Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Şeker fabrikalarının satışa çıkarılması hepimizi çok düşündürüyor. Başımızı iki elimizin arasına alıp düşünüyoruz, sorguluyor ve sonunda derin bir “offf” çekerek noktayı koyuyoruz! Elimiz kolumuz bağlı gibi!
Annem olsaydı “kızım offf çekmek ayıptır günahtır” derdi. Ama o ömründe kendini hiçbir zaman bizim kadar sıkıntılı hissetmemiştir zahir? Ay yoksa hissetmiş midir? Eyvah öyle ise; demek bize hiç yansıtmadı! “Özür dilerim anneciğim ya, bir daha off çekmeyeceğim sıkıntıdan patlasam da söz.”
Ama büyükler her şeyi çok iyi bilir de demeyeceğim tabi. Ve sıkıntıyı gizlemek sorunu yok etmiyor canım anneciğim aksine büyütüyor. Neyse geçmişe ve geleceğe selamlar olsun.
Ve sıkıntılıyız kısaca ya, ne yapalım, kadına, çocuğa, taciz ve şiddet artarak devam ediyor. Mehmetçik savaşta dünya çıldırmış, işsizlik tavan yapmış, yolsuzluk ondan ilerde daha ne olsun sıkılmak için? Sözde bahar geldi. Sözde ilk cemre düştü, sözde limon ağaçlarım çiçek açtı… Eskiden olsa yalnızca bu bile acayip mutlu ederdi bendenizi. Ama şimdi “ne gam” durumlarındayım. Doğanın uyanışı heyecanlandırıyor tabi ama omuzlarımızdaki bu yük o kadar ağır ki heyecan bir zerre gibi kalıyor yanında!
Annem olsaydı yine kızardı bu yazdıklarıma “umutsuz olma” derdi. “Umutsuzluk zayıfların işi sen zayıf değilsin, senin bir misyonun var ona göre davranmalısın, unutma umut “an”lardan doğar. Bir anda zafer haberi gelir, yer gök sevinir ya da, bir çocuğun yumuk yumuk ellerindeki gamzeleri umut olur, ya da utangaç bir gülüş derinden gelen bir koku hani bazı kokular vardır belleğimizin en gizli köşesinde sakladığımız, işte o koku kopar gelir geçmişten umut olur sana… Umut anlarda gizli dersin ya onları umutsuzluğun ağırlığı ile gömme çocuğum”
Ah Anacım ya ne güzel söylüyorsun. Bendenizde öyle düşünüyorum ama bırak ya ne olur bir an da misyonu, ayıbı, günahı unutalım, oflayalım, puflayalım, gönlümüzce sıkılalım, umut bazen umutsuzluktan da doğabilir biliyorsun. Onu belki umutsuzluğun derin kuyusunda bulabiliriz.
Ve sevgili okuyucularım, kendimize resmen ninni söylüyoruz diye düşünüyorum. “Uyusun da büyüsün, tıpış tıpış yürüsün”
Ve aslında her şey bir varmış bir yokmuş muş? Ve bu hafta sonu yazısı aslında bir yazılmış bir yokmuş gibi oldu. İnsan bu gariptir işte bazen mış olur bazen değil. Ve bu günde sağlıkla sevgiyle kalalım “mış” gibi değil sahiden çok sahiden. Hep birlikte ayrımsız gayrımsız… Yase
& & & & &
Mermer Yontucusu
Bir zamanlar dağda kızgın güneşin altında mermer taşarlını yontmaktan bezmiş bir mermer yontucusu varmış. “bu hayattan bıktım artık devamlı mermer yonmaktan öldüm, üstelik bu yakıcı güneş; onun yerinde olmayı ne kadar isterdim orada yükseklerde her şeye hakim olacaktım ışınlarımla etrafı aydınlatacaktım” diye söylenir dururmuş yontucu. Bir mucize eseri olarak dileği kabul olmuş ve yontucu o an güneş olmuş. Dileği kabul olduğu için çok mutluymuş, fakat tam ışınlarını etrafa yaymaya hazırlandığı sırda, ışınlarının bulutlar tarafından engellendiğini fark etmiş.” Basit bulutlar benim ışınlarımı kesecek kadar kuvvetli olduklarına göre benim güneş olmam neye yarar! Diye isyan etmiş. “mademki bulutlar güneşten daha kudretli bulut olmayı tercih ederim” demiş. şikayet bu ya, hemen bulut oluvermiş.
