“An Avcısı Olmak”

0
84

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Geçenlerde bir arkadaşımla dertleşiyorduk. Dertleşmek! Nasılda abartıyoruz ama! Dert kim biz kim değil mi ya! Zaten çoktan beri, korku filmi izler gibi yaşamıyoruz, zaten dünya kan revan biz içinde ezilen otlar değiliz, her an canlar evleri ateşe vererek yitmiyor, insanlar delirmiş, çıldırmış gibi sağa sola saldırıp metrolarda, duraklarda, konserlerde tavşan avlar gibi insan avlamıyorlar, her saniye bir kadın cinayeti işlenmiyor. Komşularımızda barış ve sıfır sorun! Ekonomimiz  en üst seviyelerde seyrediyor turizm patlama yapmış. Hayvancılığımız  eskisinden iyi, tezek kurutuyoruz damlar üzerinde doğal gazda neymiş?

Valla sizi bilmem ama bendeniz güneşli, aydınlık  bir dünyada yaşıyorum, dert mert hiç uğramaz yanıma. Arkadaşımla aslında minik minnacık şeylerden “Anlar”dan hani hiç beklemediğimiz zamanlarda yakalayabildiğimiz minnacık, mini minnacık zaman dilimleri? Hani en sıkıntılı olduğumuzda, birden bir şeycik olur, minnacık bir şeycik. Örneğin hiçte güne merhaba demek istemediğiniz bir anda.

Omuzlarınızın üzerinden bir esinti geçer, var yok arası ancak o bir selamdır ve size özeldir, kimsenin görmediği ancak siz ona sarılırsınız ve dünyanız aydınların birden bire! Bir koku gelir eskilerden kan revan içinde ağlıyor olsanız da bir an onu algılarsınız, ezik fesleğen kokusu  gibi bir şey  ona da sarılırsınız gözyaşınız gülümsemeye döner.

İçinde bulunduğunuz durumda güçlendiğinizi algılarsınız. Ansızın gelen bu “an”larla ömrümüz yaşanıyor olabilir  ancak, düz bir nefes alışverişin dışında. Bu anlar her ne kadar  minnacık bir zaman dilimi iseler de ömrün toplamıdır. En güzel, en korkunç, en  mutlu, en mutsuz olduğumuz zamanlar hep anlara sığınırız, onlar hep vardır çünkü.

Ancak  çok  gizli ve çekingenler ve çok aceleci akarsu gibidirler ve sürekli yenilenirler, onları yakalamak, görmek ve belinden sarılmak gerekir çoğu zaman. Bazen onlar lav taşırlar, değerli madenleri içinden ayıklayabilelim diye. Bazen inci bırakırlar onunla parlayalım diye. En büyük “en”ler hep  minnacık “an”larda gizli, bakan gözler için, atan yürekler, lal diller, şakıyan bülbüller için.

İşte bir “an” diyor arkadaşım yalnızca bir “an”. Yaşamla ölüm arasındaki  kristal  köprüdeyim. Ya koşarak geçeceğim ya da ölüme atlayacağım. Ancak o bir “an” aniden  geçmişten gelen? Koşmamı sağladı uçarak! O “an”. Dönmek isteği şiddetle sarstı bedenimi.

Arkadaşım yeni öğrendiği “an”ların varlığından çok mutluydu. Ve artık “an” avcısı olacağım dedi. Ve hayat bir “an”dır aslında yüzyıl sürse de. Ve şimdi şiir zamanı geçmiş anları yeniden yaşayıp azıcık güzelleşelim diye. Ahmet Ada geliyor önce ‘Gülyenisi Küçük Kız’ ile.

“Gün eskiten” sözüne takılıyorum, ‘sevincimi bozuk paralar gibi dağıtıyorum’ sözü ile de  mest oluyorum. Temiz bir soluk alıyorum hayattan. Derin derin içime çekiyorum ve bu ana şükrediyorum. Ve şimdi sağlık, sevgi, birlik ve beraberlikle, hep birlikte kalalım sevgili okuyucularım ayrımsız gayrımsız. Yase

& & & & &

Günyenisi Küçük Kız

Bir park  kanepesinde oturuyorum deniz
kıyısındaki, burnumda tütüyor
günyenisi küçük kız, bir çocuk kadar
suçsuzum onu sevmekle, bunun için
ilgileniyorum kırgın çiçeklerle

Baktıkça resmine gül açılıyor parmak
uçlarımda, ne çok istiyorum onu
gün eskiten gözleri değdikçe günebakanlara
nasıl da yakıştırıyorum günebakanları
gözlerine

Serçelerle, evet serçelerle geçiyorum
ara sokaklardan, oyun oynuyor toz
duman içinde çocuklar, geçiyorum
içimde hüzne benzer bir duyguyla

Şimdi şuradan koşuyorum
kuşlar kalkıyor koştuğum taşlıklardan
bir aldanış mı yaşadığım yoksa
bilmiyorum ne kadar koşabilirim
eskimez yeşil pabuçlarla gelen aşka

Ey serçe gölgeleriyle lekeli ara sokaklar
nasıl da sendeliyor kalbim küçük
bir kız için, yürüyüp gidiyorum yüzümü
bir Akdeniz çiçeğine gömerek
Sevincimi bozuk paralar gibi dağıtıyorum

Ahmet Ada

& & & & &

Unutmak Yok
“Nerelerdeydin” diye sorarsan ,
“Hep eskisi gibi” diyeceğim;
Toprağı örten taşlardan söz edeceğim
Ve sürdükçe kendini harcayan ırmaktan
Ben yalnız kuşların yitirdiklerinin bilirim.
Gerilerde kalan denizi bilirim… bir de ağlayan ablamı

Neden ayrı adlarla anılıyor ülkeler?
Neden günler yeni günleri izliyor?
Neden koyu bir gece birikiyor ağızda… neden ölüler!..

