “Çıkmaz sokaklarda gizli hazineler” bulmuştum ya dün anahtarcı ararken. Bugün sabahtan ordaydım resim çekmek ve biraz söyleşmek için zaman akıp gitti ve yazım geç kalmak üzere, şimdi anlatmaya başlarsam öyküye yetişmeyecek bu yüzden geniş, geniş birkaç hazine görüntüsü ile başlayalım dedim ve kısa bir önsöz ile.
Ve öykümüz başladı gecenin bir yarısı evin anahtarını içerde bırakmakla. Uzun uzun uğraştık kapıyı açamadık. Geceyi arkadaşımda geçirdim sabah olsun hayrolsun diyerek. Ve sabah oldu. Gece boyu “bu işte hayır nerde” diye, diye sorarak kendi kendimize. Erkenden arkadaşım bizim kapıyı yapan anahtarcı büyük ihtimalle şu ara sokakta yaşıyor dedi. Gel bir bakalım ondan belki birilerinden bir haber alırız. Bu arada günlerden Pazar. Nerde kimi buluyorsun telefon numarası yoksa. Ama “biz hadi” dedik “yinede şansımızı deneyelim” ve ara yollara girdik. Ara yolun birde çıkmaz sokağı var. Bizim su ustasının annesi o çıkmazda oturuyor ona sorarsak belki bize yol gösterebilir dedik. Ve daracık sokakta en az yüzyıllık olan tahta bir kapıyı tıkladık. Anı dolu o kapıyı yavaşça tıkladık sanki dokunursak çığlığı basacak, o kadar yaşlı ve kırılgan bir kapı, konuşsa kim bilir neler anlatırdı hatta anlattı bile o an bütün söylediklerini yazdım bir tarafa. Neyse kapı açıldı sanki “açıl susam açıl” demişiz de önümüze denizler deryalar açılmış gibi bir şey oldu. Geniş, ferah, serin bir ardiyeye girdik. Pırıl, pırıl çiçekler, yeşillikler falan. Derdimizi anlattık çocukluğumuzda evimizden ayrılmadığını söyleyen mavi yeşil gözlü hanıma bize ısrarla kahve ikram etmek istedi biz reddetmek zorunda kaldık ama söz aldı en kısa zamanda kahvesini içmeye o serin temiz yeşillikli sofaya geleceğiz.
Ancak ondan sonra bize anahtarcının olduğu yere götürdü. İnanılmaz bir şey. Daracık çıkmaz sokağın ondan daha dar ancak bir insanın geçebileceği genişlikte bir sokak daha vardı oraya girdik tedirgin utangaç ve rahatsızlık vermekten çok ama çok korkarak. Sanki gizli mekanlara habersiz girmiş gibi algılıyorduk kendimizi. Sağa doğru kıvrılan diğer çıkmazdan merdivenle başka bir aleme çıkıyorsunuz. Ve bir bakıyorsunuz ki önünüzde kocaman bir ağaçlık alan ve geniş bir sofa rüzgar püfür püfür esiyor. İnanılır şey değil. Bütün ailem bu sokakta ömrünü geçirdi ama daha hiç birimizin bu ara yollardaki çıkmaz sokaklardan haberimiz bile yok. İyi ki anahtarı içerde unutmuşum yoksa hiçbir zaman buraları göremeyecektim dedim. Ve anahtarcının adresi o sofanın dört direğinden birine yapıştırılmış işe bakar mısınız? Sanki bir masal yaşıyoruz! Evet gerçekten masal gibi. Telefon numarasını yazıyoruz ve o mis gibi esen geniş sofada oturup kalmak istiyoruz. Cehennemden çıkıp cenneti bulmuş gibi…
Tekrar aynı yollardan iniyoruz aşağı, yine ara sokaktan diğer dar sokağa sapıyoruz… Ve sağ taraftaki eski evlere bakmadan ilerlerken bakmıyorum çünkü evlere bakmak sanki hırsızlık yapmak gibi geliyor bana… Öteden beri arkadaşım “bak” dedi ne güzel “birde baktım ki olmaz böyle şey.” masal yaşıyoruz dedim ya tam masal oldu bu. Bin bir gece maslarındaki gibi valla. Minnacık bir kapı ve içeri giriyorsunuz sanki sihirli bir alana giriyorsun rengârenk yere basmaktan korkarak ilerliyorum buyurun, buyurun diyor ev sahibi korkmayın içeri geçin. Ayaklarım sanki yere değerse büyü bozulacak parmak uçlarına basarak giriyoruz arkadaşımla. Ve şimdi resimler anlatsın gerisini yarın öyküye devam ederiz.
Günün Şiiri
Adı Kayıp
Deniz yok olursa diyor bir çocuk
Balık kaybolursa
Ne derim benden sonraki çocuklara
İnsanlar kaybolurken göz altılarda
Çöllerde boğulan nehirler
Ey çocuk
Nasıl varır okyanuslara
Adı karanfil ki suçu rengidir
Özgürlük dilinde bir imge
Tutsaklık dilinde bir söylencedir
Karanlıkta bir el koparır dalından
Artık ölüme varmış bir işkencedir
Orman yok olursa diyor bir çocuk
Ağaç kaybolursa
Ne derim benden sonraki çocuklara
İnsanlar kaybolurken gözaltılarda
Dalından koparılan tomurcuk
Ey çocuk
Nasıl meyvelenir sana ve diğer çocuklara
Adı narçiçeği ki suçu patlamak
Birdenbire güneşe haykırmak
Ve güneş diliyle kıpkızıl çoğalmak
Karanlıkta bir el koparır dalından
Adı kayıptır artık
Daha meyveye bile durmadan
Aç gözlerini o çığlıklaraı çocuk
Kayıp analarının gözlerine bak
O gözler ki karanfil kıvrımında nar çokluğu
Sevda denizlerinde oğul ve kız yokluğudur
Her biri bir depremdir yüreklerde
Her biri açlık içinde zulüm tokluğudur
Sen ki bir badem dalısın baharda
Yüzünde solgun bir yeşil akşamı
Dalıyor gözlerin bir çağın artıklarına
Kazılardan yeni çıkmış gibisin
Bakışlarında düş fosilleri
Güneşli bir yeşili özler gibisin
İnsanlar kaybedilirken ey çocuk
İnsanlık adına
Nasıl başlar bu yeşil ve mavi yolculuk
Hangi gemi kalkar bu ülke limanlarından
Hangi mavilikler karşılar seni
Kıyılar zincir olmuş bileklerde
Dalgalar yargısız infaz
Al kalemi eline ey çocuk
Yeşilin ve mavinin şiirini yeniden yaz
Adnan YÜCEL
Günün Fıkrası
Ölüm döşeğindeki kadın kocasına sormuş: Bana söz ver ben öldükten sonra elbiselerimi evleneceğin kadına giydirmeyeceksin. Adam da; “Saçmalama birincisi sen haftaya kalmaz iyileşirsin, ikincisi onun boyu seninkinden ufak elbiselerin ona olmaz” demiş.
Günün Sözü
Hayat herkes için acı, çünkü benim boş yere dilediklerime sahip olmuş nice insanlar gördüm, onlar da mesut değil.
HONORE de BALZAC
İnsanın en zor katlandığı duygu acımadır, hele hak edince.
HONORE de BALZAC