Dünyanın üzerinde uçmaya başlamış, oradan oraya koşuşurken, yağmur yağdırırken birden bire rüzgar çıkmış ve bulutları dağıtıvermiş.”aa rüzgar geldi ve beni dağıttı. Demek ki en kuvvetlisi o öyleyse ben rüzgar olmak istiyorum.”diye karar vermiş. Böylece dünyanın üzerinde esip duran, fırtınalar ve tayfunlar meydan getiren rüzgar olmuş, ama birden bire önünde kocaman bir duvarın kendisine mani olduğunu görmüş. Çok yüksek ve çok sağlam bir duvar olduğunu zannetmiş önce ama sonra bir dağ olduğunu anlamış. “basit bir dağ beni durdurmaya yetiğine göre benim rüzgâr olmam neye yarar derken, bir anda dağ oluvermiş. O zaman bir şeyin ona durmadan vurduğun hissetmiş kendinden daha güçlü olan şeyin ve onu içinden oyan şeyin ne olabileceğini düşünürken bir mermer yontucusu görmüş.
& & & & &
Özürlü Olimpiyatları
Bir kaç yıl önce, Seattle Özel Olimpiyatlarında, tümü fiziksel ve zihinsel özürlü olan dokuz yarışmacı, 100 metre koşusu için başlama çizgisinde toplandılar. Başlama işareti verilince, hepsi birlikte başladılar, bir hamlede başlamadılar belki, ama yarışı bitirmek ve kazanmak için istekliydiler. Yarışa başlar başlamaz içlerinden genç bir delikanlı tökezleyip yere düştü ve ağlamaya başladı. Diğer sekiz kişi oğlanın ağlamasını duydular. Yavaşladılar ve geriye baktılar.
Sonra hepsi yönlerini değiştirdiler ve geriye döndüler ve oğlanın yanına geldiler. içlerinden Down Sendrom’lu bir kız eğilip oğlanı öptü ve “Bu onun daha iyi olmasını sağlar” dedi. Sonra dokuzu birden kol kola girdiler ve bitiş çizgisine doğru hep birlikte yürüdüler. Stadyumdaki herkes ayağa kalkıp dakikalarca onları alkışladı. Orada bulunan insanlar hala bu öyküyü anlatıyorlar. Neden mi? Çünkü şu tek şeyi derinden bilmekteyiz: Bu hayatta önemli olan şey, kendimiz için kazanmaktan çok daha ötede olan bir şeydir. Bu hayatta önemli olan, yavaşlamak ve yönünüzü değiştirmek anlamına gelse bile diğerlerinin de kazanması için yardım etmektir. Kendisinden güçsüzü ezmeyi ilke edinen, daha güçlünün kendisini ezmesine davetiye çıkarmış olur.
& & & & &
Bir Motivasyon Öyküsü
Charles Schwab’in istediği kadar verim alamadığı bir fabrikası vardı. Bir gün ustabaşı ile konuşuyordu: “-Senin gibi becerikli birisi nasıl oluyor da fabrikadan istediği kadar verim alamaz?”
“-Bilmiyorum. Bütün isçileri çok çalıştırdım. Bir çoğunu işten atmakla tehdit ettim. Ama başarılı olamadım.”
Schwab yakınında duran bir isçiye sordu: “Bugün kaç kazan çelik erittiniz?” “-Altı.”
Schwab bir tebeşir parçası alarak yere büyük bir 6 yazdı. Çıkıp gitti. Gece isçileri geldiği zaman bu altı rakamının ne olduğunu sordular. Gündüz isçileri de: “-Patron bugün burada, Bize kaç kazan çelik erittiğimizi sordu altı cevabını verdik, buraya altı yazdı ve gitti.”