“Nereden geliyorsun “diye sorarsan
bölük pörçük sözcüklerle konuşmak zorundayım
ağzı zehir gibi yakan araçlarla
çoğu çürümeye yüz tutmuş hayvanlarla
ve avutamadığım yüreğimle…

Andaç   değil yanımızda götürdüklerimiz
unutuşta uyuklayan sarımsı kumru değil
yaşlarla kaplı yüzler / boğazımıza yapışan eller
ve yapraklarından sıyrılan şey:
aşınmış bir günün karanlığı, acıyı kanımızla tatmış bir günün

İşte menekşeler, işte kırlangıçlar
bize sevinç veren ne varsa
geçici ve küçük duyarlıkların
yan yana göründüğü küçük kartpostallarda

ama bu sınırın ötesine geçmeyelim
dişlemeyelim sessizliğin çevresindeki kabuğu…

Ne karşılık vereceğimi bilemem
öyle çok ki ölüler
ve öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler
ve öyle çok ki gemilere vuran miğferler
ve öyle çok ki öpüşlerle kilitli eller
ve öyle çok ki unutmak istediklerim.!…
Şili’li ozan Pablo Neruda….

Günün Şiiri

Acıyla Akran

Bur da mayalanan aşkın yedeğinde
Gün vurdu mu yüzünü sulara
Bir haber beklerim sevinçli
Ulaşan mermere, taşa, içerdeki dosta
Usulcacık bir türküye girer gibi
Bir haber; kuşların kanadında

Burda taşrada bir esimlik rüzgar
Üşüttü mü gül yaprağını gizlice
Duyarım yüreğimde sessizce
Geri gelmeyecek örselenmiş gençliğimi

Bir haber döndürebilir beni
Buğulu mavi bozkır günlerime
Sarınıp yıldızlı gecelere, öyle ki
Çekip gidebilirim ipsiz serseri
Çalımsız bir ıslık tutturarak
Kırık dökük dizelerime benzeyen

Burda ırmağın sesinden başka
Yüreğimi uslandıracak kimse kalmadı
Haber gönder, çık gel, acıyla akranım artık
Ağarabilir usulca göğsümdeki karaltı

Ahmet ADA

Yaz Başlangıcı İçin Bir Aşk Ezgisi

Her şey bir başlangıçtı başaklar bile
Kırlar dağlar deniz kenarları
Denize inen sokakların kuşları.
Durup baktım  yapraklar başlangıçtı
Sonra evler pencerelerinden fesleğen sarkıtan

Akşamüstünün buğusu, bugünün sonu
Kırgın bir kuşun denize doğru uçuşu
Başlangıçtı sevgimize biliyor musun

Vakit yoktu aşka nasıl bulmuştuk
Ertelenmiş bir başlangıçtı efsane kıldık
Leylak kokusu sızdıran evleri, sokakları
Geçip gitmiştik bir gülümseme bırakarak

Vakit yoktu açık denizleri özlemeye
Fesleğen sulamaya pencere önünde
Bir tenhalığı yaşamaktan bakışmaya bile
Şaşırdım doğrusu nasıl bulmuştuk aşkı
Her şey her zaman bir çığlıktı
Tenha bir istasyonda okuduğun
Bir suç işler gibi okuduğun öğle sonu

Her şey bir başlangıçtı sevgimize
Çılgın yaz çiçeklerine, yediveren güllere,
Kalbinin hızla akışı bile sevgilim.
Ah bir sevdaydı şurada çınlayan sesin
Gece yarıları beni umarsız bekleyişin,

Sanki bir çiçek sergisiydi karanlıkta gözlerin

Ahmet ADA

Günün Fıkrası

Kaçış Planı

Günün birinde deliler hastanesinden üç deli bir kaçış palanı yaparlar. Plana göre içlerinde birisi yolun sonundaki demir parmaklıklara bakacak, eğer parmaklıklar aşağıdaysa üstünden atlayacaklar eğer yukarıdaysa altından geçeceklermiş. Ertesi gün demir parmaklıklara bakmaya gideni koşa-koşa geri gelmiş. Delilerden biri; “Ne oldu?” demiş. Nefes nefese cevap vermiş; “Arkadaşlar üzgünüm ama kaçamicaz.” “Neden?” “Çünkü demir parmaklık yok”

Günün Sözü

Yarın bambaşka bir insan olacağım diyorsun. Niye bugünden başlamıyorsun?

EPIKTETOS

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here