Ertesi gün Schwap fabrikayı yine dolaştı. Altı rakamı silinmiş ve yerine yedi yazılmıştı. Gündüz isçileri gelince yediyi gördüler. Demek gece çalışanlar kendilerinden daha iyi iş yaptıklarını zannediyorlardı? Kendilerini gece isçilerinden üstün göstermek için büyük bir gayretle çalıştılar ve yere 10 yazdılar. Çok geçmeden fabrikanın verimi o civardaki bütün fabrikaları geçti. Nasıl mı? Schawb bunu şöyle açıklıyor: “İş yaptırmak için rekabet hissini uyandırmak gerekir.
Amaç herkesi mücadele etmeye sevk etmek değildir. Onları birbirine üstün gelmeye teşvik etmektir. Üstün gelme hissi insanların ruhunu coşturur. Hayatta başarılı olan her insanın en sevdiği şey; başaracağı iştir. Çünkü bu başarıda kendisini ifade eder ve bu sayede değerini, üstünlüğünü gösterir. İşte bu yüzden, bir oturuşta bir kilo dondurma yemek, elli bardak su içme gibi manasız yarışmalar buradan gelir. Üstün gelmek, değerini göstermek, insanların en önemli isteğidir. O halde insanları kendi özelliklerini ortaya çıkarmaları için cesaretlendiriniz.
Kaynak: Network 21 Liderlik Kitapları
Günün Şiiri
Gafil Gezme Şaşkın
Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün
Yalan dünya senin olsa ne fayda
Akibet alırlar tatlı canın
Bülbül gibi dilin olsa ne fayda
Söylersin de söz içinde şaşmazsın
Helâli haramı yersin seçmezsin
Nasibin kesilir de sular içmezsin
Akar çaylar senin olsa ne fayda
Söylersin de el içinde sözün var
Yeler çalışırsın oğlun kızın var
Bu dünyada üç beş arşın bezin var
Bedestenler senin olsa ne fayda
Bir gün alır götürürler evinden
Hakk´ın kelâmını koyma dilinden
Kurtulaman Ezrail´in elinden
Dünya dolu malın olsa ne fayda
Pir Sultan Abdal´ım çıktık oturduk
Kaza lokmasını burda yetirdik
Dünya bizim diye çektik getirdik
Yalan dünya bizim olsa ne fayda
Pir Sultan ABDAL
Gizli Bakışlar
Bir bakış ki açıyor gönül muammasını,
İki sevdalı kalbin en gizli yarasını,
Bir bakış ki kudreti hiç bir lisan da yoktur,
Bir bakış ki bazen şifa, bazen zehirli oktur.
Bir bakış, bir aşığa neler anlatır,
Bir bakış, bir aşığı saatlerce ağlatır
Bir bakış, bir aşığı aşkından emin eder,
seven insanlar daima gözleriyle yemin eder.
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
Günün Fıkrası
Alıştıra Alıştıra
Temel’in askerlik yaptığı bölükte bir gün Temel’in arkadaşının babası ölür. Komutanları der bunu alıştıra alıştıra kim söyler. Birden Temel akılarına gelmiş. Temel’i çağırmışlar. Anlatmışlar durumu. Temel hemen arkadaşı Cemal’i yanına çağırır. “Ula Cemal senin amcan var mudur? Vardur. Dayın var mudur? Vardur. Teyzen var mudur? Vardur. Annen var mudur? Vardur. Baban var mudur? Vardur. Nah vardur!”
& & & & &
İki çocuğu olan köy delikanlısı askerliğini yapıp da evine döndüğünde bakmış karısı Ayşe üç çocukla bir masanın etrafındalar. Birden öfkelenip bağırmaya başlamış ; “Abovv.. Bu üçüncü çocuk nerden çıktı? Askere giderken iki çocuğumuz vardı.. Bu sonuncusu benden olamaz.”
Ayşe ona gayet sakin cevap verir; “Ne bağırıyorsun?? Sana baba mı diyir?? Oturmuş yoğurdini yiyir!”
Günün Sözü
İki şey yıkar insanı; dostundan gelen ihanet, düşmanından gelen merhamet.
Mevlana Celalettin Rumi